ANI
Giriş Tarihi : 10-04-2022 00:52

Bir Teravih Namazında Yaşadığım İbretlik Sahneler

Yazan: Ramazan Canural - BİR TERAVİH NAMAZINDA YAŞADIĞIM İBRETLİK SAHNELER

Bir Teravih Namazında Yaşadığım İbretlik Sahneler

BİR TERAVİH NAMAZINDA YAŞADIĞIM İBRETLİK SAHNELER

Bu  yılki  ilk teravih namazını  kılmış olmanın  mutluluğu  ve  huzuruyla  caminin kapısına doğru yürürken,  yanımdan hızlıca ve  seke seke  siyah  sakallı bir delikanlı geçti.

Ben   daha niçin  sektiğini anlayamadan  caminin  arka tarafında  kapının kenarına dayalı  koltuk değneklerini aldı ve  onların desteğiyle yürümeye başladı.

Dehşetle irkildim! Çünkü  delikanlının biraz önce  neden sekerek yürüdüğünü şimdi  anlamıştım. Sol bacağı yoktu!  Diz üstünden kesikti…  

Şimdi  beni bir  düşüncedir  almıştı. Hey Allah’ım!  Şu çocuk  sol bacağı  olmadığı halde  uzun teravih  namazı  için camiye koşmuştu.  Oysa ben ne kadar nankördüm!   Her azam sağlam olduğu halde  teravih  namazına  üşene üşene  geliyordum.

Ertesi gün… Ramazanın ikinci teravihi… Yine aynı camideyim. Baştan fark etmemiştim  ama sonradan farkına vardım. Dünkü delikanlı bu defa sol tarafımda namaz kılıyordu.  Hem de huşu içinde…  Kıyamda tek bacak üstünde dikeliyor sonra rükû- secde derken,  oturma faslında,  kendine özgü  yöntemlerle sağ bacağını öne uzatarak oturup okumalarını yapıyor ve imam “Allahu Ekber!” der demez hemen doğrulup  yine ayağa kalkarak  tek bacağı üzerinde  namazına devam ediyordu.

Garibim bazen de o uzun namazın verdiği yorgunlukla  namazına  oturarak devam ediyor,  ama  öbür rekatta tekrar ayakta kılmaya başlıyordu.

Dinimizin iki önemli konusu: Sabır ve şükür… Bunlar bende var mı? Ne gezer!  En küçük  olumsuzlukta  sabrım  tükeniyor  ve umudumu yitiriyorum.  Ama Rabbimin verdiği bunca nimete karşın  şükür noktasında çok ama çoooook  cimriyim!

Bir de şu delikanlıdaki şevk ve heyecana bak!  (Haşa) “Allah’ım bana bir bacağı bile çok gördü”  diyerek isyan etmemiş ve  teravih namazı için camiyi tercih etmişti. (İstese  kendini fazla  yormadan  evde de kılabilirdi.)

Tam bunları düşüne düşüne namaza devam ederken bir de baktım,  imamın  hemen arkasında  ve benim çapraz önümde  Mehmet amca…  Kendisini  çocukluğumdan beri tanırım.  O da  dimdik ve büyük bir  huşu içinde  namazını kılıyordu. “Ben doksan yaşında bir ihtiyarım,”  demeden, çevik hareketlerle,  A dan  Z ye  bütün tadil-i erkanına  uyarak kılıyordu.  Hatta oturarak   tahiyyat ve salli barik  dualarını okurken,  sağ ayağının başparmağını  geri kıvırarak diz çöküyor; bu ayrıntıya  bile dikkat ediyordu.

“Maşallah nur yüzlü Mehmet amcaya” dedim, kendi kendime… Bense  namazda  sağ ayağımın başparmağını  geri  kıvırarak diz çökmeyeli  yıllar olmuştu. Çünkü  Mehmet  amca gibi  kurallara tam  uyarak diz çökersem  parmaklarım çok acıyordu.

Biri doksan yaşında  bir  pir-i fani,  öbürü daha yirmili yaşlarda ama sol bacağı kesik  olarak camiye koşan şu güzel delikanlı… Bu  insanlara olan hayranlığımı daha üstümden atamamışken ve  Rabbim sanki bana: “   Dur  bakalım, sana göstereceğim hikmetler  henüz  bitmedi”  dercesine…  Biraz sonra,  bembeyaz saçlarıyla,  henüz on-on iki yaşlarında albinizm  hastası bir yavrumuzun, neşe içinde camiden çıktığını  gördükten sonra  şaşkınlığım doruğa ulaştı ve  dudaklarımdan  gayri ihtiyarî şu sözler döküldü: 
 “Allah’ım sana ne kadar  şükretsem  azdır!”

Admin

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi