ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 13-12-2022 22:29

Manşet

Yazan: Elmas Tunç -MANŞET

Manşet

MANŞET 

Bahçesinde baykuşların, kuzgunların tünediği terkedilmiş köşke gündüz vakti girmek bile yürek isterdi.  Az ötesinde bulunan eski mezarlıkta çoğu mezar taşı ya yıkılmış yahut harap olmuştu. Sanki oranın yüzyıllardır uyuyan sakinleri her gece derin bir uykudan uyanmışçasına açılan boşluktan firar edip karanlığa karışıyordu.. Korkunç çığlıklar işitenler ya tımarhanedeydi ya da halkın arasında yok hükmündelerdi. Bu yüzden akşamları o civarda in cin top oynardı. 

Gazeteci Cengiz, aldığı üç beş kuruşu da açgözlü ev sahibine bağladığı için ilk zamanlar aşkla, şevkle yaptığı gazeteciliği artık mecburiyetten yapıyordu. Yazı işleri müdürünün odasından çıkarken bastı kalayı:

"Senin de işinin de kelinin de koca göbeğinin de... Ulan canımı dişime takıp üç kuruşa it gibi bu soğukta oradan oraya koşturuyorum dallamanın dediğine bak!"

"Tirajımız yerlerde Cengiz. Bana cinayet işlenen şu metruk köşkün haberini yapıp getireceksin. Nasıl yaparsın orası senin bileceğin iş. Haber yoksa gözünün yaşına bakmam, koyarım kapının önüne. Hadi git şimdi!"

Bastıkça ayaklarının altında hışırdayan  sararmış yapraklara aldırmadan zihninde altına imzasını atacağı özel haberi tasarlıyordu. Elindeki sigaranın bittiğini baş ve işaret parmağı yanınca fark etmişti. Yere attıktan sonra ayakkabısının tabanıyla sağa sola çevirip ezdi. Sair günlerde bu vakitlerde turunculaşan gökyüzü bugün kül rengine bürünmüş, güneş ise gri bulutların arasında kaybolmuştu. Sis, şehre akşam olmadan çökmüştü.   Rüzgâr civar evlerde tüten bacaların sızdırdığı yanık kömür kokusunu hoyratça sürükleyip genzine doldurmuştu. Kaşe kabanının yaka kısmını biraz daha kapattı. Yel estikçe kulak, burun, boğaz boşluğundan giriyor, içeride binlerce küçük cam kesiğine dönüşüyordu.

Boyası dökülmüş, zorlasa elinde kalacak tahta kapının nasırı eline battı. Yavaşça itti. Kapının gıcırtısını camı sert bir cisimle çizmiş gibi dişlerinde kamaşma olarak hissetti. Bileğinin üstünü kaplayan kalın kara tüyleri diken diken olmuş, gözenekleri ise tıpkı gözbebekleri gibi genişlemişti.  Girişteki geniş holün devamında kırılmış, yer yer yakılmış tozlu parkeler, kirli beyaz demeye bin şahit isteyen duvarlarda anlamsız yazılar, küfürler, çatıdan sarkan örümcek ağları ve yukarı kata çıkan, tahta trabzanları kırılmış merdivenler karşılıyordu. Gazeteci refleksiyle havayı kokladı. Tiner, idrar ve kan kokusu vardı. Hiçbir detayı kaçırmak istemiyordu. Mühim gördüğü her ayrıntıyı fotoğrafladı.

Av kokusu almış tazı misali ağır adımlarla üst kata çıktı. Dizleri kontrolsüzce titriyordu. Tiz bir kahkaha... Kulak kesildi. Yanılmıyordu. Yutkundu:

"Kim var orda?"

Yere düşen bir ayna yahut açık bir pencere çarpmıştı. Kırıldığından emindi. Fakat yönünü tayin edememişti. İrkildi. O da neydi? Yerin ayaklarının altından kaydığını hissetti. Elektrikli testere olduğuna yemin edebilirdi. Ensesinde keskin, yakıcı bir sızı... Bilincin karanlık dehlizlerinde kaybolmadan önce ağzında metalik bir... Kesinlikle kan tadı. Ses telleri kopana dek çığlık attı. Onu taşıyan sol bacağı boşlukta sallanıyordu. Tıpkı kolonu kesilen bir bina gibi olduğu yere çöktü

....

Ertesi gün çalıştığı gazetede manşetlerdeydi.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi