İNCELEME - ARAŞTIRMA
Giriş Tarihi : 28-02-2023 17:17   Güncelleme : 28-02-2023 17:29

Mahabharata

Yazan: Hüseyin Uyar -MAHABHARATA

Mahabharata

MAHABHARATA

Anlaşılan o ki, insanlık tarihi boyunca uygarlık serüveni doğudan batıya doğru akmış. Uygarlığın bu yolculuğu, gittikçe debisini hızlandıran ve popüler kültürün etkisi ile epeyce kirlenmiş bir Nehir’e benzemektedir… Sonuç olarak batıya ulaştığında fazlasıyla hantal ve GDO’lu bir hal aldığı görülmektedir.

Tarih, felsefe ve edebiyat birikimimizi de yanımıza alarak, tersine yani batıdan doğuya doğru yolculuk yaptığımızda, bu nehri besleyen ana kaynaklardan iki göze dikkatimizi fazlasıyla çekmektedir. Mahabharata ve Ramayana!

İnsanoğlunun bu güne kadar yazdığı en uzun destan olan Mahabharata, 18 kitap, yüz bin beyit yani dört yüz bin satırdan oluşan muazzam bir eserdir. Esas itibarı ile destanın konusu olan olayların tarihin hangi dönemine rastladığı ya da üretildiği tespit edilememiş olmakla birlikte, MÖ 3. yüzyılda kaleme alınmaya başladığı bilinmektedir.  Bazı yorumlar MÖ 5 bin yıllarında, bazı yorumlarda ise on binlerce yıl öncesi bir zamandan bahsedildiğinden söz edilmektedir. Böylesine sırlarla dolu bir geçmişe sahip olan destan için günümüz Himalaya halklarının “Evrende ne varsa Mahabharata’da yazılıdır” demelerinin altında derin bir anlam olduğu hissiyatı uyanmaktadır.

Şimdilik bilimsel bir karşılığı olmasa da, günümüzden 75 bin yıl önce Endonezya’nın Sumatra Adası’ndaki büyük yanardağ patlaması, insanlığın uygarlık gelişiminde bir kırılma anı yaratmış olabilir. Jeologlar, bahsi geçen yanardağ patlaması ile dünyanın büyük kısmının en az on yıl karanlıkta kaldığını tahmin ediyorlar. Bu da “Acaba uygarlık bir kırılma anı yaşadı ve her şey sil baştan mı oldu?” gibi fantastik bir düşünceyi aklımıza getirmektedir. Gelişen zaman içinde bilim insanları birçok bilinmezi bilinir hale getirdikçe, tarih yeniden yazılmaya devam edecektir.

Belli ki ‘bilgi’ kaynağından bize ulaşana kadar epeyce şişirilmiş ve kirlenmiş durumda. Tarih boyunca hakim güçlerin oportünist yapısı ve kalabalık insan yığınlarının popüler kültüre yatkınlığı, hakikatin üzerini ne kadar örttü ve buradaki tahribat hangi seviyede, bilmiyoruz. Elbette ki, bahsi geçen tahribatın düzeltilebileceğini umarak belirgin bir optimizm içinde olmak istiyoruz. Bu sebeple, tarih boyunca insanlığın ürettiği ortak kültür miraslarına daha çok sahip çıkmak elzemdir…

Kafamızda, karşılığı olmayan çılgın sorular var!

Mahabharata düşünce ufkumuzun sınırlarını fazlasıyla zorlamaktadır… Günümüzden on binlerce yıl öncesi yaşanmış veya düşünce olarak üretilmiş; savaş, tören, ritüeller ve başkaca birçok doğaüstü anlatımlarla dolu bir destandan bahsediyoruz.

İlginç olan şu ki, bu destanda bugün bile var olmayan teknolojiyi çağrıştıran anlatımlar bulunmaktadır. Örneğin; yakıtı belirsiz uçan cisimler, lazer güdümlü silahları çağrıştıran savaş malzemeleri, astral seyahatleri anımsatan yolculuklar, telefon ve telsiz gibi teknolojiden çok daha ileri seviyede kaynağını anlayamadığımız iletişim yöntemleri ve buna benzer daha nice unsurlar… Bir ilginç tespiti daha tarihe not düşelim: Destanın anlatım tarzına bakıldığında, anlaşılabilmesi için entelektüel birikime sahip olmak gerektiği görülüyor. “Bir destan yazalım dünya halkları anlasın.” diye değil de, aydınlanmış bir elit kesimin iletişim yöntemi olarak yazıldığı imajı vermektedir. 

Dolayısıyla “Acaba on binlerce yıl önce insanların algı seviyesi günümüz insanından daha ileride miydi?” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz.

Bütün bu düşüncelerin ışığında, önce Uzakdoğu mistisizmi ardından Ege kıyılarında gelişen mantıksal felsefe, sonrasında Ortadoğu monoteist teolojisi ve son iki yüz yıllık kıta Avrupası’nın aydınlanma felsefesi şeklinde kabaca tarif edebileceğimiz insanoğlunun entelektüel gelişimi yeterince sağlıklı olmayabilir. Dahası günümüz dünyasında bildiğimizi düşündüğümüz tarih ve kültürel akış çok da doğru olmayabilir.

Bu düşüncemizi bir örnekle desteklemeye çalışalım. Resmi tarih olarak kabul gören öğretide tekerleğin icadı, MÖ 3. veya 4. binyıllara kadar geri gitmektedir. Oysa bu bilginin yanlış olduğu ve on binleri aşan yıllardan beri insanoğlunun tekerleği kullandığı, destanlar ile çok rahat anlaşılmaktadır. Örnekler çoğaltılabilir. Ateşin kontrol altına alınması, doğanın tanınması ve etkin kullanılması gibi konularda tarihin yeniden yazılmaya ihtiyacı olduğu açıktır.

Günümüz insanının uygarlık seviyesinin bir garip kibri beraberinde getirmiş olduğu anlaşılıyor. Uygarlığımızdaki gelişmeler, insanoğlunun narsist düşüncelerini beslemeye devam ediyor. Bu işin sonu nereye varacak bilinmez ama bir gün bilim insanlarının bazı keşifleri ile tahmin etmediğimiz şekilde gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalabiliriz ve o güne kadar şişirdiğimiz narsistlik balonu bir anda patlayabilir.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi