ANI
Giriş Tarihi : 13-09-2022 04:17   Güncelleme : 13-09-2022 04:27

Demir Kapı

Yazan: Reyhan Mete Erdoğdu - DEMİR KAPI

Demir Kapı

DEMİR KAPI  

Erzurum' un Hınıs İlçesinin Bellitaş köyünde tek odalı bir sağlık evi. Onsekiz yaşını bile doldurmamışken yaşımdan büyük yüklerin altına girmiştim. Saçıma ilk ak o uğursuz sandığım gece düştü. Ömrümden ömür giden, on yıl birden yaşlandığım o gece... 

Sağlık evi dediğime bakmayın küçük bir taş bina; iki oda, banyo, tuvalet iç içe. Duvarlar yer yer sökük kireç kaplı. Kapısı demirden,  mavinin iç karartıcı boğuk tonu, kapının sesi dün gibi kulaklarımda; gacur gucur... İki odayı birbirinden ayıran tahta kapı zar zor ayakta duruyordu. Bir hemşire, bir ebe; iki körpe kız paylaşıyorduk tek göz odayı.      

Müdür denilen adam "İspirli şeytan" lakabıyla anılıyordu. Gece gündüz farketmez kim olursa olsun o kapı çalınca, açılacak diye talimat vermişti. Lakabının hakkını en iyi şekilde veriyordu.    

Arkadaşımı cuma günü memleketine uğurlamıştım. Yalnız kalınca o küçücük oda, daha da küçüldü gözümde duvarlar üstüme üstüme geliyordu. Demir kapıya her vuruluşunda, yüreğim hop oturup hop kalkıyordu.    

Mart için boşuna dememişlerdi; mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır diye. Dışarda deli gibi tipi vardı o gece, rüzgar demir kapıyla korkunç bir melodi oluşturuyordu. Elektirikler kesilmişti. Yün yorganın altında gözlerimi kapatıp uyumaya çalışıyordum, ne mümkün? Aklım benimle oyun oynuyordu. Saat iki suları demir kapıya hızlıca vuruyorlardı; "Ebe kadın, ebe kadın!" diye. Korkudan tir tir titriyor, bildiğim bütün duaları okuyordum. Kadın nedir? Ya ben daha çocuktum...

Üzerime titreye titreye birşeyler geçirdim apar topar. Kapıyı açmakla açmamak arası kısa bir tereddütten sonra İspirli şeytanın sözleri geldi aklıma. Bi cesaret açtım kapıyı. Karşımda dev cüsseli şalvarlı, gocikli, sakallı,  sırtlarında kaleşnikof silah olan iki adam. Dillerini çat pat anlıyordum. Doğum varmış, onlarla gitmem gerekiyormuş. Dondum kaldım nutkum tutulmuştu. Korku zehir gibi tüm hücrelerime olağanca hızıyla akıyordu. Ne yapacaktım?

Yaşlı olanın sesiyle irkildim; "De hadii" 
Hızlıca üzerime montumu giyindim, içinde bir iki parça alet olan çantamı aldım. Atkımı, eldivenimi taktım botlarımı zar zor ayağıma geçirdim onlar önde, ben titreyerek arkada, Ayetel Kürsi dilimde, yola koyulduk. O yol bana bin yıl gibi geldi. Ayaklarım tutmuyor, sanki geri geri gidiyordu.

Aklımdan neler geçiyordu. Babam o yufka yürekli gözünün yaşını içine akıtan, arkamda dağ gibi duran babam, yüzüme bakmaya kıyamayan annem, canım kız kardeşlerimi bir daha görememe korkusu. " Beni nereye götürüyorlar? Beni öldürüp bir kenara atacaklar, ölümü bile kimse bulamayacak, Ya da beni kaçırıyorlar ve daha neler neler"....   

Derken köyün en sonunda toprak bir eve vardık. O sırada aklıma ambulans aramak geldi. Aradım en iyi ihtimalle bir saate gelebileceklerini söylediler.  İçerde yaşlı bir kadından başka kimse yoktu. İki büklüm, bir deri bir kemik kalmış teyze, küçük ağzıyla bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama onun dilini hiç anlamıyordum. İyice korkmaya başladım alnımdan terler boncuk boncuk akıyordu, dik durmaya çalışıyordum ama nafile gözlerimden yaşlar çaktırmadan süzülüyordu. Teyze korktuğumu anlamış olacak ki elimi tuttu, kemikli buruş buruş ellerinde az da olsa korkum hafifler gibi oldu. Hâlâ gözlerim hamile kadını arıyor ama görmüyordu.

"Kesin kaçırdılar beni genç olana verecekler" diye düşünüyordum ki o anda yan odadan bir çığlık sesi "ohhh" dedim. Gerçekten doğum varmış. Hemen kadının yanına gittim sabah altıdan beri sancısı varmış, kendi kendine doğursun diye beklemişler bakmışlar doğuramıyor en iyisi ebe getirelim demişler.   

İki saat uğraştık, kadın yatakta sancı çekti , ben ayakta onun çektigi sancının on mislini çektim. İki saat sonunda, çok şükür sağ salim topaç gibi bir oğlan dünyaya geldi. Tüm iş güç bitmişti ki ambulans da geldi. Bebeği ve annesini hastaneye, beni de uğuldayan odama geri götürdüler....

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi