ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 05-03-2023 17:43   Güncelleme : 05-03-2023 17:48

Mazinin Sesi

Yazan: Elif Güler -MAZİNİN SESİ

Mazinin Sesi

MAZİNİN SESİ

Yaşlı kadın için sıradan bir gündü. Önce hiç acele etmeden yatağını topladı, mis gibi lavanta kokulu yatak örtüsünü hiç pürüz kalmayacak şekilde dört tarafını da sımsıkı gererek güzelce serdi. Emektardı bu işlemeli örtü, ilk günkü gibi titizlenirdi her daim. Artık çayı demleyebilirdi; son günlerde tavşan kanı içiyordu doktoru hiç önermese de. Bu hafta böyle olsundu bakalım, ilerleyen günlerde rota tekrar oluşturulurdu ne de olsa. İki parça kızarmış ekmek, olmazsa olmaz keçi peyniri, dört adet siyah zeytin ama illa ki etlisinden, bir tane de rafadan yumurta bulunurdu kahvaltı öğününde. 

Aslında yeşillik de tavsiye ediyordu doktor ama otları doğal habitatlarında seviyordu o, menüsüne eklemeyi tercih etmezdi. Yine sakin bir müzik eşliğinde afiyetle doyurdu karnını. Bu öğün onu akşama dek tutardı. Gün arasında midesinde guruldama hissederse biraz badem ve ceviz atardı ağzına, olur biterdi. Rutin işlerini de hallettikten sonra gözleri artık zor seçiyor olsa da kitabını okumaktan vazgeçmezdi.

Hergün en az on sayfa hedef koyardı kendine. Kızıyla veya ahretliğiyle artık hangisi müsaitse bir telefon görüşmesi de yaptı mı bolca serbest zamanı kalırdı. Kızı İngiltere’de yaşadığı için saat farkına takılıyordu tabii. Yoğun da bir iş hayatı olduğundan ahretliğiyle daha çok vakit geçirirdi telefonda. 

Ahretliği Ahsen hanım huzurevinde kalıyordu. Ayda bir o da eğer Zuhal hanım kendini dışarı çıkacak kadar iyi hissederse yüz yüze görüşebilirlerdi. Günlük düzen böyle devam ediyordu. Zuhal hanımın evinde. Farklı olan tek şey her gün olağan akışın dışında değişik bir işle meşgul olma çabasıydı. Yalnızlığının üstesinden ancak böyle gelebiliyordu. Her gün birbirine eşdeğer olduğunda korkular baş gösteriyordu. 

Hayatının sonuna gelmiş de sayılı günlerini bekler gibi bir his zuhur ediyordu içindeki saklı köşelerde. Senede bir ancak görebildiği kızına, torunlarına doyamadan; ahiretliğini huzurevinden çıkartıp her gün doya doya yüzünü göremeden veda etmek istemiyordu onlara. O yüzden her güne sığdırdığı farklı bir aktivite onun yaşama tutunma sebebi oluyordu. 

Mesela iki gün önce yıllarca vazgeçemediği orkidelerinin yanına bir kaktüs misafir etmiş ve bütün gün onunla ilgilenmişti. Yeni konuğuyla ettiği sohbet o kadar iyi hissettirmişti ki enerjisi tazelenmişti. Dün de kütüphanesini düzenlemiş, kısım kısım ayırmıştı kitaplarını. Gençliğinde hiç eli değmemişti bu işe. Artık bol bol vakti vardı ama tabii bir günde bitecek bir aksiyon değildi bu. Zamana yaymaya karar vermişti. Ama bugün ona devam etmeye hevesi yoktu, planlamadığı bir şeyle uğraşmak istiyordu nedense. 

Oturduğu yerde düşündü biraz, etrafında göz gezdirerek. Odaları dolaştı, “Nereye el atsam acaba?” diye geçiriyordu içinden. 

Kütüphaneli odada küçük bir dolap vardı, bir kapağı açıktı. “ Ne ara açık bırakmışım ki?” diye şaşırdı. Dün o dolapla işi olmamıştı çünkü. Bir de baktı ki vidalar gevşemiş, kapak bu yüzden salıvermiş kendini. Dolabın içindeki vidaları el yordamıyla kontrol etmeye çalışırken aile albümü geldi eline. O kadar uzun zaman olmuştu ki albümü eline almayalı, orada olduğunu bile unutmuştu. 

Özellikle arayacak olsa muhtemelen günlerce bulamazdı. Çünkü askıdaki uzun elbiselerin altına saklanmıştı albüm sanki gözden uzak olsun diye. Karar verdi, mutlaka fotoğraflarla geçirecekti bu günü. Hem anılarını tazeler hem yalnızlık hissinden sıyrılırdı bu sayede. Elinde albümle salona girdi, cam kenarındaki berjere oturdu ve usulca açarak resimleri tek tek okşamaya başladı. Cırcır böceklerinin sesi yankılanıyor havada, bir yandan da deredeki kurbağaların serenadı devam etmekte. Çocukların cıvıltıları da doluyor kulaklara. 

Harika bir yaz havası; güneş yakmıyor teni, derenin serinliği izin vermiyor güneşin can yakmasına çünkü. Mangal kokuları da öyle bir iştah açıyor ki. Yeni gelen aileler yer bulma telaşında. “Pat" diye bir ses çınladı Zuhal hanımın kulağında; irkildi ama hemen yerini tatlı bir gülümsemeye bıraktı bu gerilme hâli. Ali öyle bir vurmuştu ki topa, top ağacın gövdesine çarptığı an herkes yerinden oynadı o sesle tabii. Ulu çınar ağacı yaldızlı futbol topunun havasını söndürmüştü, “Buralar benim mekanım, ayağını denk al.” dercesine. Top ağaca denk geliverince olanlar olmuştu işte. Ama çocukların mutluluğunun sönmesine müsaade yoktu o gün. Kasım bey her zaman yedekli giderdi mesire alanına. 

Arabanın bagajından yeni top çıkarıldı hemencecik. Salâ okunuyor şimdi, yer gök inliyor adeta; Zuhal hanımın kulaklarından girip kalbine saplanıyor bu ses. Yağmur şakır şakır yağmakta; bardaktan boşanırcasına ibaresi az bile, gökyüzü yarılmış olmalı, başka nasıl açıklanır bu şiddet. Avazı çıktığı kadar feryat etmek istiyor Zuhal hanım ama karabasan çökmüş gibi üstüne; ağzını kilitlemiş, dudakları mührü söküp atamıyor, bütün acısı gözlerinden fışkırıyor sonunda, kanlı yaşlar akıp gidiyor boylu boyunca. Mecali tükenmiş, nasıl geldi musalla taşının önüne haberi yok. 

Koluna inme inmemiş ama inse herhalde ancak bu kadar olur. Yanındakiler güç bela destek olarak kolunu kaldırıyorlar. Son kez sıvazlıyor oğlunu tabutunun üzerinden. Son kez okşuyor, son kez temas ediyor, son son.. Yarası kabuk bağlayınca son dokunuş diye bir şey olmadığını anlıyor. Çünkü bedenler geçici, ruhlar baki. O gönlündeki, hücrelerindeki bitmez tükenmez evlat sevgisiyle her gün sarmalıyor zaten evladını ve biliyor ki ebedi hayatta elleri hiç ayrılmayacak bir daha.  Zuhal hanımın bir yanı hayatta olan tek evlâdı ve torunları için biraz daha yaşam şerbetini içmek isterken bir yanı da öbür dünyada onu bekleyen oğluna tez vakitte kavuşmayı diliyor aslında. Çok sık bu arafta kalıyor, ecel gelip onu alana kadar dimdik ayakta durmayı tercih ediyor gün sonunda yaptıklarıyla. Bir kapı açılıyor gıcırdayarak, ne zamandır yağlamamıştı. 

Kasım bey Zuhal hanım habire söylese de. Zuhal hanımın elinden her iş gelir de bir onu yapamazdı. Şiddetli bir fırtına patlak verdiğinde, ortalık karanlığa boğulmuşken seher vaktinin ayazında son kez gıcırdadı o kapı. Zuhal hanım öyle derin bir uykudaydı ki duyması mümkün değildi. Zira hemen hemen her gece rüyalarında buluşuyordu oğluyla. Maddi alemle tüm bağı kesiliyordu o vuslat anında. Gacır gucur derken ‘Çaat' diye kapandı işte Zuhal hanımın üstüne. Giden sırra kadem bastı, hiçbir iz bırakmadı ardında anılardan başka. Kalanlar da o sırrın dehlizinde kayboldu uzun yıllar “Neden?""ler, “Nasıl?”’lar, “Nerede?”’ lerle boğuşarak. Kasım bey habersizce çıkıp gitti, Zuhal hanımın ve Belgin'in hayatından. 

Oğlunun yokluğu mu ağır geldi; ne kadar uğraşsa da Zuhal hanımla eskisi gibi olamamanın acısı mı çöreklendi üstüne; yeni bir hayat, yeni bir kadın mı cezbetti onu bilinmez geride ailesini cevapsız sorularla başbaşa bırakarak sessizce gitti işte. Ani bir fren sesi. Lastikler alev alacaktı neredeyse. 

Canhıraş feryatlar. Son anda çocuğu arabanın önünden çekip alan güçlü kuvvetli iki kol. Kaza yapmak üzere olan arabayı takip eden polislerin bangır bangır bağıran sirenleri. Saniyelerle yarışan bir ölüm kalım savaşı. Belgin'i kurtaran o adama yıllarca minnet borcunu ödeyemedi Zuhal hanım. Adam vadesi dolup bu dünyadan göç ederken dahi Zuhal hanım onun yanındaydı. 

Belgin de gitseydi ellerinden Zuhal hanım son kalesi de terk edilmiş ıssız verimsiz bir toprak parçasına dönecekti. Allah tek evladını, sığınacağı son limanını ona bağışlamıştı o gün.

Bugün her güne inat haddinden fazla kalabalık ve gürültülü geçmişti Zuhal hanım için. Tek bir fotoğraf karesi ona zamanda ve mekanda manevralar yaptırmış, kalbine ağır bir yük bindirmişti. 

Sakinleşmek, rutin hayatına dönmek istiyordu. Mazi kalbinde yaraydı elbet söküp atamazdı, atmamalıydı da zaten. Çünkü onlar yaşanmışlıkları, topyekûn hayat izleriydi. Asla silinmeyeceklerdi elbette. Ama kara deliğin onu yutmasına izin veremezdi. Sahip oldukları için ağır aksak da olsa yola devam etmeli, bitiş çizgisine gelene kadar ömrüne her gün bir değer yüklemeliydi hem kendi hem de sevdikleri adına.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi