GEZİ YAZISI
Giriş Tarihi : 31-08-2022 23:09

Erfelek

Yazan: Turan Demirci - ERFELEK

Erfelek

ERFELEK

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.

Ahmet Muhip Dranas tünelini geçerken aklıma bu dizeler geliyor. Ağır ağır inmekte olan gecenin karanlığından tünelin içini aydınlatan lambaların aydınlığına ulaşıyoruz. Yolculuğun başladığı saatlerden midir yoksa bildik bir yerden ayrılmanın hüznü ile yeni yerleri keşfetmenin hevesinin bir birine karıştığı o ruh halimi bilemiyorum ama içimde tarif edemediğim bir hisle üzerimizden akıp giden tünel ışıklarına bakıyorum. 

Niyetimiz Sinop'ta birkaç gün konaklayıp sonra Karadeniz'i boydan boya geçmek.

Saatlerce süren yolculuk, Karakum sahilinden esen deniz kokusu ve tutuğumuz pansiyonun temiz çarşafları uyku kılığında bizi usulca kollarına çekiyor. Temiz havada mutfakta kaynamakta olan çayın kokusunun daha keskin olduğunu fark ediyorum yeni ve güzel bir güne uyanıyoruz. 

Kahvaltıdan sonra deniz kenarına iniyoruz. Karadeniz'in azgın dalgalarını kesen burnun arkasına düştüğü için bu sahilde hiç dalga yok. Hiçbir deniz kenarında görmediğim kadar siyah ve ince kumlar dikkatimi çekiyor. Ağustosun ikinci yarısı olmasına rağmen deniz de hiç karşılaşmadığım kadar sıcak. 

Üzerinden esen hafif rüzyarın yarattığı titreşimler ve yüzen insanların oluşturduğu hareketler olmasa bu denizinde öğlen sıcağında şekerleme yaptığını düşünebilirsiniz, öylesine hareketsiz, sessiz ve sakin.

Kaldığımız pansiyonun sahibine “burada nereyi gezebiliriz?" diye sorduğumuzda “Erfelek şelaleleri, yeni keşfedildi çoğu insan bilmez, oraya gidin” diyor. Yeni bozulmuş bostanların arasından kıvrılarak giden yoldan ilerlerken tahtalardan derme çatma yapılmış tezgahların üzerindeki karpuzları kavunları görüyoruz. Ve illaha da tezgahların yanına iliştirilmiş bir dalın ucuna asılmış Türk bayrakları…

Mevsimden olsa gerek gittiğimiz yolun soluna düşen baraj gölünün suları çekilmiş. Bunu çekilen suyun toprakta bıraktığı izlerden anlıyorum. Geçtiğimiz yolun çevresindeki kestane, meşe ve çam ağaçlarının ve yeşil bitki örtüsünün tabiatla uyumu muhteşem. 

Daha da güzeli tabiatın içine serpiştirilmiş gibi duran ahşap ve belki yüz, yüz elli yıllık evler. İnsan ve tabiat uyumu kimi yerlerde dengesini kaybetse de kimi yerlerde bu uyumun hala yaşıyor olması umut verici.

Yatay kesilerle bir birinin üzerine yatırılmış gibi duran kayaların üzerine uzanan bitkilerin oluşturduğu yamaçlardan aşağıya dökülen sular geçtikleri her yerde birer gölet oluşturmuş. Her gölet yukarıdan aşağıya doğru suyu bir aşağısındakine aktarıyor ta ki en alttaki büyük gölete ulaşıncaya kadar. En alttaki büyük göletin yanına taş zemin üzerine kestane ağacından bir değirmen kurulmuş ve değirmenin yanından başlayarak yukarıdaki şelalelere doğru giden ahşap bir yol var.

Kimi yerlerde merdiven basamakları yapılmış, kimi yerlerde düz bırakılmış. Göletleri gören yerlede durup suyun akışını izlerken yanınızda yükselen sarp yamaçlara tutunan yeşil bitkilerin dallarından yayılan kokuyu hissediyorsunuz. 

Suyun ve yeşilin yarattığı rutubet yürüyüşünüzden ve sıcaktan oluşan hararetinizi dindiriyor. Vardığınız her birikintide bir sonrakini merak ederek ahşap yolun gidebildiği kadar tırmanıyorsunuz. Tabiat su, ağaç, bitki olarak bütün muhteşemliğiyle sizi kucaklıyor.

Hani cennet vatanımız cennet vatanımız diyoruz ya işte ben böyle diyen birine hep şunu sormuşumdur.

"Sen bu cennet vatanın neresini gezdin?"

Yıllarca bitişik duvarlarda esnaflık yaptığımız komşumda Sinop'lu bütün özel günlerde yaz tatillerinde de ziyarete gider, geziden döndükten sonra bir sohbet esnasında “Sen Erfelek şelalelerine hiç gittin mi?"diye sorduğumda “ yoo orası neresi?" deyince,
"Cennet vatanımızın güzel bir köşesi, yolun düşerse bir git," dedim…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi