ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 30-12-2022 21:23   Güncelleme : 28-03-2023 04:31

Son İstasyon

Yazan: Dilek Altundağ -SON İSTASYON

Son İstasyon

SON İSTASYON

Kurşuni saçları rüzgârda savruluyorken, "Biz sadece kendimizde kayboluyorduk. Yol hep oradaydı." diyor Sibel. 

Kavruk benzinden dökülüyor tel tel ırmaklar. Zihnini yoran cevapların kendinde olduğu gerçeğinden silkelenmek istiyor. Bilmiyor. Bilmiyor gideceği yeri. Kafası arapsaçı.Tren son istasyonda bırakacak. Son yolcu olarak da inecek. Hayatını zindana çeviren kocasından kurtulacak. Kararlı. Şu an sadece bunu düşünüyor.

Ailesini haklı gösterecek düşünceleri sindiriyor kafasının içinde. Haksızlığının ortaya çıkmasını, yüzüne vurmalarını istemiyor. Ailesi Bora'yla evlenmesine izin vermemişti. Hiç. Evleniyor Sibel.   Şimdilerde bile tıbben tedavisi mümkün görünmeyen narsist bir eşle kabuslarında kayboluyor. Beş sene. Unutulmak istiyor, istiyor. 

Şehrin bağırtılı çağırtılı gürültüsünde duyulmayan sesini de alıp gitmek istiyor.

Ne hissetmesi gerektiğine bile karar veren  Bora'dan kurtulmak istiyor. Bora'nın yanında yok esamesi. Sibel, diye bir adı yok. Yoruluyor. Yoruluyor.

Kendini anlatmaktan, savunmak için her savaştığında dengesiz görünmekten. Bora’nın haz oyuncağı olmaktan yoruluyor. Kazanmanın tek yolu kaçmak. Bora'dan, geçmişinden kaçmak. Kaçarak evlendiği adamdan kaçarak kurtulmayı düşünüyor. Bu kadar basit. Kaçıyor. Bora’nın zevk oyunlarından, dayaklarından, aldatmalarından,  ruhuna derin yaralar açmasından, terk edip hiçbir şey olmamış gibi geri dönüşlerinden…

Kaçıyor, Bora'dan. Kaçıyor, varlığını takdir etmeyen birine yokluğunu hediye etmeyecek.
Kurtulacak. Kurtulacak zayıflıklarından. 

Sonsuzluğu hissetmenin inancını taşıyor. Saniyesi hiç şaşmayan, hayat yolunda tek inancı, doğruyu gösteren saatini de koluna  takarak. Saati dursa sadece zaman bir lahza daha gecikecek musibetlere, belalara. 

Son kez bakıyor ruhsuz eve. Boş odalara sesleniyor. Son bir kez daha. Duymak istediği tek kelime. Kelimelerle arasındaki yol uzadıkça uzuyor.

"Her nihayet bir bidayettir," diyerek dökülüyor kelimeleri. 

Çıkıyor yola Sibel. Dönüşü olmayan yollara gideceği istasyonda şimdi. İlk istasyon burası. Son istasyona gidiyor. İstasyon değil geldiği yer. Menzil. Kalabalık. Gürültülü patırtılı. Telaşlı yolcular. 

Dönüyor başı Sibel'in. "Kesin artık! Susun!" demek istiyor. Dünyadaki tüm seslerin kesilmesini istiyor o an. O vakit. Yalnız anımsama durumlarında rastlanan birtakım çizgiler, o vakit yaşlanmış yüzünün kırışıklıklarına yerleşiyor. Çok canlı görüntüler karşısındaymış gibi bir değişim içinde vagonların camlarına bakıyor, bakıyor… Trenin düdük sesiyle sıkışıyor ruhu. Üstüne üstüne yürüyor raylar. Tren ilerledikçe kayıp şehirleri arıyor gözleri. Ne içinde kalabiliyor zamanın. Ne de büsbütün dışında.

Pencereye yaslıyor kafasını. Manzarayı seyre dalıyor. Yorgun göz kapakları bir açılıyor bir kapanıyor. Dalıyor. Uykuyla düş arasında kalıyor. Bir el sıcacık bir el dokunuyor omzuna. Kulağına fısıldıyor bir tiz ses:  

"Bu dünya bir tren yolculuğu. Bize gösterilen nimetler, güzellikler sadece o trenin penceresinden bakıp görebildiğimiz kadar, bir gölgeden ibaret. 

Trenin gideceği yer nereye belirlenirse senin trenin oraya gidecek. Yol doğru belirlenirse bu gölgelerin asıllarına ve kaynaklarına ulaşılır. Bu sonsuz güzel lezzetleri sadece bir pencere arkasından seyrederek gölgeleriyle yetinemez. 

Asılların insanı. Unutma o trenin gideceği yerde insanoğlunu sevdikleriyle ebediyyen mutlu olabileceği bir yer bekliyor. Ayrılık yok, acı yok, hasret yok... Sana düşen görev gideceğin yolu seçip güzel bir yolculuk yapmak. Vardığın yerde her şey hazır, bekleniyor olacaksın."

Kafası boynuna düşüyor. Titriyor birden. İrkiliyor. Sesin sahibini arıyor. Karabasanlar görüyor ya da bir iniltidir geçiyor, gidiyor. Dün akşamki dayağın etkisinde kalıyor. Beş yıllık bir akşam bu. Eklem yerlerinin katıldığını, göz kapaklarının ağırlaştığını hissediyor.

Son istasyona geliyor. Tren, yolcularını indiriyor. Son yolcusu Sibel. Vedasız  bavulsuz geldiği şehir. Karanlık. Yerini yadırgayan uykusuz meczup bir şehir. Akreple yelkovan kayboluyor kolundaki saatinin. Zamansız saati. Yürümeye başlıyor. Şehrin sokaklarında cebi adressiz. Kaybolan yılların izi gördüğü her yabancı yüzde siliniyor. Attığı her adımda atıyor kalbine ağır gelenleri. 

Taşımıyor artık yanına getirmediklerinin yükünü. Sevgiden gayrı ne varsa sığdırmıyor ardı sıra. Hiçbir şey seçilmiyor. Neresiydi, nereydi? Başını iki yana döndürüyor. Sokak lambasının sarı ışığı sızıyor kaldırımlara. Yoruluyor. Dermansız dizlerinde mecal kalmıyor. Tökezliyor, yığılıyor yere. Soluk soluğa kalıyor. Sesleniyor sırtı dönük tanımadığı bir adam, ‘’İyi misiniz?" diyor.

Sırtı dönük, esrarengiz adamın gece kadar karanlık yüzüne bakacak yok mecali. Konuşacak gücü. Sahi sesin gücü olur muydu? Bunu hiç düşünmüyor. Şimdi. Onun gücü kalmıyor. Yabancı adam tutuyor onu kolundan, ‘’Kayboldunuz herhalde.’’ diyor. Bu ses. Bu nefes. Tanıdık. Çok tanıdık geliyor. "Olamaz! Olmamalı," diyor. Bora! Bora'yı  aklına getirmemeli. Şimdi. Ses benzerliği olacak illa ki. 

Teskin ediyor yüreğini. Şimdi şimdi bunu hiç düşünmemeli. Kaç şehir terk ettiği Bora, onu bulamaz artık. Buna inanmalı. İnanmalı değil mi? Başı dumanlı dağlardan, uçsuz bucaksız sahralardan geçti. Bulamaz onu. Bulamaz değil mi? ‘’Evet’’ diyor. Bulamaz.

Daha ses etmiyor karanlık yüzlü adam. Kolumdan tutup yürüdük izbe caddede.Teni Sibel'in tenine değiyor, karanlık yüzlü adamın. Değdikçe teni, ürperiyor. Çekiyor kendini. ‘’Kolum. Kolumu acıtıyorsunuz,’’ diyerek çekiliyor. Karanlık yüzlü adam, daha bir kavrıyor kolunu. Sıkıyor. Kadını acıttığı yerden tanıyor. ’’Yürüyün böyle!’’ diyor  karanlık yüzlü adam. Kaybolduğu yollara geri getiriyor.  Ayın ışığı sönüyor Bora'nın yüzünde. Sibel, ürperiyor. Tiksinerek tükürüyor yüzüne. 

Ağzına gelen tekmeyle kanlı tükürükleri  genzine kaçıyor. Kanının tadı da çok tanıdık.  Yutkunuyor. Gücü yok. Yok şimdi. Yere seriliyor. Beş yılın  hıncını çıkarıyor. Kollarını kıvırıyor. Kollarından sesler geliyor, kütür kütür. Bora, ‘’Kalk çabuk! ’’ diyor.

Artık bu son, dediği istasyona geri getiriyor. Binmek istemiyor trene. Direniyor. ‘’İmdat!İmdat!’’ diye bağırıyor. Bağırıyor. Kaç kere imdat dediğini hatırlamıyor. Semaya karışıyor iniltileri. Kaçışıyor martılar. Helezonlar yapıyor kaçışıyor. Canhıraş feryat figanlar  koparıyor. Martılar da duymuyor sesini artık. Yok. Yok. Sesini duyan  Duymak isteyen yok şimdi. Kısılıyor sesi. Kısılıyor. Kısılıyor. Bir el yetişmiyor. Bora, saçlarını avuçluyor. Sibel, iteklenerek giriyor  hareket eden trene. Çürük kolları da dizleri de tutmuyor. "Artık bu son," diyor.
Sesi raylara karışıyor. 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi