ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 23-10-2023 18:08   Güncelleme : 23-10-2023 23:24

Tarçın / Elif Güler

Yazan: Elif Güler -TARÇIN

Tarçın / Elif Güler

TARÇIN

Burada, “dinmeyen bir ızdırap” gibi kök salmış bataklıkların kurutulduğuna; “Ot bitmez!” denilen topraklarda envai çeşit bitkilerin, çiçeklerin boy verdiğine; her mevsim kara bulutlarla dolu gök kubbenin nasıl da karanlığından soyunup nihayet şehrimizi aydınlık ve berrak günlere kavuşturduğuna yaşayarak şahit olduk…

“Sisin ardında belli belirsiz görünen iyiliğe” pusuların kurulduğu; vicdanın, merhametin alaşağı edildiği; her daim kötülüğe çanak tutulan bir izbeydi burası. Cezası verilmeyen en adi suçların işlendiği bir zulüm kentiydi içine hapsolduğumuz… “Suç” kelimesi o denli kanıksanmıştı ki, olumsuz bir anlam içermediğine inanır hale gelmiştik düpedüz. İnsani değerler yitirildikçe kaos, entrika, düzenbazlık ve son radde olan gaddarlık hüküm sürmeye başlamıştı her köşe başında. Öyle bir keşmekeşti ki bu, iyiliğe atıfta bulunan tek tük insanlar bile günün sonunda “kuzunun, kurda emanet edilmesi” gibi kendilerini zalimlerin safında buluyordu. Kimin eli, kimin cebinde? Belli değildi. Ortalık toz duman, kan revandı. Mayamız bozulmuştu. Çoğumuz akli melekelerini yitirmişçesine düşünmeden, sorgulamadan akıntıya teslim olmuş, gidiyorduk.

Bu hükümranlığın başındaki kimdi? Kim şahtı, kim piyondu? İktidar o kadar hızlı el değiştiriyordu ki, kime tabi olduğumuzun bile farkında değildik. Tek bildiğimiz, kötülüğün bizi kumanda ettiği ve dönüştürdüğüydü. “İyilik” kavramı yeryüzünden silinmişti adeta. Sevgi, adalet, hoşgörü, paylaşım artık ne kapıdan ne de bacadan girebiliyorlardı. Pek azımız onları yastık altında saklamaya çalışsak da, bir gün onlara gizliden gizliye sahip olmanın bedelini ağır öderiz korkusuyla gömmüştük hepsini sonunda. Nefret tohumları ekmek zorunda bırakılmıştık biz de. Bu kötücül düzene boyun eğmiştik işte…

Ve sonra zemheri bitti. Çamurlar, umut vaat eden Nisan yağmurlarıyla aktı gitti. Islah olan bataklıktan verimli bir toprak zuhur etti. Kötülük çığının altında kalmış olan her güzel duygu, tekrar gün yüzüne çıktı. Dirilişimiz, öyle seyri doyumsuz bir andı ki...

Yalnızlığını bir yük gibi omzunda taşıyarak kapkaranlık, soğuk ve ıssız evine giren bir insanın, hiç beklemediği anda “Sürpriz!” nidalarıyla ellerinde sımsıcak mumları, gülümseyen yüzleriyle sevdiklerinin doğum gününü kutlaması gibi belleklerimizden silinmeyecek bir mutluluktu şehrimizin yeniden doğuşu… Yıllarca kin ve öfke ekilmiş bu topraklarda artık sevinç ve huzur yeşeriyordu. Atıl olan tüm erdemler canlanmış ve elden ele dolaşıyordu mucizevî bir şekilde. Paylaştıkça çoğalırmış ya her şey. İyilik de güzellik de dalga dalga yayılıyordu şehrin merkezine.

Nefretten kaskatı kesilmiş gözler artık saadetle ışıl ışıldı. Korkuyla, bezginlikle içine kapanmış ruhlar, maddi âleme geçiş yapmış maneviyatımızı canlandırıyor, “en yüce yaratık” olan insanı hak ettiği yere taşıyordu. Kötücül hiçbir duyguya geçit vermediğimiz gibi, pis kokulardan da arındırmıştık yuvamızı. Saltanat sona ermiş, bağımsızlık ve hür irade egemen olmuştu kalplere… Fakat,  bir Lale Devri’ymiş yaşadığımız, Patrona Halil İsyanı ile son bulacakmış, öngöremediğimiz...

Müşterek iyiliğin hüküm sürdüğü bu devir, bir rüzgâr gibi geçip gitti ömrümüzden. İnsana yaraşır tüm faziletler tahttan indirildi ve yerine tekrar nahoş halleriyle “fenalık” oturdu. Bize kısa bir süre olsa da hafızamızdan silinmeyecek bir düş yaşatan kişi, bir makineymiş. Evet, yanlış duymadınız; iyiliğe, güzelliğe programlanmış bir makine. Ama kötülükten beslenenler, sonunda bir punduna getirip kazan kaldırınca o kazanın altında kaldı bize tatlı rüyalar gördüren bu makine.

Parçaladılar onu, tüm mekanizmasını söktüler ve hiçbir parçası bulunmayacak şekilde imha ettiler sonunda. Kod adı "Tarçın’mış". Ondan geriye iyilik ve güzellik namına sadece o güzel rayiha kaldı. Yakında o koku da ciğerlerimize kadar sökülüp alınır tüm benliğimizden…

 

Editör: Hamit Gözümoğlu 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi