ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 18-12-2022 19:14

Topal

Yazan: Dilek Altundağ -TOPAL

Topal

TOPAL

Elli beşinde ya vardı ya  yoktu Topal Rakıp Efendi. Asıl adı Mehmet'ti. Dedesi, "İllaki adım konulacak." dediğinden beri saygıda kusur edilmesin diye Rakıp adıyla kaldı gitti. Zamanında nüfus kaydı mı vardı? Bir lakapla soy sop belliydi. "Önücüler" dedin mi tüm köylü tanırdı. Rakıp Efendi de Öncülerin Rakıp dedenin torunuydu. Ana babası dedeleri yokken Mehmet diye severdi.

Boğazını temizleye temizleye öfkelenen dedesi,

"Rakıp'tır onun adı, duymayayım."derdi.

Köylüsüne yardım etmeyi pek severdi, Mehmet. Namıdiğer Rakıp Efendi.

Şehre de sırf bunun için yeni doğan çocukların  nüfus kaydını yaptırmaya inerdi… Nüfusta adı Mehmet 'ti ama Önücülerin soyu tükenmeyecekti. Önücülerin Rakıp Efendi diye kaldı gitti.

Eskiden nahiye memuruydu Rakıp Efendi. Emekli olunca köydeki dede evine yerleşti. Hiç evlenmedi.

"Bu topala kim kız verir?" derdi. 

Kadın kısmı bir gün kızdı mı hani olur ya karı koca arasında  illaki kavga olacak ev hali bu.

"Ulan topal…" diye başlarsa kahrolurum, derdi de inat ederdi. Evlenmemeye,

"Nuh der peygamber demezdi."

Şehre gelince yalnızlığını unuturdu. 

Yalnızlığını dostu bilen Rakıp Efendi, kendi kendine  konuşur dururdu:

Her ay köyden şehre gelirdim.Yalnızlığımı unuturdum sehirde. Tıpkı nahiye memuru olarak çalıştığım günlerde olduğu gibi.

Köydeki çocukların nüfus kaydını yaptırdım. İşim bitince de eskiden olduğu gibi mesai saatleri bitiminde takıldığım lokantaya topallaya topallaya girdim. Gelir gelmez de garson Hüso'dan en sevdiğim yemekten istedim. Her zaman yediğim yemekten.

"Bolca limonata, kuru soğan, kuru fasulye. Meşhur zengin yemeğimden getir, bakalım."

Keyfim yerinde olunca benim gibi emekli arkadaşlarla gırgır şamata sohbet ederdim.Lakırtıyı severdim.Milleti gülmekten kırıp geçirirdim beni tanıyanlar,

"Köyde hiç sesi çıkmaz bu topalın. Şehirde ayarı kaçıyor." diyip yine gülerlerdi. Bir topal, demeseler iyiydi be. Gücüme de giderdi. Ama alıştığım için ses etmez askerlik anılarımı anlatırdım.

-Bir emir çıksa bugün  yine giderim, derdim. Ordudaki komutanların beni nasıl sevdiğini, cephede en ciddi  durumlarda bile vazifemi nasıl alt ettiğimi emir komuta zincirinin şahsıma münhasır hizmet ettiğini…  Yemeğim biterdi, abartılı sohbetlerime devam ederdim. 

Bana çıkışan  seksenlik Kenan Bey bastonunu kaldırarak,

"Yahu at da bülbüller yesin koskoca ordu kurmayı varken senin gibi bir topala mı kaldı işler? Peki şimdi kim yapıyor ordudaki bu işleri?" der kestirip atardı.

Lokantadakiler de bir kahkaha tufanı kopar. "Yaşa dayı, ömrüne bereket" diye tezahüratlar ederlerdi.

Rakıp Efendi, yine aldırış etmezdi. Bir anıdan başka bir anısına geçmeye devam ederken elindeki maşrapayı limonata bidonuna daldırıp başına dikti. Boynundan sakallarına akan limonataları elinin tersiyle sildi. Yaladı ekşimiş dudaklarını. Kocaman diliyle temizledi kalan limonata damlalarını. 

Lokantacıya, "Kuru fasülye ve limonatayı yaz hesaba Hüso Ağa." deyip yola çıktı. Sırtında robdöşambır, kafasında bordo kadife külahla geldiği şehirden, köye dönmek için 16.40 köy postasına bindi.

Köyde evine doğru yürürken de hislerine tercüman olurdu.

Köye inince hava gibi kararında kalmadı şehirdeki neşem. Mevsim sonbahardı. Gökyüzü kül renkli bulutlarla örtülüydü. Biçilmiş tarlalar üstünde soğuk rüzgârlar esiyordu. Otobüs köye Güneş batarken indi. Köyde çocuklar çok sevdiği Rakıp Amcalarının yanına koşarak gelirdi. Ayağı çıplak, burnu sümüklü çocuklara ağaçtan düdük yapmasını öğretip, cebimdeki cevizlerden verdim. Ben de çocukları çok severdim. Çocuklar bana hiç topal demezdi.

Mezarlığa gittim. Anama babama dua ettim. Onlar da bana hiç topal dememişti.

Köy bakkalına selam verip somun ekmeğiyle margarin istedim. Gazete kağıdına sardırdım yumurtaları. Husumetli olduğumuz Muhtar Sadık'a selam vermeden yanından geçtim. Muhtar, arkamdan söylenirdi:

"Zamanında çok çektirdi bize  dedesi Rakıp Efendi. Bu da ad aldığına çekmiş inatçı Topal." derdi.

Hürü Kadın, köy çeşmesinin önünden geçerken sıraya koyduğu bakraçlarından bir fıçı su alıp uzattı. Başıma dikip bir solukta fıçıyı devirip içtim. 

Giderken arkamdan seslendi: 

"Rakıp Efendi bir ihtiyaç olursa haber sal. Köy çocuklarını az mı okutmadın. Hala hepimizin evlatlarının nüfusa kaydını  yaptırıyon anan baban nurda yatsın Rakıp Efendi."

"Sağ ol, Hürü Bacı." diye cevap verdim bana topal demeyenlerle konuşur, selam verirdim.

Rakıp Efendi, yalnız yaşadığı dede yadigârı evine geldi. Evin taş duvalarla çevreleyen büyük bir bahçesi vardı. Bahçesindeki elma ağaclarıyla, karahindibaların dibinde tüneyen ayrık otları temizledi. Halının altından çıkardığı anahtarla kapıyı açıp holden evine girdi. Yıllanmış taş ocağın yanında biriktirdiği çalı çırpıyı ateşledi.

"Ulan hoş sohbetli de bir adamım. Oldum olası yardım etmeyi seven de biriyim bir topal demelerine razı değilim." dedi.

"Sırtıma yük bir kamburum var o da lakabım oldu.

Topal Rakıp Efendi.

Güya "Önücüler"soyunu devam edecektim?" diye  içerlerdi. Taş ocaktaki çalı çırpı alevlendi.

Muhayyilesini kurcalayan yaşamın verdiği bütün canlılığı da ateşe verdi. Şehirdeki hoş sohbeti, lakırtısı kesildi. 

Tanıyanların "Sesi çıkmaz köyünde" dediği gibiydi. Kese kağıdından çıkardığı margarinle somun ekmekten yedi.

Zengin yemeği bolca limonata, kuru soğan, kuru fasülye de yoktu sofrasında.

Yün yorganın içine girdi.
Ocaktan gelen cızırtılı ateş sesiyle rüzgârın uğultusu bozuyordu gecenin sessizliğini.

Duman siluetiyle dans eden titrek gölgeleri göz kapakları kapanıncaya kadar seyretti. Kapandı göz kapakları. 

Sabah ezanlarını duymadı soğuk bedeni. 

İlk kez hissetmedi topallığını.

Solgun benzi hareket etmedi.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi