ANI
Giriş Tarihi : 25-12-2023 15:54

Çocukluğum Soba Annem / Mine Borazan

Yazan: Mine Borazan -ÇOCUKLUĞUM SOBA ANNEM

Çocukluğum Soba Annem / Mine Borazan

ÇOCUKLUĞUM SOBA ANNEM

Sene 1982…

Sobamız gürül gürül yanıyor. Kuzinenin üstünde fokurdayan bir güğüm. Güğüm dediğime bakmayın çok amaçlı; hem çay demliyoruz, hem yemek yapıyoruz, hem de banyo ihtiyacımız için.

Soba borusunda asılı yıkanmış ıslak çamaşırlar, annemiz işte olduğu için bizim elde yıkadığımız, tabii çocuk gücümüzle sıkamadığımız çamaşırlar şıp şıp damlıyor sobanın üzerine.

Canım annem, işe gitmeden önce sobayı yakardı. Bazen de ablam. İşte karın doyuracak yemekler yapardık. Genelde o işi, benim canım ablam yapardı 8,9 yaşlarında mutfağa girmişti.

Hafta sonlarını iple çekerdik, annem evde olurdu. Kuzinenin içinde ekmek pişirirdi. Ah, ne tatlıydı o ekmek.

Alamancının kızlarıydık biz sözde babasının ve aile yakınlarının sahip çıkmadığı, bir mahallenin sahip çıktığı...

Evimizin arkasında kömürlük vardı derme çatma. Pazar akşamları pazarda kalan kasaları odun kırıntılarını toplardık. Annem, maaşını alınca ancak üç beş torba kömür alırdık.

Mahallemizde, marangoz Ali Amca vardı Elazığlı. Her aklıma gelişinde duygulanırım . Mekanı cennet olsun.

“Ali Amca ne olur çıkan talaşları bize ver.”
O ve eşi, bizi sahiplenmişlerdi. Ta eve kadar gelirdi. Annemle birlikte gider çıkan talaşları çuvala doldurur, kömürlüğe koyardık ve aylarca Ali Amca’nın talaşlarıyla ısınırdık. Canım anam, yıllardır hep öksürür, bazen diyorum o talaş tozlarından mı acaba diye.

Ali Amca akrabalara kızardı; “Babalarının evinde oturuyorsunuz, parasını kullanıyorsunuz, niye bu sabilere sahip çıkmıyorsunuz?” diye...

Tabii bu arada bizim baba, Alamancıya yaptırdığı daireleri kardeşlerine veriyor.

Çocuklar aç mı tok mu? Umurunda değil. 

Dedim ya, bir mahallenin sahip çıktığı çocuklardık biz. Televizyon izlemeye Yeter Ana’ya giderdik, çok severdi annemi de, bizi de. Sofra kurardı bize.

Okula giderken saraç Ahmet Amca hep eşlik ederdi bize. Her sabah cebinden kurabiye, poğaça büsküvit verirdi bize. Kırk kat yabancılar ailemiz oldu.

Üç tane kız çocuğunu ne zorluklarla büyüttün, kalbi cennet bahçesi annem.

Sobanın üzerindeki çayın ve kestanenin keyfi o kadar güzeldi ki.

Yıllar sonra, annem siyah beyaz tüplü bir televizyon aldı. Gürül, gürül yanan sobanın arkasına geçip Küçük Ev dizisini izlerdik, keyifle kestanemizi yerken.

Evimizde bir çekyat, bir de kütüphane çekyat vardı. Hani bilirsiniz kapağı hep düşen. Yoksul ama mutlu çocuklardık. Çünkü, bizi her koşulda çok seven, okutan, yokluktan var eden, koruyan kollayan bir annemiz vardı.

Varlığına her zaman dua ettiğimiz…

Şu an, 77 yaşında, cennet bahçemin gülü...

Her kapısını çaldığımda, bizi gülerek karşılayan, çayı demleyip sofrayı hazırlayan.

Biz, üç bacı o sofranın başında... Annemizin gülen yüzüne bakıp, iyi ki böyle bir annenin evladıyız diye "Yaradan’a" dua ediyoruz.

İşte, bize böyle eksik yarım ve çok zor bir çocukluk ve genç kızlık yaşatan babayı hiç affetmiyorum.

Allah affetsin.

Hep akrabalarını zengin etti. Üç evladını unutarak. Hiç bir zaman aramadı... Arasa da, hiç bir önemi yok artık bu saatten sonra....

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi