Advert

Analı, Babalı Öksüz ve Yetim Çocuklar / 1

Yazan: Şevki Dinçal (Esk. Kütahya Em. Md.) - ANALI, BABALI ÖKSÜZ ve YETİM ÇOCUKLAR /1

DENEME - 26-10-2022 22:53 2159 kez okundu.

Analı, Babalı Öksüz ve Yetim Çocuklar / 1
Advert

ANALI, BABALI ÖKSÜZ ve YETİM ÇOCUKLAR /1

 Siz hiç öteki oldunuz mu?
 Öksüz yetim kaldınız mı?
 Ana kokusunu bilemeden
 Baba yüzüne gülemeden geçti mi günleriniz
 Çare diye tutunduğunuz ellerde
 Çaresizlik buldunuz mu?
 Hayat ağrıyan yanınızdan kaç kere vurdu sizi
 Yeni doğmuş gibi genç 
 Bin yıl yağmalanmış gibi yaşlı hissedip kendinizi
 İki nefes arasına sıkışırken ömür
 Doğmadan öldü mü içinizdeki sevgi
 Siz hiç öteki oldunuz mu?
 Ah geçmeyen eski yaram

Ben de bir süre Yetiştirme Yurdunda kaldığım için, bu konuyla ilgili bir başlık açmak istiyorum. O yıllarda Çocuk Yuvaları ve Yetiştirme Yurtları vardı. “Çocuk Yuvaları”; 0 - 07 yaş arası korunmaya muhtaç çocuklarla yatılı hizmet veren   “Yetiştirme Yurtları” ise 07 - 18 yaş arası korunmaya muhtaç çocukları korumak, bakmak ve bir iş veya meslek sahibi edilmeleri ve topluma yararlı kişiler olarak yetişmelerini sağlamakla görevli ve yükümlü olan yine yatılı sosyal hizmet kuruluşlarıydı. Bunların yerine 2006 yılından başlayarak kademeli bir şekilde, Çocuk Evleri, Çocuk Evi Sitesi ve Çocuk Merkezleri devreye girdi. 

Önce benim zamanımda hizmet veren yetiştirme yurt ve yuvalarından, daha sonra da kısaca bu günkü durumdan söz etmek istiyorum.

Bu gün çok şey değişmesine, Yetiştirme Yurdu ifadesi mazide kalan bir ifade olmasına karşın, konuşma dilinin alışkanlığı olarak hayatlarımıza girmeye devam ediyor. O günden bu güne çok şey değişti. Benim zamanımdaki klasik yurt uygulamasından artık vazgeçildi. Çok de iyi oldu.

O zamanlar toplumun önemli bir kesimince yetiştirme yurtları, biraz da görsel ve yazılı basının etkisiyle, bazı olumsuzlukların olduğu yerler olarak biliniyordu. En azından benim tespitlerime göre, ne yazık ki böyle bir algı vardı. Binlerce çocuğa yuva olmuş iş, eş sahibi yapmış, halen binlerce de çocuğumuzun kaldığı, bu kurumlara, bir takım olumsuzluklara karşın, haksızlık yapıldığını biliyor, bu duruma da gerçekten çok üzülüyordum.

Söz konusu sorunun içinde çocuklarımız olunca, konu daha da hassas hale geliyordu. Hele devlet koruması altında bulunan çocuklara, bizzat koruma yapan şahısların eliyle gerçekleşen, çok az da olsa bazı olumsuzlukları, doğal olarak toplum vicdanı, kabul edemiyordu, etmemeliydi de. 

Öte yandan bu kurumlardan yetişmiş, belirli yerlere gelmiş insanlar, geçmişlerini ve kendilerini saklı tutmamış olsalar, belki de toplumun bakış açısı ve bu yanlış algılamalarını değiştirebilir, biraz olsun söylentilerin önüne geçebilirlerdi diye düşünüyorum. 

Özellikle İl Emniyet Müdürü olarak görev yaptığım iki ilde, toplumdaki Yetiştirme Yurtlarına karşı bu olumsuz algının,  olumlu anlamda nasıl değiştiğini gördüm. İllerde bu kurumlarda kalan çocuklar da bu değişimden paylarını aldılar. Bu algıya özellikle buna vurgu yapmak istedim. 

Ne yazık ki, birçok insan hâlâ bu kurumları, gerçek anlamda tanımıyor, ne kadar faydalı ve hayati işler yaptığını bilmiyorlar. “Yurt çocuğu” denince, yaşadığımız toplumun önemli bir kesiminin kafasında hep bir soru işareti var. 

Genel nüfus durumumuza bakıldığında, toplumda çok az kişinin, bu çocuklara kısmen ilgi gösterdiklerini görürüz. Basından, fısıltı gazetesinden yansıyan olumsuz şeylere bakıp genel durumun çok kötü olduğuna, bazılarının suç işlediğine inananlar da var. Bunun yanında, olumsuz yaklaşım içinde olan kişilerin bile,  yurt çocuklarına karşı merhamet hislerini hâlâ muhafaza edebildiklerini de biliyordum. Korunmaya muhtaç çocuklar konusu, toplumda her zaman farklı olarak algılanmıştır. Bunu yıllardır ilgi alanım olduğu için, biliyor ve hâlâ yakından takip ediyorum.

Yukarıda sözünü ettiğim nedenlerden, toplumumuz yetiştirme yurtlarının birçok bakımdan yetersiz olduğunu, çocuklarla yeterince ilgilenilmediğini sevgisiz bir ortamda büyüdüklerini, düşünmekteydi. Bunda özellikle sevgi eksikliği konusunda, haklılık payı olsa da yazılanların, söylenenlerin önemli bir kısmının doğru olmadığını biliyordum.

O zamanlar yetiştirme yurduna gelen çocuklar, ya ailelerinin yanından, ya da Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumuna bağlı çocuk yuvalarından gelmekteydi. Özellikle, yuvalardan gelenler, çok küçük yaşta, hatta doğumdan hemen sonra ailede, yeterli sevgi ortamında büyümeden, gelişim basamaklarını, sağlıklı bir biçimde geçmeden yurda geldikleri için, bu çocukların durumu, diğerlerine göre, biraz daha zordu.

Her şeyin temeli ve anahtarı olan sevgiden,  özellikle anne-baba sevgisinden uzak, bir çocukluk sonrasında bu kurumlara geldikleri için, bu durum doğal olarak bazı sıkıntıları da beraberinde taşımaktaydı. O zamanlarda, yurttaki çocukların büyük çoğunluğu öksüz veya yetimdi. Bazılarının hem anne hem de babaları yoktu.

Yıllar sonra özellikle benim Emniyet Müdürlüğü yaptığım yıllarda bu durum değişti. Bu kurumlarda kalan çocukların çok önemli kısmı, kimsesiz, bir başka deyişle, anne ve babasız değiller ancak, “Analı-babalı”  öksüz, yetim çocuklardı. Yani anne ve babaları sağdı ama onlardan yoksun ve ayrı olarak büyüyorlardı. Daha çok boşanmalar ve ekonomik nedenlerle, bakamıyoruz diye yuva ve yurtlara bırakılan çocukların, sayıları oldukça fazlaydı. Belki çok dikkati çekmeyen bu farkın, bu kurumlarda kalan çocuklar açısından çok önemli olduğunu biliyordum ama onların içlerinde kopan fırtınaları kim bilebilirdi? 

Kim onların gerçek ihtiyaçlarının, bir anne ve baba sevgisi olduğunu düşünebilirdi?

Anne-babası olduğu halde, yetiştirme yurduna verilen her çocuk, sebep ne olursa olsun, hangi gerekçeye dayanırsa dayansın, bir şekilde terk edildiğini düşünür. Görev yaptığım illerde, kendileriyle birebir yaptığım sohbetlerde, açık olarak söylemeseler de, yurtlarda olmalarının sorumluluğunu, anne, babalarının sevgisizliğinde ilgisizliğinde görüyor, yetiştirme yurdunda olmalarını kabul edemiyor, onlarla birlikte olmaları gerektiğini düşünüyorlardı.

Annesiz babasız büyümek hep bir yanı eksik büyümektir. Bu durum, doğal olarak onların topluma, insanlara bakış acısını da, önemli ölçüde etkiliyordu. 

Aslında yetiştirme yurt ve yuvalarında, her çocuğa harcanan para, iyi ve etkin bir kontrol yapılarak, özellikle yoksulluk nedeniyle çocuklarını bu kuruma veren ailelere verilse, bu çocuklar ailesinden, onların sevgisinden yoksun kalmazlar, toplumda kendilerini yalnız ve ötekileşmiş olarak hissetmezler, yaşadıkları, birçok sıkıntıyı da yaşanmamış olurlardı diye düşünüyorum.

Ölüm bile olsa, küçük bir çocuğun anne-babasından, ailesinden ayrılması, onda silinmez izler ve boşluklar bırakır. Yurda verilen her çocuk, hep bu zor duygular içindeydi. Bir süre sonra neden orada olduklarını sorguluyorlardı. Hele duygularını, elindekileri, biriyle paylaşmaya hazır değillerse, bu da daha başka bir sorundu. 

Anne, baba ve kardeşlerinden ayrı bir yaşam sürdürmek, küçük bir çocuk için gerçekten zordur. Yurttaki çocukların büyük çoğunlu, aynı duygular içindeydi. Aynı geçmişi paylaştıkları için de, yokluk yokluğu, mutsuzluk mutsuzluğu, acı da acıları tetikliyordu.  Sonunda acıyla, mutsuzlukla ayrılmaz birer arkadaş oluyorlardı.

Anne, baba ve yakınları tarafından sevilmediklerini düşünen, sevgiyi tam olarak öğrenemeyen çocuklar, etraflarına karşı düşmanca tavır içine girebiliyor, sosyalleşmede zorluk çekiyor, yurtların dışında iletişim zorluğu yaşayabiliyorlardı. Bebeklikten belirli yaşa gelinceye kadar, kişilik gelişmesinin önemli bir payının olduğu düşünülürse, sorunun aslı daha kolay anlaşılabilir. 

Her çocuk, gördüğü ve öğrendiği davranışı sergilerler. Bu içsel davranışlarla da, en çok kendilerine zarar verir, bunun bilici içinde olamazlar. Onun içinde mutsuzdurlar, kendilerini hep yalnız hissederler. Bu nedenle, çocukların ruhlarına, duygularına dokunmak, fiziksel uyarılarla değil, manevi duygularla, sevgiyle, şefkatle yaklaşmakla olabilir. 

Aile içinde ergenlik çağını geçiren çocukla, aynı dönemi yetiştirme yurtlarında geçiren çocuk arasında, hayata hazırlanma bakımından da,  çok önemli farklar vardır. Bu konuda yapılan araştırmaların da, bunu gösterdiği biliniyor. Ben de öyle olduğunu düşünüyorum.  

Çok küçük yaşlardan beri, bir çocuğun yaşadığı içsel ve dışsal sorunları, sıkıntıları, ancak bulunduğu ortamda bulunan, onları tanıyan ve iyi iletişim halinde olan kişiler tarafından sonuca ulaştırılabilir. Bunu da en iyi olarak sürekli yanlarında olan, onları seven anne ve babaları yapabilir. 

Eğer yurt ve yuvalarda, böyle sağlıklı bir iletişim yoksa bir de eğitimsiz, uzman olmayan kişiler görev yapıyorlarsa, bu sorun daha da büyür. Yaşanan olumsuzluklarda durum, çoğu zaman ne yazık ki böyleydi. 

O zamanlar Türkiye’nin en büyük ailesi olarak kabul edilen çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtları, belki de toplumda en az bilinen ama o güne kadar, haklarında en çok konuşulan kurumlardan biriydi. Yapılan yanlış, eksik, bazen de yalan ve abartılı haberler, bu kurumlara güven ne yazık ki sürekli zayıflatmakta ve toplum nazarında farklı yerler olarak görülmekteydi,

Aslında SHÇEK, ( Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu ) ülkemizde gerçekten çok çok önemli bir eksikliği dolduruyor, sosyal devlet olmanın gereğini yerine getiriyordu. Hâlâ öyle ve yokluğunu bir an bile düşünmek istemiyorum. Eğer bu kurumlar, uzman personel bakımından yeterli düzeyde olsa, sorunlar büyük ölçüde giderilmiş olacaktır. 

Görev yaptığım yerlerde, büyük bir özveriyle, iyi niyetle çalışan çok personel olduğunu da biliyorum. Son zamanlarda gerek personel, gerekse Sevgi Evleri, Çocuk evleri, Aile yanında destek ve diğer ve projelerle bu konuda çok olumlu adımlar atıldığını görüyorum. Bu da beni mutlu ediyor. 

Umarım son zamanlarda hayata geçirilen uygulamalar, alınan diğer tedbirler amacına ulaşır,  yapılan çalışmalar, bu sorunun giderilmesinde önemli faydaları olur. Bu arada amacı kimsesiz ve bakıma muhtaç çocukları hayata, sosyal yaşama hazırlamak olan bu kurumlar, dilerim toplumdan gelen bazı haklı eleştirilere de kulak tıkamaz, kendi eksiklerini görüp, gereğini yaparlar.

***

Devam edecek...

Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
Anzaklar / İlhami Kurt

Anzaklar / İlhami Kurt

25-03-2024 - DENEME

Dünya Seyahati / Sedat İlhan

Dünya Seyahati / Sedat İlhan

24-03-2024 - DENEME