ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 30-01-2024 20:51

Eski Zaman Aşkları - Yolda Bir Defa Gördüğün / Halil Kumcu

Yazan: Halil Kumcu -ESKİ ZAMAN AŞKLARI / YOLDA BİR DEFA GÖRDÜĞÜN

Eski Zaman Aşkları - Yolda Bir Defa Gördüğün / Halil Kumcu

ESKİ ZAMAN AŞKLARI / YOLDA BİR DEFA GÖRDÜĞÜN

Hayatı dörtnala yaşamak Yusuf’a her zaman şaşkınlık verdi. Başını ne zaman yukarı kaldırdıysa, yüreğinde hep ay parçası Gül’ün acısını hissetti. Dünya sahnesi yaşamın bir sınaması olsa gerek diye düşündü, mutlu olmak için aynalar koridorunda. Hiçbir karşılaşma tesadüf değildi bu hayatta.

Yaşamında tökezlediği çok oldu. Yorgundu uzaklarda. Yorgundu gurbet elde. Anacığını aradı. Allah’ın selamını verdi. Hal hatır sordu. Anası; “Özledim, gel artık.” dedi. O da özlemişti anasını. Ne zaman memleket gelse aklına yitirdikleri binerdi gözlerine. Sonra dost bildiği insanların yüzleri... Taşlara düşen izleri… İnsan tam bulduğum dediği anda kaybediyor. “Ben de çok özledim.” dedi.

Çalıştığı kuruma yıllık izninden beş gününü yazdırdı. Terminale gitti. Biletini aldı. On üç numaralı koltuk boştu sadece. Uğursuz sayım diye düşündü. Yola koyuldu. Memleketinin otobüsüne bindi. Ne zaman otobüse binse kırık aynaları hatırlardı hep. Ne çok kırılmıştı bu yeryüzünde.

Koltuğuna oturdu. Birkaç dakika sonra otobüs hareket etti. Muavin hayırlı yolculuklar diledi. Gözleri sola doğru kaydı. Onu gördü. On iki numarada oturuyordu. Yusuf’un ilkokul numarası… En çok sevdiği sayı…  Yusuf’a doğru baktı. Çiçek açmayı unutmuş gibiydi. Bakışları Yusuf’un içine işledi. Bir sızı saplandı soluna. Kolu kanadı kırılmış gibiydi sanki. Her karşılaşma insanı yeni bir yola götürür. Çıkmaz bir sokağa. Nereden bilebilirdi ki bunu Yusuf.

Ayaklarını yerden kesen bakışlar. Kalp atışları hızlandı. Gözlerden yüreklere bir şeyler aktı otobüsün verdiği molada. Yanına gidip; “Selam! Ben Yusuf.” demek istedi. Diyemedi, çekindi, utandı. Karşılıklı bakışların arasında mola bitti. Otobüs yoluna devam etti. Zaten başka mola da vermedi. Terminale girdi. Muavin; “Bu yolculukta firmamızı tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bir dahaki yolculukta yine bekleriz.” dedi. Yolcularla birlikte Yusuf da indi. Tabi ki daha adını bile bilmediği otobüste bir defa gördüğü, âşık olduğu kadında.

Yusuf’u terminalden almaya kardeşi daha gelmemişti. Bir daha görüp görmeyeceği bile meçhul olan âşık olduğu kadın, Yusuf’un bakışları arasında kendisini almaya gelen bir adamın kullandığı iki kız ve bir erkek çocukla birlikte bir taksiye bindi. Taksi, Yusuf’un bakışları arasında küçülerek kayboldu gitti.

Yusuf, “Abi!” diyen bir sesle irkildi. Arkasını döndü. Kardeşi gelmişti. “Hoş geldin abi.” dedi kardeşi Salim. “Hoş buldum.” dedi Yusuf.  Arabaya bindiler, yolda konuşarak, hal hatır sorarak köye doğru gittiler. Yusuf’un annesi camda bekliyordu her zaman olduğu gibi. Özlem dolu gözlerle… Yusuf merdivenleri ikişer ikişer çıkarak annesi Fatma’ya koştu. Ellerini öptü, sarıldılar, kucaklaşarak hasret giderdiler. Fatma; yaşam döngüsünün sonuna, seksen yaşına gelmiş, yaşlılığın büktüğü beliyle hayata yorgun düşmüş, yüzünde derin izler taşıyordu. Geçmişinde yaşardı Fatma, anılarında, eski güzel günleri tekrar eder dururdu hep diğer yaşlılar gibi. Yusuf’la da eskilerden konuştular genellikle. Geçmişten, dedesinden, anneannesinden… Belli ki özlemişti. Vefat edeli yıllar olmuştu her ikisi de. “Toprak çağırıyor.” derdi.

O akşam hep beraber oturdular, yemek, ardı sıra çay, kahve eşliğinde sohbet muhabbet ettiler. Özlem giderdiler. Sabahleyin Yusuf şehre gitti. Birkaç arkadaş, tanıdık görmek niyetiyle. Eskiden hep gittiği o kafeye girdi, her zaman oturduğu masa boştu, oturdu. Yusuf çay severdi. Bunu bilen garson hiç sormadan demli çayını getirdi. Yusuf’a “Hoş geldin, uzun zamandır yoktun.” dedi. Yusuf uzun süredir başka bir şehirde yaşadığını, buraya da tatil için geldiğini söyledi. Garsonla konuşurken Yusuf ardını döndü, bir anda gözleri onu gördü, otobüsteki kadını. Bir güneş gibi çarptı adeta gönül duvarına. Bembeyaz yüzünde düşleri dolaştı. Dilinin kıyısına geldi. Sarı saçlarıyla, endamıyla, oturuşuyla çok farklıydı.

Yusuf kafası ile selamladı. Gülümsedi, süt beyaz dişleriyle. Gülünce güller açıyordu gamzesinde. Duramadı yerinde Yusuf, kalktı o tarafa doğru yürüdü, ben “Yusuf!” dedi. “Ben de Buse!” “Oturabilir miyim?” dedi Yusuf. “Tabi ki” dedi. Ben de “Seni bekliyordum. Neden geç kaldın?” dedi. Yusuf; şaşırdı, utandı, bir şey diyemedi. Bir vakit sonra; “Ben var ya ben! Bu dünyada hep geç kaldım. Sana da geç kaldığım gibi. Özür dilerim.” dedi. Gamzeli Buse; “Ne içersin?” dedi Yusuf. Buse; “Fark etmez.” dedi. “Sen seç!”. Yusuf garsona; “İki sade kahve!” diye seslendi. Buse’ye dönerek; “Kırk yıl hatırı olsun.” dedi. Gülüştüler. Öyle güzel güldü ki gözleri kısıldı, yanaklarında oluşan çizgiler, yeryüzünün en güzel yeri gamzesi, sol yanağında oluşuverdi. Yusuf; “Tekrar âşık oldum, gamzenden öptüğüm.” deyiverdi birden. Sustular...

Garson kahveleri getirdi. “Afiyet olsun.” dedi. Bir müddet birbirlerinin gözlerine baktılar, kayboldular. Gözlerinde bir dünya saklıydı sanki. İnsanın baktıkça bakası geliyordu. Tuttu Yusuf’un yüreğinden vurdu bu bakışlarıyla. Eridi Yusuf, kül oldu, bakışlarında. “Vasiyetimdir öldüğümde beni gamzene gömsünler.” dedi.

Ağır ağır içerken kahvelerini, birbirlerine kendilerini anlattılar.  Buse meme kanseri olduğunu, bu yüzden sık sık tedavi ve kontrol için büyük şehre gittiğini, evli olduğunu, üç çocuğu olduğundan bahsetti uzun uzun. Yusuf da boşandıktan sonra büyük şehre gittiğini, şimdi orada çalıştığını, izinli alarak buraya geldiğini, kendisinin de çocuğu olduğunu söyledi.

Buse; “Ben senin yaptığını yapamadım. Çocuklarım var. Onların hatırına boşanamıyorum.” dedi. “Biliyorum.” dedi Yusuf. Hangimiz evlatlarımız için yaşamıyoruz ki. Zaman akıp geçti. Bir hayli geç olmuştu. Buse; “Benim eve gitmem gerekiyor.” deyince Yusuf; “Yarın görüşelim olur mu?” dedi. “Olur.” dedi Buse. Sözleştiler. Yarın aynı yerde.

Yusuf ile Buse hafta boyunca aynı kafede her gün buluştular. Zaman akıp gitti. İzin bitti. Yusuf; “Biraz sonra gidiyorum.” Gözleri doldu ikisinin de. Bu bir vedaydı. Belki de bir elveda.

Sonraki günlerde kâh Yusuf gitti Buse’ye, kâh Buse geldi Yusuf’un şehrine.  İki gönül buluştu. Sol yanları birbirine karıştı hüzün mevsiminde. Gözyaşlarının tuzları karıştı birbirine. Vicdanları kanadı her seferinde. Zaman geçti. Gözleri hep kapıda kaldı. Birbirlerinin ayak seslerinde… Geceleri duvarlar geldi üzerlerine, resim çerçevelerine bakarken.

Buse evliydi. Yasaktı Yusuf’a. Üstelik çocukları vardı. Ne zaman Buse ile buluşsalar aklına eski eşinin sadakatsizliği gelirdi. Sonra da Buse’nin çocukları ve kendi çocukları… İçi acırdı. Bir şeyler otururdu yüreğine. Dalar giderdi geçmişine.

Yusuf, boşandıktan sonra evli insanları kader mahkûmu olarak görmeye başlamıştı. Evliliğe olan bakış açısı tamamen değişmişti. Annesi Fatma ise her telefonunda; “Artık evlen, bir çorba yapanın olsun.” derdi. Bu gelgitler içinde giderken Yusuf bir arkadaşının vasıtasıyla Gül’ü tanıdı. Gül de bekâr ve yalnızdı. Daha ilk karşılaşmalarında; “Ben Yusuf, bana çorba yapar mısın?” dedi Gül’e. Gül de; “Neden olmasın." dedi.

Hayatımızdaki birinin boşluğunu bir başkasıyla doldurmak kadar yanlış bir şey olmasa gerek. Bunu bilemedi tabi ki Yusuf. Gül ile kısa sürede evlendiler. Yusuf’un telefonuna bir mesaj düştü. “Mutluluklar dilerim.” Mesaj Buse’den geliyordu. Gül görmeden, eli titreyerek mesajı sildi Yusuf.  Beş dakika sonra bir mesaj daha geldi Buse’den “Vasiyetin üzerine seni gamzeme gömdüm.”

Yıkıldı Yusuf, eli titreyerek mesajı sildi. İçindeki boşluk daha da büyüdü. Dil söyledi, kalp yaralandı.

Bir hafta sonra Yusuf memleketine gitti. Otobüsten iner inmez kafeye koştu. Orada oturuyordu Buse. Yusuf’u görünce kalktı, yolda bir defa gördüğü adama âşık olan birisi gibi yargısız gamzesine gömerek, yüzüne bakmadan “Bundan sonrasının hükmünü Allah verir” dedi ve ardına bakmadan gitti.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi