ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 25-08-2022 22:24   Güncelleme : 25-08-2022 22:32

Kendi İçimde Sığınağım

Yazan: Merve Yurtsever - KENDİ İÇİMDE SIĞINAĞIM

Kendi İçimde Sığınağım

KENDİ İÇİMDE SIĞINAĞIM

​​​​​​Donar kalırsın bazen. En çok bağırman gerekirken içinde birikir onca cümlen. Geldi mi de üst üste gelir ya… Kaçasın gelir isyan etmemek için… Sığınmak…

Ağır bir kelime esasen. Muhtaciyeti barındıran, acizliğin başka hâli. O yüzden ben donarım…

Susarım… Kendi içimde sığınağım… Herkesin haklı olduğu bu hayatta ben kendi kendime yanarım.

Eski düzen bir hayatın içine doğmuş, yeni duygular yaşama arzusuyla kavrulmuş bir döngü benim hayattaki yerim. Sessiz sedasız, içten içe, yaşanabilme ihtimaline yanıp kavrulmak. Bulmak istediğim yolda, varmak istediğim kendimi arayamamak, buna cesaret dahi edememek ve sadece hayallerde var olmak… Görünmemek…

Duyulmamak… Duyulabilmek için çabalayamamak…
Etrafımdakilerin işine yaradığım sürece nefesim içime batmaz. Aksi takdirde onlar için yaşamam anlam barındırmaz. “ Boşuna mı besliyoruz seni?” der de hevesleri kursağıma düğüm düğüm dizerler.

Kaç düğüm atılmış arzular dizilidir boynumda. Hayallerimde incilerin süslediği gerdanımda, gerçekler asılmış, bağırır sessiz sedasız feryatlarla.
Henüz on yedi yaşımdayım. Kavak yelleri esmesi gereken başımda hesap verilecek onlarca muamma dolaşmakta. Savaşacak dayanağım yok. Tüm mahalle aynı kafada. Çalıştığım tekstil fabrikasına gitmek için bindiğim minibüs tıklım tıklım. Beynimin içinde dönen hayaller gibi bedenimde sıkıştırılmakta. Sinmişim bir köşeye ayakta... 

Yaşlı bir amca biniyor bastonuyla. Elleri titrek, otobüs kartını zor okutuyor mekanizmaya. Kim bilir kaç durak gidecek, ayakta durması zor görünüyor.

Öndeki gençler telefona sarılmış yaşlı amcayı yok sayıyor. Sıkıştığım bu köşeye mi çeksem, en azından sırtını cama yaslar diye düşünürken en arkadaki orta yaşlarda bir teyze ona yer veriyor.

“ Gel amca böyle otur!” diye sesleniyor hafif öfkeli bir tınıyla. Herkese tutuna tutuna güç olsa da yerleşiyor koltuğa.

Ruhum da bu amca gibi yaşlı. Çökmüş ve titrek. Benim de el uzatan olur mu hayallerime? Bunca zorluğun içinde ulaşabilir mi arzularım gönlümden hayatımın içine? Diyorum kendi kendime yine bir umut barındıran iç sesimle. 

Yeni bir durağa geliyoruz. Sanki hayat yolculuğunda gibi hissediyorum bir an. Her vardığımız nokta da inenler-binenler bir karmaşada. Yolculuğu biten iniyor, yolu başlayan biniyor. Ölüm ve yaşam arasını hayattan resmediyor gibi izliyorum minibüsün köşesinde, hayatın dip köşesinde.

Bu kez bir teyze biniyor. Küçük torunu elini tutmuş sıkı sıkı. Hayatın yoğunluğu mu korkutuyor insan kalabalığı mı bilinmez. Ne kadar da kendi mahallesinin içinden gibi teyze. Biner binmez başlıyor söylenmeye. “ Gençler oturur muymuş? Ne hadlerine. Yaşlı başıyla bunca yolu ayakta mı gidecekmiş.” Söyleniyor söylenmesine de onu duyan yok bu yolculukta. Yaşlı amca sessizce beklemişti görünmeyi. Ben de sessizce bekliyorum yaşamda ancak görünmezim… Neyse teyzeydi mesele. Duyan olmadığı gibi gören de olmuyor teyzeyi. Demek ki ses olacaksan bile nahif olmalısın görünür kılınmak için. Ben nahif olurum ama sesim çıkamayacağı için anlamsız olur bu kurmaca…

Neyse minibüsün yoldaki dönemeçleri gibi kendime dönüyorum arada. Kulağıma derinden ilişen iç yakıcı müziğin sesini biraz yükselten şoförün de payı var bunda elbette. Acaba teyzenin sesini örtsün diye mi türkünün tınısını arttırdı? Muhtemel… Çünkü hiç susmuyor teyze… Duyulmadığı hâlde, ısrarla bağırmalı mı yoksa insan. Gereksiz çaba. Ben bile sıkıştığım bu köşeyi vermek istemiyorum ona. Hiç içimden gelmiyor, olur yani sırtını dayamasa da…

Şoför koltuğuna çıkılan iki basamak var. Ben bunları düşünürken görüyorum ki oraya çökmüş teyze. Torunu hâlâ elini sıkı sıkı tutmakta. Kim bilir ne endişe tohumları ekilmiş yüreğine? Kulaklarımız da türkü ve teyzenin bitmeyen sesiyle varıyoruz bir durağa daha. Şoförün yan tarafındaki koltuk boşalıyor burada. “ Kalk, bak boşaldı oraya otur.” diyor birileri. Teyzenin gözleri ateş saçıyor dili bela püskürtüyor. “Elin adamının yanına oturulur muymuş?” öyle diyor da susmuyor. Demiştim bizim mahallenin insanı gibi diye. 

Nihayet benim iniş noktama varıyoruz. Zihnimde yorgun bedenimde iniyorum öylece. İş yerine varmam için beş dakikalık bir yolu yürümem gerek.

Derin derin nefesler çekiyorum içime. Ruhuma iyi gelir diye. Ne hayallerle aşıldı bu beş dakikalık yol benim hayat döngümde. Yüzüm gülerek yürürüm hep bu yolda. Bizim mahalleden oldukça uzak ve burada gülmek değil ki yasak. Teselli yolu gibi bana. Sıyrılmak… Sığınmak… Var olmak…

Varmak üzereyim iş yerime. Düğme dükkânını da geçince orada işte. Ahhh düğme dükkânı… Her önünden geçişimde kalbimin ayaklanışı. Göz ucuyla bakabildiğim içimin sızısı. Oturuyor yine aynı yerde.

Önünden geçeceğim, ayaklarım titreyecek, o sevgilisiyle telefonda konuşurken bana bakıp hafif gülümseyecek. İçimdeki bu sır beni deli edecek. İlk defa yasak bir şey yapıyorum. Günahım içime batıyor Yarab, olamıyorum nefsime terbiye. Yetiş imdadıma doğruyu yol eyle. Kanıyorum içten içe.

Annem duysa hâlim olur nice. Gözlerimin dolmasına engel olabildiğim için zafer kazanmış hissediyorum. İşte kendi üzerimde hâkimiyet kurabiliyorum. Ben kuruyorum… Abim, babam, annem, komşular değil sadece ben… Büyük bir zafer bu yüzden… Gözyaşı uzaklaşıyor böylece gülümseyerek giriyorum işyerine. 

Yerleşiyorum hemen sessizce kendi makinamın başına. Bugün de lise forması dikeceğiz anlaşılan. Önümdeki tezgâha yığılmış kumaşlara bakıyorum, hayallerime bakar gibi. İçimde sönmeyen bir ateş okuma isteği. Asla giyemeyeceğimi bildiğim, başkalarının formalarını dikmek için uzanıyorum kumaşlara. Eyvah! Ahmet abi geliyor, yine iltifat edecek bana. Utandığımı anlamıyor mu? Donup kalıyorum her seferinde. “ Günaydın masum güzellik.” diyor. Ben kızarıyorum o geçiyor çaprazımdaki kendi makinesine, hiç hoşlanmadığım bir gülüşle. Çok sıkıldım artık. Her gün aynı döngünün içinde boğuluyorum. 

Öğle yemeğine kadar aralıksız çalışıyorum. Paydos zili çalınca başımı kaldırıyor, sırtımı dikleştiriyorum. Yorulduğumu o zaman anlıyorum. Aceleyle kalkıyorum yerimden. Bir kez geciktiğim ve Ahmet abinin hoşlanmadığım iltifatlarına daha çok maruz kaldığım günden beri hemen ellerimi yıkıyor ve herkesle birlikte iniyorum yemekhaneye. Hem erkenden inince fazla da sıra beklememiş oluyorum. Mercimek çorbası, patates oturtma ve makarnadan oluşan menümü alıp oturuyorum bir masaya. Karşı masaya meslek lisesi öğrencisi iki stajyer oturuyor gülüşerek. Nasıl da şen gözüküyor hayatları. İmrenerek kaçak bakışlarla izliyorum onları yemek boyunca. Öyle samimi olduğum bir arkadaşım da yok zaten sohbet edebilecek. Abim her akşam sıkı sıkı tembihler kimseyle samimi olma diye. Anlamıyorum ki herkes birbiriyle bu kadar yakınken, onların başına kötü şeyler gelmiyorken beni mi bulacak tüm olumsuzluklar? Anlamasam da mecburum anlamış gibi yapıp uymaya. 

Yemek sonrası tekrar geçiyorum işimin başına. Üzerim de hayal ederek dikiyorum her bir parçayı, özenle. Keşke bir kere giyebilsem ben de. Daha güzel hayaller kurabilirdim belki de. Çay paydosu zilini duymamla sıyrılıyorum hayaller içinden gerçekliğe. Ellerimi yıkarken konuşuyor kızlar kendi arasında. Dondurma yemeye gideceklermiş çay molasında. İçlerinden daha sıcakkanlı olan Betül beni de çağırıyor. İçim içime sığmıyor sevinçten.

Sevincim değil gidebileceğimden. Dondurmaya verebilecek param çıkmaz ki cebimden. Babam yol parasını verir bana sadece maaşımdan. Sevincim çağırılmış olmamdan. Duraksadığımı gören Betül içimdeki isteği de fark etmiş olacak ki “ Haydi gel bir kez sen de bizimle. Ben ısmarlamak istiyorum sana. Ne olacak sanki iki dakika gidip geleceğiz.” diyor. Sahi ne olabilirdi ki? Bir kez sadece bir kez gitmek istiyorum ben de. Gönlüm ve dilim bir oluyor ilk defa “ Tamam.” deyiveriyorum o anda. Herkes şaşkın olmasına şakın da ben herkesten daha şaşkın kendime, takılıyorum peşlerine. Karşıdaki parkın içindeymiş dondurmacı. Bilmiyorum daha önce gitmedim. Parka da dondurmacıya da. Giderken bir sürü küçük çocuk geliyor yanımıza.

Kimi para istiyor kimi çikolata. Kızlar kızıyorlar onlara. Parkın içinde kısa bir yol yürüyerek alıyoruz külahlarımızı. Yüzümde gülümseme, elimde dondurma, yanımda arkadaşlarla hayallerimden bir an yaşıyorum orada. Mutluyum, gerçekten mutluyum… Tam dondurmamın tadına bakacakken o küçük çocuklardan birisi elimden çekip alıyor ve hızla koşuyor. Kahkaha seslerini duyuyorum. İçim sızlıyor. Kalbim acıyor. Donup kalıyorum. Giden sadece dondurma değil ellerimden. Hayallerim umutlarım yok olmuş gibi hissediyorum. Orada bir dondurma külahı anlatıyor bana “ Vazgeç artık. Hayal kurma. Bir daha asla!”

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi