ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 29-03-2024 18:28   Güncelleme : 29-03-2024 18:38

İki Ekşi Elma / Yusuf Yıldız

Yazan: Yusuf Yıldız -İKİ EKŞİ ELMA

İki Ekşi Elma / Yusuf Yıldız

İKİ EKŞİ ELMA

"Eh kal sağlıcakla yavrum. Bu da geçer. Şurada biz kapı komşuyuz. Bir haber alırsan seslen" dedi ve yaşlı belini tutarak yürüyen nineyi, bahçe kapısına kadar uğurladı.

Terlik bile giymeye gerek duymamıştı. Nasırlı topukları, her bastığı yerden çıtır çıtır ezdiği kumlu, bahçe yoldan koşar adım içeri yöneldi. İyi ki kapı kapanmamış, anahtarı da üstüne almamıştı. El süpürgesi, kapı ile eşik arasında iki büklüm olmuş, eşiğin önünden neredeyse kurtulmak üzereydi.

Kalın perdeler odanın içine doğru havalanıyor, camdan bir içeri, bir dışarı savruluyor, perdeden sarkan ponponlar kar topu gibi savruluyordu.

Açık pencere, evin içinde  cereyan yapmıştı. Kapının önünden süpürgeyi ayağıyla yana çekti. "Şark" sesi ile kapanan kapı, pervaza balyoz gibi inmiş, komidin üzerindeki bir kaç kiloluk saksıyı yerinden oynatmıştı.

İki gündür gözüne bir damla uyku girmemişti. Misafir odasındaki vitrinin içinde, abisinin askerden gelirken aldığı süslü porselen tabakları; annesinin işlediği dantellerin motiflerini ezberlemiş, oldum olası bu vitrine hiç bu kadar uzun uzun bakmamıştı.

Aylardır aradıkları; babasından kalan  yadigar köstekli saatinin, çini vazonun içinde olduğunu görmüş, saati bile görmezden gelmişti.

Bir ara vitrini seyretmekten gözleri o kadar yorulmuştu ki daha önce vitrinden hiç indirmedikleri telefonu, oturduğu sedirin baş ucuna koymuştu.

Her telefon çalmasında, bir iki diye sayıyor, üç kere çalmasına nerede ise yirmi dört saattir izin vermiyordu.

Aradan geçen koskoca bir günde, bir kez; “alo“ demişti. Arayan da, gurbetteki teyzesiydi. Teyzesi hasret gidermek, hal hatır sormak, annesi ile konuşmak istemişti. Teyzesine bile bu durumu söyleyememiş, "Annem şu an banyoda, orda, burda" diye yalan uydurmuş, onu da telaşlandırmak istememişti.

Misafir odasının penceresinden uzun, isli, paslı şehire giden yol görünüyordu. Gün içinde kasabaya üç araba gelmiş, üçüde devlet su işlerinin kirli mavi jipleriydi. Kasabadan şehire yek giden, köyün demir merdivenli sarı, eski minübüsüydü. Dün bu saatlerde  aynı minübüs annesini apar topar götürmüş, minübüscü bir iki saat sonrasında kasabaya yalnız dönmüştü.

Minibüsçü, evde yetişkin tek kız var diye, gelip hiç bir haberde vermemiş, kasabada dedikodu olur diye annesini göndermişti. Biraz önce bahçe kapısından uğurladığı yaşlı kadın, minübüscünün yaşlı anasıydı.

Tek bir haber alacağı şey, divanın baş ucundaki çevirmeli kırmızı telefondu.

Güneş, ağır ağır kel tepenin zirvesinden kayboluyor, turuncu bulutların yerini, isli bulutlar alıyordu. Gece çökerken, şehire giden upuzun yol, ağır ağır gözden kayboluyordu. Ne bir gelen vardı ne de bir giden. "Ne olur ne olmaz, belki de gelirler" diye düşünmüş, yola bakan isli pencere camınının patlıcan moru kalın perdelerini çekmemişti.

Bir ara heyecanla pencereye başını dayamış, uzaktan belli belirsiz bir aracın, hüzmeli ışıklarını görmüştü. İçi içine sığmıyor; heyecanı, sevinci, merakı hep bir arada yaşıyordu. Ayak parmak uçlarına basıp pencere camına solgun benizli daracık alnını yaslamıştı. Kapılarının önünde durur umuduyla, camda öylece beklemiş, haki renkli jip gözlerinin önünden geçip gitmişti.

Gelen aracın kapılarının önünde durması için belki de ondan fazla duayı okumuş, durmasını, içinde annesi ve abisinin olmasını dilemişti. On dokuz yıllık bu kısacık ömründe, hiç bu kadar dua etmemişti.

Gelip geçen minübüs, jandarmanın civar köye giden jipiydi.

Gecede tek ayakta olan oydu. Ara ara tok sesle havlayan kasabanın çoban köpekleri, gecenin sessizliğini bozuyor, cırcır böceklerinin sesi, iki katlı ahşap evin içinde bile duyuluyordu

İki gündür yorgun, bitkin, üzgün halde oturduğu divanda, telefon baş ucunda uyuya kalmıştı.

Sabah saat nerede ise on olmuş, divanın üstünde uyuyakalmış, üstü açık derin derin uyuyordu.

Telefon çalıyor, sesi kulağına kadar geliyordu. Beş altı kez çalan telefon neredeyse kapanmak üzereydi.

Aniden ahizeye sarıldı; "Alo anne" dedi. Arayan ağabeyi idi.

"Annem iyi, merak etme. Bizi dün akşam taburcu edeceklerdi. Hekime yalvardık. ‘Yarın buranın pazarı. Şehirde hiç kimsemiz ve gidecek yerimiz yok. Köyden gelen minibüsle, kasabaya döneceğiz' dedik. oda sağolsun bizi bir gece daha bekletti" dedi.

"Ha, bu arada annem diyor ki; 'Bir şey istiyor mu şehirden sor bakalım Ceyhan'a, fazla paramız da yok, ona göre’ dedi.”

"Elma alın ağabey, iki tane ekşi elma"

Editör: Ümmügülsüm Hasyıldırım 

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi