ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 28-03-2024 14:41   Güncelleme : 28-03-2024 14:46

Gerçek mi Rüya mı Hayal mi? / Birsen Yurdakul Tomurcuklu

Yazan: Birsen Yurdakul Tomurcuklu -GERÇEK Mİ RÜYA MI HAYAL Mİ?

Gerçek mi Rüya  mı Hayal mi? / Birsen Yurdakul Tomurcuklu

GERÇEK Mİ RÜYA MI HAYAL Mİ?

Sabahın ilk ışıkları bulutlardan süzülerek günü aydınlatıyordu. Baharın bu serin sabahında Serap Hanım güllerin tüm rengiyle, çeşit çeşit çiçekleriyle bir cennet köşesini andıran bahçesinde dolaşıyor, omuzundaki şala sarınıyordu.

Tomurcuklar nasıl da uyanıyordu baharda, nasıl da mis kokular saçarak coşuyorlardı. Derin derin nefesler alarak bu güzellikleri tek tek ruhuna sığdırıyordu. Bahçenin bir köşesindeki kamelyaya doğru yürüdü. Bir taraftan elindeki fincandan kahvesini yudumlarken güllere dokunuyor, onlarla konuşarak adeta aralarında bir bağ kuruyordu.

Şu koca dünyada sevdiklerini uğurlamak ona düşmüştü. Yüreği nasıl kaldırıyordu bu acıları, hasretleri, kendi de bilemiyordu. Yüce Rabbim derdini verince sabrını da veriyordu demek.

Görgülü bilgili kültürlü biriydi. Hayatın içinde, olgunlaşmış emeklilik günlerini sürüyordu. Birkaç eşi dostu içinde kaybolduğu kitapları vardı. Yardım kuruluşlarında çalışıyordu. Özellikle okumak isteyip de, maddi olanakları olmayan çocuklara destek olmaya çalışıyordu. Hem onlar geleceğe umutla bakıyor, hem kendisi bunun gönlüne verdiği mutluluğu hazzı yaşıyordu. Her zaman kendine üstüne başına dikkat eder özen gösterirdi.

O sabah da, bahçesinde gezinip dünya güzelleriyle sohbet etti. Onlar, kah yapraklarını titreterek kah üstlerindeki çiy tanesiyle taç yapraklarını açarak ona cevap veriyorlardı.

Ritüeli tamamlayıp onları okşadıktan sonra eve doğru yöneldi.

Kısa bir süre sonra giyinmiş, salondaki boy aynasının önüne durmuştu. Evlerini kurarken bu aynayı ayrı bir özenle yaptırmışlardı. Gül ağacından yapılmıştı. Geniş çerçevesinde, işinin erbabı usta, oymalarıyla adeta sanatını konuşturmuştu. Elini oymadan motiflerin üstünde gezdirdi. Severmiş sevgisiyle mutlu günleri geri getirirmiş gibi…

Dudaklarından belli belirsiz bir şarkı döküldü.

“Gül ağacı değilsem
Her gelene eğilem “

Aynanın eve geldiği gün, rahmetli eşiyle gülüşerek bu şarkıyı söylemişlerdi. Yüzüne, gözlerine hem hüzün hem mutluluk kırıntıları düşmüştü.

Aynada üstünü başını, saçlarını düzeltti. Ayna sırlanırken yıllarını da sırlamıştı. Elini aynaya uzattı….

Yıllar önceki Serap, karşısında duruyordu. Gencecik duru güzelliğiyle ışıldıyordu. Kahverengi saçlarını topuz yapmış bir tokayla süslemişti. Pürüzsüz beyaz boynu ve elleri bir kuğu kadar güzeldi.

“Tanımadın mı gençliğim? Ben Serap” dedi.

“Haklısın, saçlarım artık gri, senin kahve saçlarınla nasıl da tezat. Gözlerim mi? Onlar artık senin ela gözlerin gibi güneşin renklerini yansıtmıyorlar. Biraz soldular, biraz pusulandılar. Yüzüm mü? Haklısın ben. Yılların izi var yüzümdeki çizgilerde. Bazısı hüzün, bazısı mutluluk, bazısı gülen izler. Nakış nakış işlendi yıllar içinde. Sen bazısını biliyorsun. Neşeli günler yok artık eskisi gibi gözlerimde yüzümde. Tek tek renkler de soldu biliyor musun? Ne kadar tezat, ne kadar farklıyız değil mi? Hadi sen de tanış şimdiki benle. Ha, ara sıra  eski güzel günleri hatırlat. Belki iyi gelir ikimize ne dersin?”

Aynaya bakarken birden arkada güller arasında, oynayan, koşan, bazen ağlayan, bazen gülen çocuklar beliriyor, Serap Hanım gözlerini aynadan ayıramıyor, kaybolmalarını istemiyor, kirpiğini kıpırdatmıyordu. Gözlerinde özlem, hasret, yüreğinde yangınlar vardı. Ne kadar zaman öyle kaldı…

İki oğlu oğlu, güllerin arasından bir kaybolup bir görünüyor; “anne, anne” diye birbiri ardına sesleniyorlardı. Serap Hanım gerçeği hayali ayırt edemiyordu.

Hangisi gerçekti?

Yoksa gözü açım bir rüyada mıydı, hayal mi görüyordu?

Telaşlı adımlarla, güllere doğru yürüdü.

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi