ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 30-12-2022 16:42

Valiz

Yazan: Elmas Tunç -VALİZ

Valiz

VALİZ

"Uzaklar sana iyi gelmez, izin ver valizimden mutlu anılarımı çıkarıp tekrar asalım gökyüzüne. Bilirim, o valiz hazırlandıysa gidilir. Gecenin körü, sabahın ilk ışıkları fark etmez giden için."

               Songül Ünsal (Günaydın Sızım)

"Otopsi yaptırmak istediğinizden emin misiz?"
"Niçin emin olmayacak mışım? Şu yıllardır yaşadığımı bir ben biliyorum bir Allah biliyor."
"Elbette orası Mevlâ'nın ve sizin bileceğiniz iş. Ancak biz prosedür gereği belgeleri imzalatmak zorundayız."

Karşımdaki cinsiyetsiz görünen ucubenin çok bilmiş tavrı hoşuma gitmedi. Ucuz parfüm banyosu yapmış sarı civciv. Ağzıma sıkıntıyla birlikte derin bir hava çektim ve önüme uzattığı kâğıtlara üfleyerek dans etmelerini izledim. Bana uzaylıymışım gibi bakmasına aldırmadım. Belki de aldırdım. Otopsi en iyisiydi. İçime metastaz yapmış o duygu her neyse bulsunlar istiyordum. Korkuyor muydum? Bilmem ki. Yine ikilem.

Kollarımdan çekiştirdi ikisi de. "Bende kalacak." "Hayır efendim bende kalacak." Kollarım yine gerildi. "Bırak diyorum sana!" Elimi ovaladım. Omzuna ağrı saplandı. Sağ omzum yıllardır diğerinden daha düşük, daha aşağıda. Terfi bekleyen memurlar gibi. Sol omzum da az değil hani. Memurunu ezen müdür gibi ötekini habire ezikliyor. Mobbing diyorlar buna. Bildiğin efelik canım bu. Kabadayı zannediyor beni mazimi bilmeyenler. Kız kısmına yakışır mı diyorlar. Üzülür gibi oluyorum. Sulugöz olma emarelerine bakarsak hayli üzücü. Gözümü yüzlerine dikiyorum. Sabun köpüğü gibi kayboluyorlar. Eee ya otopsi? Yaptırmasam mı? Dünya kadar kâğıt imzaladım. Kalem elimden düşüyor. Ne olacaksa olsun.

Böyle hayal etmemiştim içeriyi. Görevli kapıyı kapatıp gidiyor. Belleğim kesiliyor. Ağrısız. Burnumda formaldehit, bir de akmayan kanın kokusu. Karşımdaki ruhsuz, mimiksiz bakıyor olmayan saçlarını kaşıyıp. 

"Böyle mi olacak?"
"Ne böyle mi olacak?"
"Otopsi."
"Evet biraz kanatacağız."
Yutkundum.
"Neyi?"
"Geçmişinizi."
"Haa otopsi deyince..."
"Bu bir çeşit mental otopsi."
"Eee anlatacak mıyım?"

Suratıma "Ne sorup duruyorsun anlat anıları dibine kadar sıyırttır git!" der gibi bakıyordu ya da ben öyle anladım.

Bin dokuz yüz yetmiş sekizde doğdum. Evde doğmuşum. Tabii o zamanlar hastaneler bu kadar yaygın değil. Babam, annem tarafından sabah sabah, " Sancım var, kalk ebe bul!" denmek suretiyle yataktan yere atılmış. Afallamış.

"Düştüğü için mi?"
"Yok. Ağzı var dili yok annemin cazgırlaşmasına afallamış. Sancıdan herhâlde diye düşünmüş. "
"Anneniz bir gecede mi değişmiş?"
"Babaannemle yaşarken sesi çıkmazmış. Diş fırçasıyla lavabo ovdurmuşluğu varmış rahmetlinin. Tabii bunlar yaşanırken ben henüz yokmuşum. "Annem iyi sabrettim o toprağın altında çarpılasıcaya." der dururdu. Ana rahmine düşünce babamın zulmü de ufaktan başlamış. Lâkin hormonlar sebep bilinmiş. Doğum sancılarıyla anamın karnını tekmelemişim o da babamı tepiklemiş. Yani peş peşe tepkime göstermişiz. 

"Annenizin dominantlığı sizde nasıldı?"
"Yediğine, içtiğime, giydiğime karışırdı. Kararsız kalışıma bile karışırdı. Anneni mi çok seviyorsun babanı mı sorusuna karşılık, ikisini de dememe de karışırdı. Anneme karşı lâl olan babamsa bu soru karşısında aslan kesilir, o da pençelerini göstermekten sakınmazdı. Velhasıl bir o çekiştirirdi beni bir öteki."

Peçeteye uzandım.

"Ağlıyor musunuz?"
"Hayır sadece gözlerim... Bitmedi mi? Delik deşik ettiniz."
"Zor olduğunu biliyorum fakat daha buzdağının görünen yüzündeyiz."
"Buzdağının arkasını ben de bilmiyorum. Aslına bakarsanız. Yıllardır duvarlarda annemin sesini duyuyorum. Tavanarasına bile çıkamadım. Albümlere bakamadım. İçim çekiliyor. Panik ayağım başlıyor. Kapı çalsa çarpıntım başlıyor. O tozlu yere çıkıp çıkmama arasında bocalıyorum. Babamı valiziyle gittiği günden beri çok özlüyorum. Ben gördüm. Annem görmedi onun gidişini."

"Öldü mü?"
"Bunca zamandır ne aradı ne sordu. Sabahleyin uyandığımda yoktu. O gece babamın odama bıraktığı sütü içtikten sonrasını hatırlamıyorum. Ölü gibi uyumuşum. Babama sordum. Yüzüme bakmadı önce. Sonra karşısına geçip bir daha sordum. Gözyaşımın tuzu göz kenarlarmı yakmıyordu yalnızca. Ağzımda alıyordum tadını. Yüreğimi yakıyordu. Onun da gözlerinin kızarık olduğunu fark ettim. Sorunca uykusuzluktan dedi. Hiç mi duymadın annemin gidişini? İçim geçmiş bir ara. Parmağı sarılıydı. Kapıya sıkışmış sanırım. Biraz da kanamış olacak ki gömleğinin kenarında kan vardı."

"Peki ne yaptı?"
"Koca valizi "eşek ölüsü gibi" diyerek sürüye sürüye evden çıkardı."
"Size bir şey söylemedi mi? Veda?"
"Şimdi götüremem seni. Halletmem gereken işlerim var." dedi kapıyı çekip çıktı.
"Dönmedi mi?"
"Hayır. Ormanlık bir alanda arabasını bulmuşlar. Fakat o yokmuş."
"Valiz?"
"O da yokmuş."

Gözlerimi üzerime dikti. 
"Geçmiş olsun. Otopsiniz bitti."

Yüzüne bakakaldım. Nutkum tutuldu. Çarpıntım tuttu. Sandalyeden kalkamadım. Geçmiş miydi sahi? Üstümde bir ağırlık hissettim. Babamın "eşek ölüsü gibi" dediği cinsten. Doğrusu valizi aramalarına gerek yoktu. Belli ki babam giderken çocuk aklıma bırakmıştı.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi