ANI
Giriş Tarihi : 15-02-2024 23:08

Köyümüz / Nevin Yavuzcan Ceylan

Yazan: Nevin Yavuzcan Ceylan -KÖYÜMÜZ

Köyümüz / Nevin Yavuzcan Ceylan

KÖYÜMÜZ

1968 mezunu Nevin Ceylan okuldan uzaklaşıp köyünü anlatmış.

Ben artık Bolu'dan bir süreliğine ayrılıyorum. Hafız Ağabey’e tembihledim; "Ben gelene kadar kapıyı sıkıca kapat, anılar kaçmasın" diye. Şimdi, elli yıl öncesi az geldi, altmış yıl öncesine gidiyorum.

Vallahi bu geçmiş zamana bir girdim ki, Bolu'ya gelip gerçeklerle yüzleşmeden, ben bu uykudan uyanamayacağım.

Aslında bu bölümü yazmak gibi bir niyetim yoktu. Fakat bir konunun başını bilmeden yeterince anlamı olmuyor. Onun için bu kadar geriye gidiyorum. Daha da gerisi yok zaten.

Orada bir köy vardı. O köy bizim köyümüz müydü, bilmiyorum. Ama insan dört yaşından yirmi yaşına kadar bir yerde yaşarsa, orasını kendi köyü sayması çok doğal.

Bizim veya değil; ben ve kardeşlerim, kendimizi her zaman oralı hissettik. Orasını hep özledik. Ziyaret ettiğimizde çoğu yerleri gözlerimiz yaşlı gezdik. Çok mutlu olduk.

Burası, Istranca dağlarının eteklerinde, Bulgaristan sınırındaki son köydü.

O kadar sınır ki, bazen oradan kaçan domuzlar köy merasına geçerdi. Köylüler tarlada çalışırken orasının köylerini de görürlerdi.

Tam bir Balkan havası vardı. Sanırım, rakım dört yüzlerin üzeri idi.

Buralarda geniş yapraklı ağaçlar süslerdi ormanları. Sonbaharda sarı kırmızı renk aldıkları zaman, harika tablolar ortaya çıkardı. Her dağ köyünde olduğu gibi burada da sular soğuk mu soğuk, tatlı mı tatlıydı. Belki de o yüzden adı Tatlıpınar idi. Tas pınar, Gök pınar, Çatma Çeşmesi adı altında çeşitli suları vardı. Hepsi de tatlı su, doğadan geliyor. Ne kanalizasyon karışıyor ne hava kirliliği var ne de radyasyon. O zaman, doğa ne kadar doğaldı.

Köyün geliri o zaman tarım ve hayvancılıktı. Tarımda makineleşme yoktu. Pulluk ve kara saban dönemiydi. Her şey insan ve hayvan gücü ile yapılırdı. Hayvanlar doğal beslenir, az süt verirdi.

Fenni yem ve gübre diye hiç bir şey yoktu. Tarlalar hayvan gücü ile ekilir, insan gücü ile biçilirdi. Bu biçme ve harman dönemleri tam birer ay sürerdi. İnsanlar güneşin altında çalışmaktan esmerleşip ciltleri kalınlaştırdı...

Burada ulaşım denen şey o yıllarda yoktu. Kışın hele hiç yoktu. Yazın harman sonu köylüler, konvoy halinde şehre inerlerdi. At ve öküz arabaları ile şehre bir günde varılamadığı için, bir gece yolda konaklıyorlardı.. Şehirde arabalar hanlara çekilir, hayvanlar oraya bırakılırdı.

Yıllık ihtiyaçlar görülür, aynı şekilde bir gece konaklayarak köye dönülürdü. Bütün kış ölen ölür, kalan kalır ulaşım olmazdı.

Hatta harman zamanı herkesin işi olduğu için dört yaşındaki kardeşim doktora götürülememiş, hayatını kaybetmişti.

Burada çarşı pazar olmaz, herkes kendi ektiğini yerdi. Rakım yüksek olduğu için yaz geç gelir, çabuk biterdi.

Karşı tepelerde koyun ağılları vardı. Baharda kuzuların meleyerek oynamaları, hâlâ gözümde canlanır. Kırlarında yaban kekikleri kokar, mor menekşeler açardı.

Şırıl şırıl akan derelerinde çocuklar hem Çimer hem de Sazan balıkları tutardı. O balıkların ne kadar lezzetli olduğunu bilmem bilen var mıdır?

Sonbaharda her yer kırmızı kızılcıklarla dolardı. O zaman, burada yaşam çok ilkeldi. Evler genelde taş ve kerpiçten yapılırdı. İçlerinde ocak yanar, yemekler orada pişerdi.

Isınmak için sobaların, aydınlanmak için lambaların bile olmadığı bir dönemdi. Evlerde kandiller yanar, dışarıya gemici fenerleri ile çıkılırdı. Yerlerde hasırlar seriliydi.

Yine bu dönemlerde, sular bakraçlarla taşınırdı. Kadınlar eğirdikleri koyun yünlerini renk renk boyarlar ve tezgahlarda kumaş olarak dokurlar; bunlardan giysi, minder, yatak yaparlardı. Her şey has yünden olurdu. Hiç katkı yoktu..

Bu işler rutin işlerdi, bunları her kadın bilirdi. Daha sonraları köye haftanın bir günü traktör gelmeye başladı.

Kışın aksar ama hiç değilse yazın bulunurdu. Sonraları onun yerini kamyon aldı. Köylüler ekin çuvallarını kamyonun kasasına koyarlar, üzerilerine kendileri otururlardı. Kamyon kaçıncı viteste giderdi bilmem; kırk kilometre yol, iki saatte zor alınırdı.

Şimdi her yerde olduğu gibi şehre göçler yaşanmış. 
Köyde ne okul var ne çocuk...

O günler doksan hane olan köy, herhalde otuz haneye düşmüş. Medeniyet dediğin canavar oraları da yutmuş. Çoğunun arabası var, şehir artık çok yakın olmuş. Evlerde neskafeler ikram ediliyor.

Çocukluğumun özlemlerinden çok azı kalmış. 
Bolu'da okulumuzu bulamadığımız gibi orada da yaşadığımız ev yok yerinde. Mezun olduğum okulun sadece duvarları var yerinde. Yıkık dökük bir virane.

Yine de biz orayı özlüyor, gidince evimizin izlerini arıyor, geçmişi yaşıyoruz. Geçmişle dopdolu olarak Tatlıpınar'ın tatlı sularından alarak geri dönüyoruz.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi