ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 12-11-2022 23:29

Mevsimsiz Yolcu

Yazan: Faik Öcal - NEVSİMSİZ YOLCU

Mevsimsiz Yolcu

NEVSİMSİZ YOLCU 

Benim çocukluğum tek yitik cennetim, senin çocukluğun cehennem gibi kanayan bir yara. Yaranı iyileştirmeme müsaade eder misin? 

Çocukluk kutsaldır bütün kutsal kitaplarda. İnsan kayıptır insanda. Çocukluğumu senin çocukluğunda bulmama yardım eder misin?

Senin düştüğün yerde ben vuruldum, bir başkasıyla öldüm dirildim. Her bir parçanda yoksunluk atlarımı doludizgin koşturdum. Yatağına kırgın akan bütün nehirleri azat eder misin yoksa kendini hepten yatağına kırgın akan bir nehir mi kılarsın?

Kaderinin ağları şehrinin yalnızlığında örüldü. Kim içeride mahkûm, kim dışarıda özgür? Bilirsin ama susarsın. Çocukluk dilini yitirdin, kelimelerinin boğazını kestin. Parmak ucuyla yaşamak ustası oldun. Yaşam bir başkasının ayaklarıyla geliyordu bir başkasının rızasıyla gidiyordu. Her sahipsiz gelip seni buluyordu, her kimsesiz bütün bir varlığını kutsuyordu. 

Dili yoktu kavuşmalarının, sesi sedası yoktu ayrılıklarının. Her sürgünlüğünün cümle kapısında kendini buluyordun. Biliyordun, çocukluğu olmayanın hiçbir yerde yeri yurdu yokmuş, hiç kimsede bir karşılığı yokmuş. Çocukluğu olmayanın içi kan ağlıyormuş her daim, rüyalarının tabircisini bulamıyormuş, yol bir tarafa yolculara başka tarafa düşüyormuş.

Sen kendi çocuğunda doğdun yeni bir çocuklukla. Çocuğunun ellerinden tutuyorsun, yere düşen çocukluğunu yerden kaldırıyorsun. Kimseler bilmiyor, kimseler duymuyor. Önemli değil. Geçmişin külleri savruluyor her yere. Sen bir başka zamanın çocuğu oluyorsun. Kalbinde uçuşan sabah kuşlarıyla ötelere gidip geliyorsun.
Belki çocukluğun tek ağaçlık bir ormandı ömrünün tamamında. Dallarına konan kuşlar benzemiyordu, ötekilerinin kuşlarına. 

Çocukluk ağacı büyüyordu kalbinde. Kök salıyordun çocuğunun ruhuna. İçindeki yatağına kırgın akan nehirler dolup taşıyordu. Sen bir başka çehreyle kendine küsüyordun. Zaman ve mekân bir başka yazgının kapısını çalıyordu. Kendi çocuğunla kolu kanadı kırık olan çocukluğunu tutuyordun, seviyordun, koruyordun. 

Şehrin kalabalığında kayboluyordun ya da bulunmak, görülmek istemiyordun. Çocukluğun gelip buluyordu seni, yerden biter gibi gökten iner gibi. Ben gözlerinin kavşağında yol buluyordum uzaklara, ötelere. Ağrılı sızılı bir yanım, başka şeyler anlatıyordu. 

Kimsenin vakti yoktu. Benim bütün bir hayatım sen olmuştun, kendimi büsbütün şehrinin sokaklarına salmıştım.

Adressiz yerlerde saklanıyordun. Bir an için anılmak sonra da ebediyen unutulmak istiyordun adressiz sevdalarda. Kimin ne dediğinin hiçbir önemi olmamıştı zaten hiçbir zaman. Çünkü kimseler kalmamıştı hayat çemberinin yakınında uzağında. Uçsuz bucaksız bir çölde kaderinin izini sürüyordun, içsel denizlerin kalkarken, görünmez kocaman dağların yıkılırken.

Biliyorum, çocukluğunun uzun yaz gecelerinde kendinden vaz geçtin, başının üzerine yağan kuş ölülerinden bihaber. Çocukluğunun uzun kış gecelerinde büsbütün içine çekildin, ayaklarının altında kırılan insan kemikleriyle beraber. Sen sonbahar çocuğuydun. 

Sonbahar hüznüyle kuşanmıştı bütün bir ömrün. Baharın bir başkasında kalmıştı. Baharın benim hesabıma yazılmıştı. Baharın geldiği gibi gitmişti. 
Belki de senin sen yapan yaz geceleri vaz geçişlerindi. Seni bana getiren kış geceleri çekilişlerin olmuştu. Seni çocukluğuna geri getiren sonbahar hüznün olmuştu. Kim bilir. Sen yol oldun kırık dökük çocukluğunla. 

Senin yoksunluklarınla çocukluğuma yürüdüm, kendi çocukluğumu buldum.
Ben yolcu oldum yitik cennetimle, senin yolunda yürüdüm, yere düşen o çocukluğunu gördüm. Çocukluğuna geri döndüm aynı yoldan. Mevsimsiz birer yolcu oluyorduk şehrinin yalnızlığında. Yolumuz aşıyordu uzun kış gecelerini. Beraber yola çıkıyorduk uzun 
yaz gecelerinde. 
İki baharın
kavşağında çocuğumuz, çocukluğumuz.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi