DENEME
Giriş Tarihi : 08-11-2022 21:47   Güncelleme : 08-11-2022 22:12

Yurt Çocuğu Olmak Nedir?

Yazan: Şevki Dinçal (Kütahya Esk. Em. Md.) - ANALI, BABALI ÖKSÜZ VE YETİM ÇOCUKLAR / 3 - YURT ÇOCUĞU OLMAK NEDİR?

Yurt Çocuğu Olmak Nedir?

ANALI, BABALI ÖKSÜZ VE YETİM ÇOCUKLAR / 3

Yurt çocuğu olmak nedir?
Haydi, bu konuya bir yurt çocuğunun gözüyle bakalım.

Yurt çocuğu olmak, hayata yok yanından yakalanıp, tek başına hayat yolculuğuna çıkmak, sevgiyi, sevgiye muhtaç arkadaşlarında aramaktır.

Yurt çocuğu olmak, naz yapacak ve kendini anlayacak biri olmadığı için, ağladığını kimse görmesin diye gözyaşlarını sessizce içine akıtmaktır.

Yurt çocuğu olmak, oyuncakların anlam kazanmadığı bir dünyada yaşamak, bayramların gelmesini istememektir.

Yurt çocuğu olmak, evlenirken bile sana kız istemeye gidecek, senin adına hareket edebilecek bir yakının olmaması demektir. 

Bunların dışında daha çok şey sayabilirim.
Yetiştirme yurdu çocukların bir başka gerçek sorunu da, yurtta kalırken değil, koruma kararı kalktıktan sonra başlıyordu. On sekiz yaşına kadar, kendi ayakları üzerinde duracak bir meslek edinemeyen, boşluk içinde olan gençler, yurttan ayrıldıklarında, sudan çıkmış balık gibiydiler. 

Eğer belirli bir becerileri yoksa normal iş bulmaları da oldukça zordu.  Çoğuna kişilik ve bir meslek kazandırılamadığı için, gelecekleri belli değildi. Büyük çoğunluğu, hayata tam olarak hazır değillerdir. Ne yapacaklarını bilemez, bir şekilde büyük bir boşluğun içine düşerler. Eğer gerçekten gidecek bir aileleri veya yakınları yoksa kızlar için bu durum daha da hazindir.

Kütahya İl Emniyet Müdürü olarak çalıştığım yıllarda,  Kız Yetiştirme Yurdunda kalan çok zeki ama biraz haşarı, söz dinlemeyen bir kızımız vardı. Uyarılara, öğütlere aldırmaz, hep kendi bildiğini yapardı. Bütün görevliler de bu durumdan yakınırlardı. 

Yurdu ziyaretlerimde ben de, bu kızımızın birkaç kere, bu olumsuz davranışlarına tanık olmuş, uygun bir dille kendisini uyarmıştım. Kızımızın on sekiz yaşını doldurduğu ve eğitimine devam etmediği için, koruma kararı kaldırıldı. Ortaokuldan sonra okuyamamış, bir meslek sahibi olamamış, koruma kararı kaldırılınca da, zorunlu olarak annesinin yanına gitmişti. 

Bir müddet sonra tesadüfen bir yerde karşılaştık. Yanında orta yaşlarda bir kadın vardı. Hemen yanıma geldi elimden öpüp hal hatır sorduktan sonra, yanındaki kadını da annesi olarak tanıttı. Sonra da üzgün bir şekilde bana şunları söyledi:
“Ah be ağabeyim, yurtta kalırken, koruma kararımızın hiç bitmeyeceğini düşünüyor, öğretmenlerimin, görevlilerin ve sizin yaptığınız uyarılara hiç aldırmıyor, günlerimin bir ömür hep böyle geçeceğini sanıyordum. Şimdi öyle pişmanım ki, keşke böyle olmasaydı. Keşke ayaklarım üstünde durabilecek bir meslek sahibi olabilseydim. Şimdi devlet kapısında bir işe girebilmek için, yurttan ayrılanlara tanınan sınava, gece gündüz çalışarak hazırlanıyorum. Aklım başıma geldi ama biraz geç kaldım. Bütün yurtta kalan kardeşlerime gidip benim başıma gelenlerin gelmemesi için, onları uyarıyorum, “dedi.

Ona hayat devam ettiği sürece, hiçbir şey için geç olmadığını, yaşının daha çok genç olduğunu, yapacak şeylerinin bitmediğini, bunun farkında olmasının, kardeşlerini uyarmasının bile, kendisi için olumlu çok bir şey olduğunu söyleyerek teselli etmeye çalışmıştım. 

Evet, kızlarımız açısından, yurt sonrası hayat daha da zordu. Hele koruma kararları kalktıktan sonra, eğer güvenli sığınacak bir yerleri yoksa hayatları gerçekten zordu. 
Bu durumda olan bazı genç kızlarımızın, sığınma evlerine gittiklerini duyuyordum. 

Burada girmek istemiyorum ama bana göre oradaki ortam, bir başka açıdan incelenmesi gereken bir olgudur diye düşünüyorum.
Kütahya Erkek Yetiştirme Yurduna gittiğim günlerden birinde, çocuklarımız tarafından yurttan kaçmayı alışkanlık haline getirmiş bir çocuğumuzun durumu bana iletildi.Olabileceği yerleri de söylediler. 
Kısa bir araştırmadan sonra arkadaşlarım onu buldu. Kış mevsimini yaşıyorduk. 

Kütahya oldukça soğuk bir iklime sahiptir. Kışları sert geçer, özellikle geceleri dayanılmazdır. Bunu düşündüğümde kaçması için çok önemli bir nedeni olmalıydı.

Onu bulup bana getirdiklerinde üstü başı çok perişandı. Sokaklarda kalıyor, uygun bulduğu yerlerde yatıp kalkıyordu. Bulursa yiyor, bulamazsa aç kalıyordu. Bütün bu olumsuz şartlara karşın, yurttan kaçmayı alışkanlık haline getirmişti. İlgililer bir şekilde onu buluyor, o yine yurttan kaçıyordu.
Kendisine neden hep yurttan kaçtığını, bu soğuk günlerde neden sokaklarda kaldığını sordum. Geçerli bir şeyler söyleyemedi. Daha evvel önemli olmayan, ufak tefek bazı adli olaylara karışmıştı. 

Açıkça söylenmese de bu nedenle, yurtta arkadaşları tarafından dışlanıyor, kendisine bir arkadaş bulamıyordu. Yurt idaresiyle de arası iyi değildi. 

Sonra yurttaki çocukların, bu kardeşimize neden tepki gösterdiklerini öğrendim. Bu çocuk kaçıyor, küçük hırsızlık olaylarına karışıyor ve yurt çocuğu olarak bilindiği için de, insanlar acıyor, davacı olmuyorlardı. Bu sırada durum, esnaf ve halk arasında fısıltı gazetesiyle, kulaktan kulağa yayılıyor, yurdun adı kötüye çıktığı için, diğer çocuklar kendisine tepki gösteriyor, arkadaşlık etmiyorlardı. 

Ayrıca hırsızlık yapmak da başlı başına hoş karşılanacak davranış değildi. O da kendisi, yalnız, terk edilmiş ve kötü hissediyor, yurtta barınamıyor, her defasında kaçıyordu.

Yetkililerle ve yurttaki çocuklarla görüştüm. Tekrar yurda götürdüm. Aklı başında olan, ağabey pozisyonundaki bazı kardeşlerime, ona göz kulak olmaları konusunda ricada bulundum. Çabalarım fayda etmedi. Kısa bir süre sonra yine yurttan kaçtı. 

Daha önce yurtta kalan ve yaşı dolduğu için, koruma kararı kaldırılan, sonra ufak tefek hırsızlık olaylarına karışmış biriyle, buluştuğunu öğrendim. Ben onu bulduruyor, yurda yerleştiriyor, o ise her defasında kaçıyordu. Sonunda, Kütahya dışında bir kaç hırsızlık olayından yakalanıp, orada tutuklandığı öğrendim. Bazen bütün çabalarınız, çocukları sokaktan kurtarmaya yetmiyor.

Yurt çocukları için, hayat ve günler hep sıradandır. Birbirlerinden çok etkilenirler. Özellikle büyük çocuklar, küçüklere karşı, idarenin haberi olmadan zaman zaman şiddet uygulayabilmektedir. Bu duruma tanık olan çocuklar için, bunlar çoğu zaman sıradan şeylerdir. 

Ne kadar iyi olursa olsun hiç bir yurt veya benzeri yer, çocuklara aile ve ev ortamının verdiği havayı veremez, onların yerine geçemez. 
Bunu sıklıkla söylüyorum. Bir çocuk için en gerçek sevgi anne-baba sevgisidir. Belirli bir yaşa gelinceye kadar, bulunmaları gereken yer de, onların yanıdır. 

Gerekçe ne olursa olsun, hangi sebebe dayanırsa dayansın, anne-babası tarafından, yurda, yuvaya verilen veya terk edilen bir çocuğun, içindeki boşluğu, bir başka kimsenin doldurması olası değildir. 

Bu durum, özellikle terk edilen çocuklarda, güven duygusun kökünden sarsılmasına neden olur. Aynen sokak çocuklarında olduğu gibi, kendilerine sunulan, sevgiye, şefkate hep şüpheyle yaklaşırlar. En güvendiği, kanından, canından olan anne ve babaları, hatta akrabaları kendisini sevmiyorlarsa, sevseler terk etmezlerdi, diye düşündükleri için, başkaları neden sevsin diye içlerinde hep bir kaygı ve şüphe vardır. 

Bu gençlerimiz ömür boyunca yurt ve yurttan sonrası olmak üzere iki evreli bir hayat içinde yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Bu iki evre bazı çocuklarımızda ak ve kara gibi birbirinden farklıdır. Burada zamanını olumlu geçirenler, okuyanlar, meslek sahibi olanların dışındaki geçlerin durumu, her zaman bilinmezlere gebedir. Hayat onlar için, ne yazık ki yurttan ayrıldıktan sonra, çok kolay değildir. Uzun süre bulundukları ortama ve topluma uyum sağlamaya çalışırlar.

O zamanlar yetiştirme yurtlarının bir başka gerçeği daha vardı. Suça karışmış küçük çocuklar, ailelerine teslim edilmeleri sakıncalı ise, koruma altına alınıp, bu kurumların bakımına verilmekteydi. 

İşte sosyal hizmet kurumlarında, tam da bu noktada bir başka sorun kendini gösteriyordu. Sosyal Hizmet Kurumlarına karşı olumsuz bakış açısının, en belirgin nedenlerinden biri buydu. Özellikle, cinsel istismara uğramış kız çocuklarının durumu, burada daha da zordu. 

Suça karışan ve tacize uğrayanlara, kurumda kalan diğer çocuklar farklı gözle bakıp, yine farklı davranmakta, bu da huzursuzluk yaratmaktaydı. 
Bu bakış açısından rahatsız olan çocukların, içlerinde var olan hınç ve öfke duyguları zamanla daha da artmaktaydı. Bu çekişme yurdun genel havasını da olumsuz anlamda etkilemekteydi. Karakter olarak zayıf çocuklar ise, daha çok ekti altında kalarak, çoğu zaman bu çocuklarla birlikte hareket edip, suça karışabilmekteydiler. 

Bunun çözümü en azından belirli bir süre için, suça karışan ve mağdur olan çocukları, diğerlerinden ayrı tutmak, birbirlerini olumsuz şekilde etkilemelerine izin vermemekti. Bu uygulamanın bazı illerde olduğunu biliyordum ama bu genele yayılamamıştı. 

Bu açıklamalar ışığında, şunu söyleyebilirim. Aslında istisnalar dışında normal şartlarda, devletin koruması altına bulunan çocuklar genelde bir suça karışmıyorlardı. Önceden koruma kararı olmayan, suça karışan veya mağduru olan bu çocukların, ayrı bir kurum yerine, aynı yurtlara yerleştirilen çocuklarla birlikte olunca, sorun başlıyor ve tüm sorunlar da böyle ortaya çıkıyordu. 

O zamanlar basın ne zaman bu kurumlarla ilgili, olumsuz bir haber yapsa, pırıl pırıl yurt çocuklarına, gittikleri okullarda arkadaşları, öğretmenler, sürekli kalmış oldukları yurtlarda taciz, tecavüz, dayak varmış gibi çok farklı gözle bakıyorlardı.
Sokak çocukları örneğinde de olduğu gibi, basına yansıyan her şey, her olumsuzluk, yurt çocuklarını derinden etkiliyordu.

Yineliyorum, bu durumun son bulması için basınını da kendi öz eleştirisini yapması gerekir. Eğer sorunun magazin yönüne değil, gerçeklere odaklanırlarsa, buralarda barınan çocukların ruh sağlığını, toplumun bakışını farkı şekilde etkilemiş olurlar.

Bu kurularda özellikle şiddet ve taciz gibi olaylarının önlenmesi için, çok ciddi ve planlı denetlemelerin yapılması da bu tür olumsuzluklara çözüm getirebilir.

Toplumumuzda yaşayan önemli bir kesim, yetiştirme yurtlarının yetersiz olduğunu, yurtta büyüyen çocukların topluma uyum sağlayamadığına inanmaktaydı. Bu nedenle de kendi çocuklarının yurtta kalan çocuklarla arkadaş olmalarına, çok sıcak bakmamaktaydı. 

İnsanlar hayatları boyunca türlü güçlüklerle imtihan edilirler. Bu imtihan, ya maddiyat ya da maneviyatla ilgili olabilir. Para, hastalık, evlat acısı, ahlak, güç, yoksulluk, ölüm gibi çeşitli şekillerde imtihan ediliyoruz. 
Bir yerde şöyle bir şey okumuştum. Kime ait olduğunu bilmiyorum, ama beni gerçekten çok etkilemişti. 

“Yetim çocuklar sadece babalarını kaybetmezler, babalarıyla birlikte adlarını da kaybederler.”
Bu o kadar doğru bir söz ki, eğer siz bir yetiştirme yurdundaysanız, orada anne ve babanızın adı yoktur. Siz yurtta annenizin babanızın çocuğu değil, “Yurt çocuğu” olursunuz. Anne, baba, sülale adı hiçbir zaman anılmaz oralarda. Belli bir yaşa gelinceye kadar bunun farkına varamadığınız için, bir şey hissetmezsiniz. 

Belirli bir bilince erişince, bu bakış açısı sizi çok üzer ve yaralar. İşte o zaman kendinizi daha çok kimsesiz hissedersiniz. 

Yalnızlık ve kimsesizlik duygusu dayanılması zor bir duygudur. Küçük bedeninize, kalbinizin üstüne bir kara bulut gibi çöker. Özellikle anne ve babası olanlar, anne-babalı yetim ve öksüz çocuklar için durum daha da zordur. Bu nedenle sadece yetiştirme yurdunda yetişen çocukların değil, öncelikle ve özellikle toplumun bu konuda eğitilmesi için çalışmalar yapılması gerekmektedir.

Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından yıllar önce yapılan bir incelemede, yurtlardan ayrılan gençlerin yüzde otuz üçünün işsiz olduğu, yüz gençten yirmi üçünün de kendini yalnız hissettiği tespiti yapılıyor. Aynı araştırmada, yurtta kalan çocukların ailelerinin sadece yüzde elli dördünün çocuklarını sıkça ziyaret ettiği belirtiliyor. 
İçimi acıtan en önemli tespite gelince, çocukları bu kurumlarda kalan ailelerin yüzde onunun, çocuklarını hiç ziyaret etmediği gerçeğiydi. Bu durumdaki bir çocuğun ruhsal durumunu sizin takdirlerinize sunuyorum. Yine aynı tespitte ailelerin yüzde yetmiş beşi ilkokul mezunu, okuryazar veya hiç okuma yazma bilmeyen kişilerden oluşuyormuş.

Durum ortada işte. Bu bulgular ışığında yapılacak iş anne ve babalara düşen görev, bakabilecekleri kadar çocuk dünyaya getirmeleri, her ne olursa olsun hiçbir şekilde çocuklarını yanlarından ayırmamalarıdır. 
Toplumun ise, bu kurumlara ve burada kalan çocuklara karşı, mevcut bakış açılarını yenilemeleri gerekmektedir.

Benim tespit ve değerlendirmelerime göre, yetiştirme yurtlarında kalan, anne- babası sağ olan çocukların büyük çoğunluğu neden yurda verdiklerini anlayamıyor ve anlamakta zor çekiyorlardı. Bu yüzden de, hemen hepsi bir şekilde terk edilmişlik duygusu yaşıyor, kendilerini “Analı-babalı, öksüz ve yetim çocuk” olarak görüyorlardı. 
Bunun tek taraflı bir acı olmadığını, terk edenlerin, çocuklarını bu kurumlara veren anne ve babaların da, içinin çok rahat olabileceğini düşünemiyorum. Aksi durumda, bu gerçekten büyük bir sevgisizlik, sorumsuzluk veya adını koyamadığım başka bir şey olurdu. Konuya hangi yönden bakarsak bakalım, ortada bir sorun olduğu görülüyor.

Terk edilmek, tek insanlara değil, tüm canlılara acı verir. Terk edilenin, gözlerine bakmak bile, bu duygunun, ne kadar derin bir çöküntü verdiğinin kanıtıdır. Ben burada terk edilmeyi, konumuz gereği sadece çocuklar açısından ele almak istiyorum. 
Bana göre terk edilmede,  her zaman, değersizlik hissini tetikleyen bir duygu vardır. Bu yüzden sevmesi gereken insanların bizi terk etmeleri, bizi çok derinden yaralar. 

Anne, baba sevgisinden, aile ortamından uzak ve mahrum kalmak, ardında içi doldurulamayacak ürkütücü bir boşluk bırakır. Bu boşluğu, daha çok acı,  özlem, öfke, isyan ve kırgınlıklar doldurur. Bu bakımdan çok yara almadan, bu boşluğun içinden geçerek, varmak istediğimiz yere varmamız gerekir.
Birini terk etmek, ondan vazgeçmek, bir bakıma onun hayatımızda olmasını istemediğimiz anlamını taşır. Terk edilme duygusu çok zordur ve insan kalbini çok yorar. 

Hele terk edilen bir çocuksa, bakıma, sevgiye muhtaçsa, bu durum onun için büyük bir travmadır. Bu duygunun gelecek hayatındaki izlerini ya çok zor siler veya hiç silemez.  

Bir insan kendi öz çocuğunu nasıl terk edebilir? Bu nasıl bir zorunluluk hali, nasıl bir duygudur? 
Eğer gerçekten bir mecburiyet varsa, bunun başka bir çaresi yok mudur? 

Bunu yaşamadan bilemem tabi ama bunu bir baba olarak, anlamakta gerçekten çok güçlük çekiyorum. Terk edilme, terk edilenin yaşı ne kadar küçükse, gelecekteki sıkıntılarda o kadar büyük olabilmektedir. 

Bir çocuk, ilk dünyaya gözlerini açtığında, önce annesini görür, onun kokusunu duyar. Ondan sonra daha sağlıklı gelişebilmesi için, hem anne, hem de babasının sevgisine, ilgisine, desteğine ihtiyacı vardır. İlk güveneceği kişiler de doğal olarak onlardır. Bu da gelişimi bakımından önemlidir. 
Bir anne ve babanın, çocuğunun en çok ihtiyaç duyduğu zamanlarda, onun yanında olmamaları kolay atlatılır bir durum değildir. Bunu özellikle kendi kalbimi yoklayarak söylüyorum.

Bir çocuğun daha sağlıklı birey olabilmesi için, onun küçükken, en çok anne ve babasının sevgisine ihtiyacı vardır. Annesiz, babasız büyüyen çocukların, ileride genellikle problemli çocuklar olduğu söylenir. Böyle olunca da, bu problemin ne olduğu konusu daha çok önem kazanır.

Bu kurumlarımızın bu günkü durumuna gelince, 2019 ilgili bakanlık kayıtlarına göre, 13867 çocuğumuzun çocuk evlerinde bakım altında olduğu görülmektedir.  Bunun dışında yine koruma altına alınmadan ailelerinin yanında kalarak yardım edilen 125258 çocuğumuzun olduğu, 17403 çocuğun evlat edinildiği, 7259 çocuğumuzun da koruyucu aile yanında olduğu yazılmaktadır. Bu sayı elbette yıllara göre değişebilir.

Bu durum eski yetiştirme yurtları ortamına göre elbette çok olumlu bir gelişmedir ve sevindiricidir. Özellikle aileleri yanında kalarak bakım desteğini çok önemsiyorum. Bu benim hep olmasını beklediğim, her ortamda dile getirdiğim ve savunduğum bir durumdu. 
Umarım zamanla toplumun bilinçlenmesiyle de olabilecek birçok olumsuzluklar da bu şekilde ortadan kalkar.

Özellikle iki bin altı yılında yürürlüğe giren Çocuk Koruma Kanunu  ile ülkemizde çocuğa yönelik yaklaşımlar tümüyle ve kökten çocukların yararı lehinde değişmiştir. 

Aslına bakılırsa iki bin on iki yılından itibaren Bakanlık olarak organize olan Eski adı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, yeni adıyla Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının köklü hizmet değişikliklerine gittiğini biliyorum.
Zaman içinde tüm Yetiştirme Yurtlarının, farklı hizmet modeline geçtiğini görüyorum.  Önce kademeli olarak Çocuk Evleri adı altında organize olarak dört veya altı çocuk ve bakım personeli kalacak şekilde düzenleme başladı. Durumu uygun olan tüm çocuklar Çocuk Evlerine nakledildi. 

Yetkililer tarafından söylendiğine göre Çocuk Evleri hizmet modeli bugün için tüm dünyada uygulanan, korunmaya muhtaç çocuklar için en modern hizmet modeli olduğu belirtilmektedir.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yetkilileri yıllar önce yaptıkları açıklamada 2014 yılı sonuna doğru çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtlarının kalmayacağını, onun yerine sevgi evleri ve çocuk evleri modelleriyle koruma altına alınan çocuklara hizmet vermeye devam edileceğini, ifade etmişlerdi.  Bir süre sonra da dönüşüm tamamlanmıştır.

***

ANALI, BABALI ÖKSÜZ ve YETİM ÇOCUKLAR / 1

ANALI, BABALI ÖKSÜZ ve YETİM ÇOCUKLAR / 2

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi