Advert

Analı, Babalı Öksüz ve Yetim Çocuklar /2

Yazan: Şevki Dinçal - Kütahya Esk. Em. Md. ANALI, BABALI ÖKSÜZ ve YETİM ÇOCUKLAR / 2

DENEME - 30-10-2022 21:01 1510 kez okundu.

Analı, Babalı Öksüz ve Yetim Çocuklar /2
Advert

ANALI, BABALI ÖKSÜZ ve YETİM ÇOCUKLAR / 2

Çocukların korunmaya muhtaç hâle düşmemesi için, üzerinde durulan en önemli husus, ailelerin çocuk eğitiminde daha bilinçli hareket etmesidir. O zaman anne-babalar ile çocuklar arasında iletişimin daha sağlıklı hale gelir. Ayrıca her aile bakabileceği kadar çocuk sahibi olur.

Yetiştirme yurtlarında kalan çocukların, bana göre en büyük ortak sorunu sevgisizlikti. Onların derdi hiç kimseyle paylaşamadıkları, ya da bir şekilde karşılığını alamadıkları, hep eksikliğini hissettikleri, özlemini duydukları,  gönüllerini yaralayan, varla yok arasındaki sevgiydi. En fazla eksikliğini duydukları şey, yerine bir başkasının koyamayacağı, anne-baba sevgisiydi. 

Yaşadıkları boşluk ve yalnızlık duygusu, çok acı veren bir duygudur. Bir çocuk ailesiyle birlikte yaşaması gereken bir yaşta, onlardan ayrı kalması, bunu tetikleyen terk edilmişlik duygusu, zor dayanılır bir durumdur. 

Hele anne ve babası olan, bazı nedenlerle bu kurumlara verilen çocuklara, belli bir bilince ulaşıncaya kadar, bunu anlatmak o kadar kolay değildir. Bu onlarda sürekli bir gerilim, kırgınlık, bezginlik, değersizlik hissi yaratır. 

Her çocuğun sevgiye, sevilmeye, değer verilmeye ihtiyacı vardır. Bu sevgi ihtiyacı ve açlığı, duygusal yoksunluk giderilmediği zaman, onun yerini dolduran, belki de çoğu yanlış olan şeyler, çocukları başka yerlere götürecektir.

İşin bir başka yönü de, eğer siz Türkiye’de Yetiştirme Yurdu çocuğuysanız, hiç kimse sizin, siz olmanıza izin vermez. Sokak çocuklarında olduğu gibi, her yerde ön yargılar karşılar yurt çocuğunu. 

Hepsi olmasa da, özellikle herhangi bir meslek sahibi olamayanların büyük çoğunluğu bir müddet sonra, kendi öz benliğinden uzaklaşıp başkalaşır, kendini tanıyamaz olurlar. Ne sevdiğini bilirler, ne de sevildiklerini. İçlerine gizlenir, duygularını saklar, hep hor görülme, ötekileştirme korkusu yaşarlar. Ürkek bir kuş gibidir çocuk yürekleri. Kırılmaktan, yaralanmaktan, hayatla baş edemeyeceklerinden korkarlar. 

Yurttan ayrıldıktan sonra, dışarıdaki hayat onları çok ürkütür. Yaş nedeniyle koruma kararları kaldırıldığında, ayakları kayıp düştüklerinde, kimsenin onlara bir daha el uzatmayacağına inanırlar. İçlerindeki öfkeyle, bazen ağlamayı bile unuturlar. Gönüllerinde yer etmiş masumiyetlerine zarar geleceğinden çekinirler. Bir yandan birine sarılırken, diğer yandan içlerindeki acaba sorusunun cevabını kuşku içinde bulmaya çalışır, kendilerini o sarılıştaki sıcaklığı hissetmek için zorlarlar.

Bir çocuğun anne-babası eğer onun yanında değilse, onların sevgisini göremiyorsa, bir tarafları hep yarım, hep eksiktir. Sevgiye, duydukları ihtiyaç ve özlem, belki yaşıtlarından fazla değildir; ama onların sahip olduklarının,  çok azına bile razı olurlar. 

Yetiştirme yurdunda büyümüş çocukların, çok büyük bir kısmı, özellikle bir şekilde kurumda şiddet gören çocuklar, yurtta yaşadıkları dönemi zor geçmiş günler olarak hatırlar. Orada yapılan her türlü olumsuzluğu, başka çocuklara yapılmış olsa bile, kendilerine yapılmış gibi hissederler. Bu nedenle de hep içleri acır. Bu duyguyu bir yerde anlatmak gerçekten güçtür.

Ben bu önyargının yıkılması için, bir kere daha yineliyorum, bu kurumlarda kalmış, sonradan belirli yerlere gelmiş olanların, kendilerini saklamamalarını, anılanın aksine, buralardan çok değerli insanların yetiştiğini göstermelerini, bu amaçla daha çok çaba sarf etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu gibi olumlu örnekler, hem kendileri hem de yurtlarda kalan çocukların ruh sağlığı bakımından da çok önemlidir.

Toplumun bakış açısına kızıp, daha da saklanmanın bir anlamı ve değeri yoktur. Bunu hem onlar, hem de halen yurtlarda kalan çocuklar için, çok önemli, aynı zamanda sağlıklı bir yaklaşım olarak görüyorum. 

Yetiştirme yurtlarında yetişmiş, devletin önemli kurumlarda makam sahibi, müdür, daire başkanı olmuş, iş dünyasında belirli yerlere gelmiş, kendi geçmişlerini açıklama ihtiyacı duymayan, çok insanın olduğunu biliyor, bazılarını da yakından tanıyorum.  

Bu bürokratların, saygın işadamlarının, yine buralarda çok sayıda yetişmiş, seçkin sanatçıların, bu kurumlara sahip çıkmaları, hem insani, hem de vicdani görevi olmalıdır. 

Yetiştirme yurdunda kalan çocuklarla ilgili birçok akademik çalışma ve yayınlar yapıldığını biliyorum. Yapılan bu çalışmalar, ne yazık ki çoğu zaman, hemen hemen hiçbir şey yapılmadan, tozlu raflarda yerini alıyor, bir çalışmadan öteye de gidemiyor.

İl Emniyet Müdürü olarak görev yaptığım bir ilde, hem kız hem de erkek yetiştirme yurtlarıyla, sürekli yakın ilişki içindeydim.  Bir gün kız yetiştirme yurduna bir genç kızımızın geldiğini, yurda ve arkadaşlarına uyum sağlamada zorluk çektiği, hikâyesinin çok acı olduğu bilgisi geldi. Uygun bir zamanda yurda gittim ve yetkililerle durumu görüştüm. 

Kızımız on altı yaşlarındaydı ve çok acı bir hikâyesi vardı. Burada yazarken bile kendimi çok kötü hissediyorum.

Kızımız öz ağabeyi tarafından tecavüze uğramış ve bunun sonucunda hamile kalmış. Karnı biraz şişip durumu açığa çıkmaya başlayınca, ailesinden zarar göreceğinden korkarak, evden kaçıp bir başka ile gitmiş, orada zorluklar içinde yaşamaya çalışmış, çocuğunu da bir okul bahçesinde doğurmuş ve onu oraya terk edip ayrılmış. Çocuk kısa bir süre sonra sağ olarak bulunmuş ve durum polise bildirilmiş. Polis çalışmalar sonunda genç anneyi bulmuş, çocuk yuvaya, anne de, nüfus kayıtlı olduğu Kütahya Kız Yetiştirme yurduna gönderilmişti. 

O günlerin hem yurtta kalan kızlarımız, hem de bu kızımız bakımından nasıl zor geçtiğini, nasıl sıkıntılar yaşandığını çok yakından biliyorum. Bu kızımız ve çocuğunun gelecekteki hayatlarını düşünmek bile istemiyorum.

Hürriyet Gazetesinin Ege ekinde bir haber vardı. Haber aynen şöyleydi.
“Torbalı Devlet Hastanesinde bayramın birinci günü saat 13.30 sıralarında babasıyla gelen Aydın Adnan Menderes Üniversitesi öğrencilerinden, yirmi iki yaşındaki bir kızın, doğum yaptıktan sonra, bebeğini bırakıp ayrıldığını, hastane görevlilerin durumu polise bildirdiğini, soruşturma başlatan polisin, genç kızı İzmir Selçuk’ta babasının evinde bulduğunu, kızın verdiği ifadede, üniversite öğrenimi gördüğü sırada ismi öğrenilemeyen bir kişiyle ilişkiye girdiği ve bu ilişki sonunda, hamile kaldığı, ancak sevgilisinin bebeği kabul etmemesi üzerine, doğumdan sonra hastaneden kaçtığını, polise verdiği ifadede, bebeği babası istemiyorsa, bende istemiyorum dediğinin öğrenildiğini, polisin ikna çabalarının sonuç vermediği, genç annenin dünyaya getirdiği oğlunu görmek bile istemediğini, ismi bile verilmeyen çocuğun, devlet korumasına alınmak üzere, İzmir İl Sosyal Hizmetlerden gelen görevlilere teslim edildiğini,” yazıyordu.

Gerçek trajedi, işte yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, çok küçükken, daha doğar doğmaz, sokağa bırakılan, terk edilen çocukların durumudur. Koruma altına alınan bu çocuklar, biraz büyüdükten sonra, diğer çocuklardan daha fazla, daha derin bir boşluk içine düşüyorlar. Özellikle doğar doğmaz sokağa terk edilenler ne anne, ne de babalarını biliyorlar. Sonradan öğrenenler ise, durumu anlamakta güçlük çekiyorlar. 

Bu nedenle de onların içlerindeki eksiklik ve boşluk diğer çocuklara göre,  çok daha da fazla oluyor. Belirli bir yaşa geldiklerinde, sürekli anne ve babalarını arıyorlar.

Diğer yandan özellikle çocuklarını terk eden anneler bakımından da bu durumun kolay olmadığını düşünüyorum. Ama gerek bilinçsizlik, gerekse yukarıdaki örnekte olduğu gibi önüne geçilemeyen yanlış olaylar nedeniyle, ne kadar çok çocuk, anne ve ilgili insan acı çekiyor.  

Daha sonra belirli yaşa gelen, bu çocukların tek derdi ve isteği, annesinin, babasının kim olduğunu öğrenmek, bir nebze bile olsa kimsesizlik duygusundan uzaklaşabilmek, soyunu, ailesini, akrabalarını ve geçmişini bilmek için çaba göstermek oluyor. 

Bunu bilmek bedensel, ruhsal ve zihinsel bakımdan, çok önemlidir.  Gerçekten anne baba diyebileceği birine, bu duygular içinde sarılabilmektir tek özlemleri. Eğer gerçek anne-babaları ve oluşan şartlar buna izin verirse.

Çok küçük yaşta bile olsa, ailesi, akrabaları tarafından yuvaya verilen çocukların durumu ile sokakta bulunan, bir şekilde terk edilen, anne-babası bulunamayan çocukların durumu, işte bu nedenle daha farklı, onlar açısından daha zor.
Diğer yandan yıllar sonra, hiç bilmediği, o güne kadar yüzlerini görmediği, anne ve babasıyla karşılaşan çocuğun psikolojik durumu da nasıl olur, bunu iyi bilmek gerekir. 

Anne kokusu almayan, onun sesini duymayan bir çocuk, o kokunun ve duygunun nasıl olduğunu bilmese de bazı şeylerin ayrımın yapmaya başladığı ve gördüğü şeyler karşısında, gelecek hayatında hep bunun özlemini taşıyacaktır. 

Bilinen en temel yanlışlardan biri, toplumumuzdaki birçok kişi, bu kurumlardaki çocukların daha çok yemeye, içmeye, elbiseye ihtiyacı olduklarını düşünmeleriydi. Bu çok yanlış bilinen bir şeydi.

Yetiştirme yurt ve yuvalarında kalan çocukların maddi ihtiyaçları yok denecek kadar azdı. Devlet tarafından bütün ihtiyaçları karşılamaktaydı. Onlar yurda ziyarete gelenlerden yalnızca ilgi, sevgi, şefkat ve anlayış bekliyorlardı. Özellikle, anne baba sevgisinden yoksun kalmış, ezilmiş, örselenmiş, geleceği konusunda kaygıları olan bu çocukların, en çok da ikiyüzlülükten uzak, gerçek sevgiye ihtiyaçları vardı. 

Sevgi, şefkat ve özel ilgi gibi temel ihtiyaçları kurumlarda tam olarak karşılanamadığı için, bunlardan yoksunluğun yarattığı uyumsuzluk, kişilik problemleri, birçoğunda bütün gelişim süresince artan bir şekilde devamlılık göstermekteydi. Bu da çocuklarda genellikle güvensizlik, aşırı endişe ve ürkeklik duygusu yaratmaktaydı.

Devletimiz, annesi, babası olmayan, bölünmüş veya ekonomik bakımdan yetersiz olan ailelerin çocuklarına, yetiştirme yurtlarında, eğer eğitimleri devam etmiyorsa, on sekiz yaşına kadar bakımlarını üstlenmekte, tüm maddi ihtiyaçlarını karşılamaktaydı.

Üniversitede okuyanlar ise yaşları dolsa da bir süre daha bu kurumlarda kalmaya devam etmekteydiler. Yurtta kalan çocuklar, eğer bir okula gitmiyorlarsa, zaman içerisinde toplumdan uzaklaşmakta, önemli ölçüde sosyal yaşamlarından soyutlanmaktaydılar. 
Bu nedenle de topluma, kendilerine karşı sorumluluk ve güven duygusu azalmaktaydı.

Kendilerini ifade etmekte zorlanan ve toplumun bakış açısı karşısında ezik bir kimliğe sahip olan bazı çocuklar, yurttan ayrıldıktan sonra da bu sorunların ağırlığını taşımaktaydılar. 

Yine de ben yurtta kalan çocukların her şeye, dile getirdiğim tüm olumsuzluklara karşın, sokakta kalan çocuklara göre çok şanslı olduklarını düşünüyorum.

***

ANALI BABALI ÖKSÜZ ve YETİM ÇOCUKLAR / 1

***

Bu yazı, Şevki Dinçal'ın yakında Truva Yayınları'ndan yayınlanacak, "SOKAKLAR ÇOCUK DOĞURMAZ" isimli eserinden alınmıştır. 

 

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Yeni Ufuklar Açmak / Hamdi Tabanlı

Yeni Ufuklar Açmak / Hamdi Tabanlı

22-04-2024 - DENEME

Yaşamak Sanattır / Aydın Hanzala

Yaşamak Sanattır / Aydın Hanzala

15-04-2024 - DENEME