ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 13-09-2022 22:24

Yine Bir Gün... Yeni Bir Gün...

Yazan: Merve Yurtsever - YİNE BİR GÜN… YENİ BİR GÜN…

Yine Bir Gün... Yeni Bir Gün...

YİNE BİR GÜN… YENİ BİR GÜN…

​​​​​​Her günün özünde sabahın bunaltıcılığı var yine üzerinde. Sıkılmış bir ruhla uyanıyor, aslında uyanmak istemiyor da uyumakta istemiyor. Sahi o ne istediğini biliyor mu? Sorunca “mutlu olmak istiyorum. “ diyor. Birazcık huzur, birkaç güzel insan… Nerde kaldı öylesi? Şu zaman oldu ömrüne girmedi böylesi. 

Tek başına… Kahvaltı da zevkli gelmiyor. Üşeniyor özel bir şeyler hazırlamaya. Gerçi sıradan bir yumurta yapmak bile güç o anda. Canı istemiyor. Yolda poğaça alır halleder işte. Hem fırında çalışan kızı da görmedi nicedir. İzinliydi herhalde. 

Hazırlanmalı. Belki de bu hayatta tek özendiği şey kendi dış görünüşü. Bak ona saatlerini verirde yoruldum demez. Onca bakım seanslarında gıkı çıkmaz. Keyif aldığı tek şey. Gördüğü herkesin üzerinde etki bırakmalı. Bırakmalı ya… Onu gören üç gün aklından çıkaramamalı. Böylesi güzel, böylesi akıllısı dünyaya gelmedi!.. Başarılı da maşallah. O güzelliğinden sansa da esasen bıraktığı etki dilinden yana.  İçten içe büyük bir tatmin kârlık yaşıyor her fark ettiğinde. Bu yüzden işe giderken kalabalık yerlerden geçiyor. Esnafla sohbet ediyor. Yoldan geçene söyleyecek bir şeyler mutlaka buluyor. Ben buradayım diyor. Hadi dağılsın ruhunuz. Bir süre işgal altındasınız. Aklınız benle meşgul, ben de takılı kalacak. Ben geçtim sokakta yanınızdan… Yanından geçene iki kelam etmezse ruhu eziliyor da yok oluyor sanki. Öylesine tutku onda başka türlü yaşamı bilmedi ki. 

O gün yollar tenha. Kimse yok ki etrafında. Canı sıkkın varıyor fırına. Hedefi karşıda gülümsüyor etrafa. Suratı ekşiyor o gülümseme karşısında. Parmağında parlayan yüzük boğazını sıkıyor sanki de ok gibi fırlıyor sözcükler dilinde. “Bu uyuşukluğuna bakmadan evlenmeye mi kalkıyorsun birde. İki saattir veremedin bir poğaçayı. Seni alan ne yapsın. Yazık iki günde kapının önüne koyar.

Dikkat et kendine.” Kızın solan ışıltısı onun parlama sebebi. Nasıl da ruhu feraha ermiş bir yumuşaklıkta çıkıyor devamında kelimeler dilinden.      “ Tatlım. Üzülme sakın. Ben senin iyiliğin için söylüyorum. Yoksa çok üzerler seni. Birileri doğruları söylemeli.”

Cevap hakkı tanımadan çıkıyor fırından. Oh be diyor iç sesi. Gün yine güzelleşti. Ardında bıraktığı genç kızın içine zehir akıttı. Yesin dursun kendini. O muradına erdi. Herkesin aklını başından alan kendi gibi bir güzel dururken böyle kızlarda kim ne buluyor anlayamıyor.

Yola devam ediyor. Saat erken. Can sıkıntısından çıktı işte evden. İş yeri de yakın zaten. Yürüyerek gidiyor genellikle ki daha çok insan sarsılsın onun enerjisinden. Yol kenarını süpüren bir görevli ilişiyor gözüne. Şuna bak elinin ucuyla tutuyor süpürgeyi.

Açılıyor yine dili. E tabikî zehirli. “ işini doğru düzgün yapmayanı barındırmamalı. Şikâyet etmek gerek. İki büklüm olmuş haline bakmadan neyine senin memuriyet.” Şikâyet edileceği korkusuyla şaşkın baka kalan adamcağızı umursamıyor. O görev bildiğini yaptı. Dürüst olmalı. En büyük erdem dürüstlük değil mi sonuçta.

İlk markete girerek meyve suyu alıyor. Reyon görevlisini paylamadan geçmiyor. Bu ne biçim düzen diyor da yaptığı işi küçümsüyor. Kasadaki delikanlı tanıyor onu. En son kirli bozuk paraları eldivensiz tuttuğu için azarlanmıştı. Yaklaşan tehlike işi bırakmak istemesine vesile. Bulsa başka bir yer hiç durmaz orası mutlaka buradan muteber. 

Söylene söylene çıktığı marketin karşısındaki parka geçiyor. Ağaçların altında aldıklarını yiyip öyle gitmeye karar veriyor iş yerine. Ağaçlar bile istemiyor onun nefesini hissetmeyi. Ancak yok ki dilleri. Gerçi dili olan da yetişemiyor onun sınırlarına. Ağaç ne yapsın. Rüzgârdan medet umuyor bazen fazla essin de kalksın gitsin diye.

Dallarını kendine çekip güneşi üzerine yolladığı bir gün kesilmesi için dua etmişti işe yaramaz olduğunun vurgusuyla. Elden ne gelir rüzgâra yalvarmaktan başka. Kuşlar rotasını değiştirir, kediler sessizce köşelerine çekilir, köpekler havlamaz arka sokaklara sığınır, o yine de anlamaz… Yakınır ancak neden böyle yalnızım diye.

Her canı sıkıldığında sorar bunu kendine. Cevabı hazırdır elbette. Kıskanılıyordur herkesçe. Kolay mı böylesine güzelliğin yanında gölgelenmek. Kim ister ötelenmek. Zaten onu hak edecek layık bir eş bile yok memlekette. Bu yüzden yurt dışına gitme isteğinden bahsetti iş yerinde bir kere. Herkes hak verdi daha iyilerine layık olduğunu da herkesin onayladığını yapmakta ona aykırı gelmekte. Gözünü karartacak bir gün böyle giderse. Tüm arkadaşları ardından alkış tutarken yakınsın dursunlar onu kaybettiklerine. 

O, kendi hayalinde insanları onsuzluğa mahkûm ederek acı çektikleri düşüncesiyle mutluluğa kavuşmuşken gülümsüyor… Parka okula giderken uğrayan çocukların gürültüsüyle kendine geliyor. Sinirleniyor. O, kızsa bile kaşlarını asla çatmaz alnında oluşabilecek kırışıklıklara karşı. Ancak kelimeleri çatıktır… Muhatabının alnını kırıştırtır.

Keyfi iyice kaçtığı için kalkarken bir şeyler söyleme zorunluluğu hissediyor. “Nasıl saygısız çocuksunuz siz? Bir huzur vermediniz.” Diye kendi kendine söyleniyor. Poğaçasını çantasına koyarken bir çift küçük ayak ilişiyor gözlerine. Bu kadar yakınına ne hadle girebilir?

İşte hayat yine ona sinir bozucu bir neden gönderiyor. Kızmak için çocuğun yüzüne kaldırdığı bakışları böylesi masum bir gülücükle karşılaşmayı beklemiyor. Çözemediği bir neden onu sessizleştiriyor. Çocuk gerçekten farklı bir enerjiyle gülümsüyor. Elindeki çikolatayı uzatıyor “ güzel baktığın sürece güzellikler senide bulur. Mutlu baktıkça mutlulukta hep olur. Annem her sabah bana öyle söylüyor.” Sözlerini fısıltılı bir gürültüyle bırakıp koşarak uzaklaşıyor. Ardında bıraktığı kişiyi ne kadar sarstığını bilmeden, kalktığı banka geri çöktüğünü görmeden, o çocuk mutluluğa koşuyor…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi