ANI
Giriş Tarihi : 16-07-2023 17:36

Heybemdeki Kelimeler / Elif Güler

Yazan: Elif Güler -HEYBEMDEKİ KELİMELER

Heybemdeki Kelimeler / Elif Güler

HEYBEMDEKİ KELİMELER

Lise yıllarımdı. Hayattan ne istediğimi tam manasıyla bildiğim, kendi yolumu kendi irademle tayin etmeye baş koyduğum kıymetli yıllardı. Yabancı dile olan ilgimi ortaokul sıralarında idrak edip lisede de seçimimi ondan yana kullanmıştım. Ve o dönemde fark ettim ki sadece yabancı dile değildi ilgim, aynı zamanda kendi dilimin köklerine de aşina hissediyordum kendimi.

Edebiyat derslerine olan tutkum eski kelimelere meftun olmamı sağlamıştı günden güne. Bununla birlikte iki farklı dünyanın ortasında bölünmüş olduğumu da ayan beyan görebiliyordum. Zira, kitaplarda tesadüf edip hemhal olduğum sözcüklerin çoğu günlük hayatta kullanılmıyor, hatta bilinmiyordu bile.

Dolayısıyla aile sohbetlerinde, dost meclislerinde söz almaya kalktığımda karşılık bulamıyordum. Uzaydan gelmişim gibi bakıyorlardı bana. 
“Hangi lugattensin sen?” diye soruyordu ağabeyim. 
“Atalarımızın, dedelerimizin vâkıf olduğu öz Türkçemiz bu, ağabeyciğim.” diyordum. 
“Kapandı o devirler. Atasözleri bile sadeleştirildi. Sen de aramıza dönsen iyi olur.” deyip sohbeti sona erdiriyordu.

Okulda arkadaşlarımın arasında daha vahim bir manzara ile karşı karşıyaydım. Dillerine pelesenk olmuştum. “Demode" idim onların tabiriyle. Ama elimde değildi, ben gönlümü vermiştim bir kere tozlu raflardan indirdiğim kelimelere. “Kalbimi kırdın.” demek aklıma gelmiyordu da, “Sükut-u hayale uğrattın beni.” diyordum mesela en yakın arkadaşıma. “ İyi bir şey mi yaptım, kötü bir şey mi bilemedim. Anlamıyorum ki dilinden.” diyordu bana.

Boş derslerimizin olduğu bir gün okulu inletircesine yoğun bir gürültü yükseliyordu sınıftan. Tahtaya çıkıp elimi kaldırdım, bana bakmalarını sağlamak üzere. “Sükûnet arkadaşlar, istirham ediyorum.” dedim. Derin bir sessizlik oldu önce. İçten içe sevindim bana kulak veriyorlar, diye. Fakat bir anda öyle bir kahkaha koy verdiler ki gülüşüm dondu dudaklarımda ve biri çıktı arsızca; “İstirham etmeye devam ediniz. Sükûnet her kimse selam söyleyiniz.” diyerek tüm sınıfı galeyana getirdi. Son derece hüzünlüydüm, bezgindim. Usulca oturdum yerime, gözyaşlarımı içime hapsetmeye uğraşarak. Sıra arkadaşım beni omuzlarımdan tutarak: “Yeter artık, yeter! Hangi çağa gittiysen dön artık oradan.” dedi. “ Latife mi ediyorsun benimle?” deyince sıramızı terk etti.

Gördüklerime inanamaz haldeydim. Sanki ben yaşamıyordum da tüm bu olup biteni, bir kitabın sayfaları içinde okuyordum ve o karakterin başına gelenler için elem duyuyordum.

Gidişat belliydi o günden sonra. O okulda yerim yoktu artık. En yakın arkadaşım da son derece kararlı bir vaziyette çıkıp gitmişti hayatımdan. Meşakkatli olsa da hayatıma kaldığım yerden devam ettim başka okulda başka insanlarla. Aynı şeylerin yaşanmaması adına dizginledim kelimelerimi, saklamaya çalıştım herkesten. Ama iç dünyamda asla vazgeçmedim onlardan.

Yârenliğimiz bir ömür devam etti. Zamanla onlardan hiç kopmamanın yolunu da buldum. Yazmaya başladım. Ne olursa. Günlük, şiir, kısa öyküler, deneme. Hep nadide sözcüklerim başroldeydi bittabi. Velhasıl kendi inançlarıma, tutkularıma yaslanarak sebat ettim, hayat yolumu katettim ve son tahlilde yazın dünyasına yıllardır heybemde sakladığım kelimelerle süratli bir giriş yaptım. Eserlerimde geçmişimin silinmeyen izleri de vardı elbet. Çok satan romanlarımdan birinde lisedeki sıra arkadaşım Melike ana karakterdir mesela. Keşke bilseydi, duysaydı, görseydi;
“Yetmedi Melike, yetmiyor da. Ben gittiğim çağlardan dönemem. Çünkü o çağlar beni önemsiyor, onlar beni bağrına basıyor. Kimse bana inanmazken onlar vardı yanımda. Bak hâlâ benimleler. Vefayı, sadakâti, hoşgörüyü bana bir tek onlar verdiler.”

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi