ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 13-08-2023 20:28

Zeytin ve Gül / Birsen Yurdakul Tomurcuklu

Yazan: Birsen Yurdakul Tomurcuklu ZEYTİN ve GÜL

Zeytin ve Gül / Birsen Yurdakul Tomurcuklu

ZEYTİN ve GÜL

Melek ve Elif aynı mahallede doğmuş aynı tozlu sokaklarda koşturmuş, beraber oynamış, ağlamış, gülmüş, üniversiteye kadar aynı okullarda hatta aynı sınıflarda okumuş kardeşten öte candan arkadaştılar.

Ayrı şehirlerde yaşasalar da sık sık bir araya gelmeye fırsat yaratırlar, özlem giderirlerdi. Yine böyle bir buluşmaydı. Melek Elif’in daveti üzerine arkadaşına birkaç günlüğüne misafir olacaktı. Melek kitabına dalmış yolculuğun sonuna geldiğini, vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştı. Araba otogara geldiğinde arabanın camından Elif’i gördü. Elif neşeyle gülüyor el sallıyordu. Sanki yıllar olmuştu görüşmeyeli. iki arkadaş özlemle kucaklaştılar.

Elif Ege’de bir sahil kasabasında yaşıyordu, küçük şirin bir evi yine küçük bir bahçesi vardı. Çiçekleri pek severdi. Bahçesinde rengârenk bolca çiçekler yetiştirmişti. Bahçeyi adeta cennete çevirmişti. Mart aynın ortalarıydı, havanın serinliğine aldırış etmeden yemeklerini bu güzel bahçede sohbet ederek yediler. Yemekten sonra Elif “Hadi sahile gidelim biraz oturur geliriz. Güneşte var hava güzel sayılır.” dedi. Sahilde güzel bir çay bahçesiydi. Hafif rüzgârda dalgalar adeta birbirleriyle oynaşıyordu. Güneşte bulutların arasından bir çıkıyor bir kayboluyordu.

Çaylarını yudumlarken hem güzel manzarayı seyrediyor hem de iyot ve yosun kokan havayı içlerine çekiyorlardı. Bir ara Elif gözlerini kapadı, dalgaların aralıklarla ve sırayla bazen kuvvetli, bazen sakin hışırtıyla kıyıya vuran sesini dinliyordu. Bestesini doğanın yaptığı en güzel müzikti bu. Köpüklü dalgaların kavuştuğu kumlar mı, sahil mi eviydi denizin, yoksa her kıyıya vuruşta dalgaların içine çektiği kumlar yuvasına sevdiğine mi kavuşuyordu kayarak ve kaybolarak. Elif dalıp gitmişti. Bir ara güneş parlayarak bulutlardan sıyrıldı. Kısa bir süre sonra güneş ışınları altında yaz yağmuru gibi hafif bir yağmur başladı. Denize düşen her damla maviliğin üzerinde hareler oluşturuyor, daireler güneş ışığının altında parlıyordu. Melek Elif’e “hatırlıyor musun’’ dedi. Elif daldığı düşüncelerden arkadaşının sesiyle sıyrıldı.

Böyle güneşli havada yağmur yağınca ellerimizi açıp "Güneş yağıyor haydi toplayalım’’ derdik. İkisinin de yüzüne tatlı bir tebessüm yayıldı. Ellerini açıp eskisi gibi deyip yağan güneşi avuçlarına topladılar. Lif avuçlarına bakıp ‘’Bu ara ülkemizin çok ihtiyacı var daha çok güneş toplayalım.‘’ dedi.

6 Şubat'ta bütün yurdu derin üzüntüye boğan, kül eden yok eden deprem herkes gibi onlarında aklından çıkmıyordu. Akşamın alacakaranlığı çökmeye başlamıştı. Eve dönerken iki arkadaş yakın zamanda olan yıkıcı depremin ardından sel felaketini, deprem  gölgesinde yaşanan acıları televizyonlardan gördükleri harap olmuş illeri, yaşanan acıları yüreklerinde hissederek konuştular yol boyunca. Çok fazla acı çok fazla ızdırap vardı sadece deprem bölgesini değil bütün yurdu vurmuştu.

Ertesi gün ortalama bir buçuk saatlik bir yol mesafesinde çok güzel bir sahil kasabasına gitmeye karar verdiler. Orada ortak arkadaşları vardı. Hem arkadaşlarını görecekler hem çevreyi gezeceklerdi. Henüz yaz sezonu açılmadığı için araçlar seferlerini daha seyrek yapıyorlardı.

Yolculuğun ilk bölümü başlamıştı. Arabaya binip koltuklarına yerleştiler. Yol boyuca bazen dağ eteğinden bazen de içinden geçerken manzara inanılmazdı. Yeşilin her tonu gözlerinin önüne serilmişti.aralıklarla gözüküp kaybolan deniz, yeşilliğin arasında açan sarı mavi beyaz kır çiçekleri tanrının fırçasından çıkmış muhteşem bir tablo gibiydi. Tanrı buralara çok cömert davranmıştı. İki arkadaş etrafı seyrederken yolculuğun ilk bölümü bitmişti. Arabadan inip yol kenarında diğer arabayı beklemeye başladılar.

Onlar gibi aynı yerde bekleyen üç kişi daha vardı. Elindeki sebze dolu poşetlerden belli ki orta yaşın üzerindeki teyze pazardan geliyordu. Biraz ilerde sırtlarında çanta ellerinde valiz ve yanlarında gece gibi siyah bir köpekle genç bir çift duruyordu.

Bir hayli zaman geçmiş araç hala gelmemişti. Beklerken diğer yolcularla Melek ve Elif ayak üstü konuşmaya başladılar. Aynı köyün aracını bekliyorlardı. İsimler söylendi tanıştılar. Adı Gül eşinin adı Ahmet köpeği de zeytindi.

Melek Gül'e bakarken yüzünde ve gözlerinde rüzgarda dalgalanan siyah tül gibi bir hüzün seziyordu. Gülümserken dudağının kenarında aşağı doğru kıvrılan bir acı durağı vardı. Onlar konuşurken Ahmet sessiz kalıyor uzaklara dağlara bakıyor bakışları yemyeşil tepelerde kayboluyordu. Zeytin Gül'ün yanından hiç ayrılmıyor arada bir etrafında dolaşıyor Gül de onun başını okşuyordu. Aralarındaki bağ kuvvetle anlaşılıyordu. Bekleyiş uzadıkça ayaküstü sohbette daha samimi bir hal aldı. Elif: 
- Tatile mi yoksa eve dönüş mü?
- ikisi de değil keşke öyle olsaydı. Hatay'dan bir yakınımızın yanına geliyoruz, dedi Gül.
Elif ile Melek "geçmiş olsun" derken bütün ülke gibi kendilerini de çok üzgün olduklarını acılarına ortak olduklarını söylediler.

Aralarında ki konuşma daha sıcak bir hal almıştı. Kenarda bekleyen teyze de onlara dahil olmuştu. Deprem felaketinin üzerinden henüz otuzbeş gün geçmişti ve acılar çok tazeydi. Melek'in dikkatini çeken Gül'ün yüzündeki o hüzün perdesinin nedeni şimdi anlaşılıyordu.Hatta sadece yüzü hüzünle perdelenmemiş, Gül acıdan dokunmuş bir elbise giymişti üzerin. Gül anlatmaya başladı kesik kesik cümlelerle: 
- İstabul’da oturuyorduk. Uzun zamandır Hatay'a geri dönmeyi istiyorduk. Bunun için hazırlık yapıyorduk. İstanbul'da ki evimizi sattık, iş yerimizi devrettik.

Depremden iki hafta önce Hata'ya geri döndük. Heyecanlıydık. Eşimin ve benim ailelerimiz anne babalarımız buradaydı. Yeni evimize dört gün önce yerleştik. İçimiz pır pır ediyordu. Hayatımızın yeni bir dönemiydi bu. İki hafta içinde akrabalarımızla eski komşularımızın çoğunla görüştük, hasret giderdik. Artık buradaydık sevdiklerimizle daha sık görüşme olanağımız vardı.
5 Şubat gecesi biraz evde düzenleme yaptık.

Bunlar son dokunşlardı. Zeytin her zaman yattığı yerde yatıyordu. Gecenin yarısı  huzursuzlanıp havlayarak yanımıza geldi garip davranıyordu. Yatağa çıktı sonra yataktan inip yanına sindi. Biz şaşkın şaşkın ne yapmaya çalışıyor diye bakarken tekrar yatağa çıktı bizi çekiştiriyor tekrar yatağın yanına gidip siniyordu. Çok garip davranıyordu. Anladık ki bizi yatağın yanına çekmeye çalışıyordu. Sonunda yatağın kenarına yerde zeytinin yanına oturduk. Zeytin bir türlü sakinleşmiyor, kucağımızdan inmiyordu.

Birden inanılmaz bir ses bir uğultu kulaklarımızı beynimizi doldurdu.Tarif edilemez anlatılamaz bir ses, gök gürlemesi, deniz çıldırması, toprak kayması inanılmaz bir sarsıntı, hepsi hepsi birden deprem oluyordu. Yer yarılıyor, gök yarılıyor sarsıntı bir türlü bitmiyordu. Üçümüz bir yumak olmuş uçuşan molozlardan, tuğlalardan yıkılan duvarlardan bilinçsizce korunmaya çalışıyorduk. Sarsıntı durup gözlerimizi açtığımızda evin duvarları yoktu. Açıktaydık gökyüzünü altındaydık. Biz üçüncü katta oturuyorduk fakat şimdi nerdeydik. Katlar birbirinin üzerine yığılmıştı. Çıkmaya kurtulmaya çalıştık. Dışarı çıkmayı başardığımızda gördüğümüz manzarayı algılayamadık. Kanayan kolumuzun bacağımızın farkında değildik. Kıyamet bu olmalıydı, kıyamet kopmuştu Hatay’da.

Gül sustu yanaklarından yaşlar süzülüyordu, sesi kısılmıştı. Teyze dahil herkes ağlıyordu. Gül'e teselli olabilecek bir iki laf söylemeye çalıştılar fakat bu acıyı hafifletecek, teselli edecek ne söylenebilirdi ki. Gül biraz soluklanıp toparlanmaya çalıştı. Belli ki içindeki acıyı dışarı bırakıyordu. Elif’le Melek Gül'ün kederini acısını derinden hissediyordu. Televizyonda görüp duyduklarından farklı daha duygulara sürüklenmişlerdi. Bire bir dinlemek, karşılıklı konuşmak yaşanan korkuyu acıyı daha güçlü bir şekilde geçiriyor hissettiriyordu.

Gül biraz toparlanınca anlatmaya devam etti:

- Zeytin uyardı bizi yere çekmeseydi belki şimdi yaşamayacaktık. İnanılır gibi değildi bizi çekiştirmesi ve havlarken titremesi. O da çok korktu hala bitmedi zavallının titremeleri. Biz göçükten çıkınca felaketin büyüklüğünü etrafı görünce anlayabildik. Anne babalarımızın evlerine koştuk. Ev yoktu koca bir yıkıntıydı. Ne tarafa dönsek evler koca bir moloz yığını olmuştu. Telefon yok, her yer karanlık, dışarı çıkabilenler sokaklarda çaresiz gözlerinde korku kim sağ kim değil endişesi. Bir şeyler yapabilmek için sonuçsuz koşuşturmalar…
İkinci depremde zaten kalanı da yıktı Hatay'ı kül etti. Göçüklerde kalanları kurtarmaya çalıştık. Hatay’a üç gün kimse gelemedi. Çok insanımız göçük altında kaldı. Kurtulmayı bekler onlar ölümü beklediler. Nefes alanlar da çaresiz umutlarını öldürdüler.

Üç gün sona kurtarma çalışmaları başladı. Eşimde ben de annelerimizi babalarımızı kaybettik. Akrabalarımızdan otuz iki kişinin cansız bedenleri göçüklerden çıkarıldı. Bulunamayan altı canımız var. Umudumuz kalmadı ama yine de aklımızda sorular var. Acaba içlerinde yaşayan var mı varsa nere deler? Belki de göçükle beraber kaldırıldılar. Akıbetleri bilinmeyen, bulunamayan kayıp insanlarımızın, oların acısı da bir başka yakıyor içimizi.

Her şeyimiz vardı, şimdi hiçbir şeyimiz yok. Çok şükür canımız sağ ama kalbimiz yüreğimiz çok yaralı. Biliyorum o garip, çıldırtan sesi ve her tarafa yayılan ölü kokusunu asla unutamayacağım.
Gül anlatırken, virgül bizlerde dinlerken ağlıyorduk. Yanımızda ki teyze çıkardı cüzdanından 100TL’yi Gül’ün avucuna sıkıştırmaya çalışıyor ısrarla Gül almak istemiyordu “yok teyzem yok” diyor. Elif Gül’e 
- Al lütfen sevabı teyzeye 
Deyince Gül parayı mahcup bir şekilde alıp teşekkür etti. Elini öptü teyzenin . eskiden tanışıyorlarmış gibi sarıldrılar. Teyze bir şeyler söyledi Gül’ün.
- Şimdi akrabalarımızın yanına gidiyoruz. Bir süre kalacağız, daha sonra başımızın çaresine bakacağız.

Köye giden araba nihayet geldi. Teyzeye veda edip dördü arabaya bindi. Aynı köye gidiyorlardı. Elif şoföre:
- Dört kişi dedi.

Gül ile eşi ellerini kalplerinin üzerine koyup sessizce teşekkür ettiler. Elif içinden keşke daha fazla bir şey yapabilseydim diye düşündü…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi