ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 25-07-2023 13:52   Güncelleme : 26-07-2023 18:47

Babamın Arabası / Egemen Öztürk

Yazan: Egemen Öztürk -BABAMIN ARABASI

Babamın Arabası / Egemen Öztürk

BABAMIN ARABASI

Babamın düşlediği en büyük hayal, arabaydı. Belki çocukluk hayaliydi belki gençlik hevesi... Elinde avucunda imkan olmayınca da hep gözlerinde parlayan bir hayal olarak kalmıştı. Ta ki bu sabaha kadar…

Babam bu sabah, şoför mahallinde kendisinin oturduğu eski arabayla kornalar çalarak evin önüne geldiğinde annemle kendimizi camda buluverdik. İki yan evde oturan komşumuz bu arabayla birkaç ufak kaza yapmış, kazaları arabanın uğursuzluğuna vererek arabayı satılığa çıkarmıştı. Babam da dün akşam kahvehanede satılık olduğunu öğrenince yerinde duramamış, geç vakit de olsa kapısına gitmiş, komşumuzu ikna etmiş, sabah da arabayı borç harç alıp getirmişti. Babamın böyle sonrasını düşünmeden bir şey yapması görülmüş şey değildi. Bunu en iyi annem biliyordu. Hemen arkamda durmuş, camdan babamın kornasına bastığı sarı renkteki bu eski arabaya bakarken gözlerinde dolaşan buğuyu cama yansıtıyordu.

Kendimi evin önüne atıverdim. Peşimden de isteksiz adımlarla annem geldi. Ben arabaya vardığımda babam arabadan henüz inmiş, elini arabanın açık şoför kapısına dayamıştı. Yüzünde gururlu bir babanın mağrur ifadesi, gözlerindeyse hayalini gerçekleştirmiş bir çocuğun saçtığı ışıklar vardı. Koşup babama sarıldım. Annem, iki elini beline koyarak arabanın önünde dikildi. Üstümüze doğan güneşin ışınları, arabanın kaputuna vuruyor ve sarı renge karışarak güçleniyordu. Sanki araba dile gelecek ve “merhaba!” diyecekti.

“Necmi beylerin arabasını neden getirdin?" diye sordu annem, umudunu tek bir soruya sığdırmıştı. “Bu araba, sarı küheylan, artık bizim." derken babam, elinin altındaki arabaya yıllardır duyduğu özlemi gidermeye çalışarak baktı. Annemin içinde kaynayan cümleler, dilinden dökülmek için hücum etse de annem, herhâlde “olan oldu” diye düşünmüş olacak ki üstüne tek kelime etmedi. Babam da sessizliği “haydi!” diyerek bozdu. “Binin de bir tur atalım!”

İçimde o yaşıma kadar duyduğum en büyük heyecanla ön kapıdan babamın hayaline bindim. Annem de isteksizliğini olduğu yerde bırakarak arka koltuğa oturdu. Babam besmele çekerek arabayı çalıştırdı ve bize mahallede bana yıllarca sürmüş gibi gelen bir tur attırdı. Babamı şoför koltuğunda gören komşular “hayırlı olsun” diyerek el salladılar. Arkadaşlarım yol kenarına koştu ve onlara hava atışımı izlediler. Bugün benim en mutlu günümdü.

Sonraları babamın arabası sık sık arızalanmaya başladı. Babam, üşenmedi, erinmedi, tamirciye götürdü her seferinde. Araba, tamirciye her gittiğinde masraf çıkarıyor, babamı ayrı annemi ayrı düşündürüyordu. Benim içinse tamir olması yeterliydi.

Babam bir gün, mahalleden birkaç adamla birlikte arabayı iterek evin önüne getirdi. Mahalleye çıkan yokuşta araba yine teklemiş, babamı yolda bırakmıştı. Babam, mahalleli gittikten sonra arabanın başına geçerek söylenip durdu. Belli ki arabayı tamirciye götürecek parası yoktu. Belki tamirciden de umudunu kesmişti.

Aradan bir hayli zaman geçti. Belki birkaç hafta, belki bir ay... Sarı küheylan umutsuz bir hastalığa yakalanmış gibi öylece yatıyordu. Her sabah hâlini hatırını soruyordum ama cevap vermediği gibi üstüne vuran güneşi de ilk günkü gibi yansıtmıyor, adeta yutuyordu.
Babamın sonraki izin günü uyandığımda evde sadece annem vardı. Babamı sorduğumda ‘arabaya gitti’ dedi. Evden koşar adım çıktım, yol kenarında duran arabaya gittim. Üzerimde yataktan çıktığım pijamalar vardı. Babam, arabanın kaputunu açmış, başını içine uzatmıştı. “Baba!” diye seslendim, beni duyunca gülümsedi.

“Nasıl tamir edeceğiz bu arabayı biliyor musun?” dedi. “Bilmiyorum,” dedim. “Bilmeyi çok isterdim ama bilmiyorum.” Babam, bana şimşek gibi gözleriyle baktı. “Öğreneceğiz,” dedi. Belki yarım saat, belki bir saat kaputun altına baktık. Hangi boru nereye gidiyor, hangi vida neyi neyle bağlıyor öğrenmeye çalıştık.

Sonraları her hafta babamın izin günlerinde bazen akşama kadar, bazen öğlene kadar arabayla uğraştık. Komşularımız her seferinde yanımıza akıl vermeye geldi. Başka bir gün babamın eline bir yerden para geçmiş olacak ki bir izin günü uyandığımda babam da araba da yoktu. Arabayı sattı diye üzülüp hüngür hüngür ağladım. Bir daha o kaputunun altına babamla bakamayacağız diye ağladım. Artık o sarı araba, babamın hayali olmaktan çıkmış, ikimizin baba oğul yeri olmuştu. O gün öğleden sonra babam, sarı küheylanını yaptırmış yine ilk günkü gibi kornasına basa basa evin önüne geldiğinde kendimi yeniden doğmuş gibi hissettim. Gözümden akan ne kadar yaş varsa peşim sıra koşuyordu sanki. Ben yanına gider gitmez babam kaputu açtı, “öğrendim,” dedi, bana da şöyle yapılması gerekiyormuş, o koparsa da şu takılacakmış diye uzun uzun anlattı.

Sekiz dokuz yaşlarında olduğum için anlattıklarından hiçbir şey anlamasam da babamın o gün anlattıkları dünyanın en güzel masalıydı benim için. O günden sonra çok gece uyumadan önce gözlerimi kapatıp babamın kaputun altında bir yerleri göstererek bana hevesle anlattıkları dinledim.

Aradan iki hafta geçti araba yine bozuldu. Bu kez yokuşta kalmadı, babam sabah evin önünde çalıştırmak istediğinde çalışmadı. Yine açtık kaputu beraber, baktık. Babamın öğrendiğine benzemiyordu. Bu başka bir arızaydı. Araba ilk izin gününe kadar yine öylece yattı. İzin gününde arabaya bakacağız diye erkenden kalktım ama babam arabanın başında değildi. İçeride televizyonun başına oturmuş, haberlere bakıyordu. “Baba,” dedim, “arabaya bakmayacak mıyız?”. Ben böyle sorunca usulca başını çevirip bana baktı, ilk defa onu öyle gördüm. O kadar uzun baktı ki cevap versin diye onu elimle dürttüm. Gülümsedi, “yapabilir miyiz?” dedi. “Yaparız!” diye bağırdım, sarıldım babama. O izin günü ve sonraki izin günlerinde hep sarı küheylanın kaputunu açıp baktık.

Bir gün okuldan geldiğimde annem komşudaydı. Vestiyerde asılı duran anahtarı aldım ve babamdan gördüğüm şekilde açtım kaputu. Annem beni görünce sağlam bir kulağımı çekti. Babam ertesi akşam işten erken geldi ve daha eve girmeden kapıdan seslenerek beni çağırdı, “aç bakayım kaputu” dedi. Benim bir şey dememe kalmadan “aç haydi aç, annen söyledi” dedi. Heyecanlandım, uzattığı anahtarı alıp bir çırpıda açtım. İkimiz böyle yan yana kaputun altına bakarken birden sıkı sıkı sarıldı bana. Bir daha hiç kimsenin sarılmayacağı gibi sarıldı. Yanağımdan öptü, “canım oğlum” dedi.

Ertesi akşam camda babamı bekliyordum. Annem mutfaktan seslenerek “baban geç kaldı,” dedi. Hemen atıldım, “arabaya vida alacak, somun alacak,” dedim. Annem elindeki kıvırcığı musluğun altında yıkarken güldü. Aradan bir saat kadar geçmişti ki evin önüne bir polis arabası yanaştı. Çalan kapıyı annem açtı. Polisler yekten “kocan öldü, başın sağ olsun.” dediler. Annem onların söylediğini duyar duymaz düşüp bayıldı.

Öğrendik ki babam işten çıkınca arabaya bir şeyler almaya sanayiye gitmiş, sanayinin içinde yürürken sarhoşun biri vurmuş arabayla. Ertesi gün defnettik babamı. Sarı küheylan öylece durdu evin önünde. Birkaç ay ne ben elledim ne annem arabadan bahsetti. Eve her girip çıktığımızda gözümüzün ucuyla bakıyorduk sadece. Okuldan geldiğim bir gün, attım çantamı kapının önüne, koştum, açtım kaputu. Babam hemen yanımdaydı. Kanlı canlı yanımda duruyordu. Hayal miydi rüya mıydı bilmiyorum ama yanımdaydı. “Canım oğlum.” dedi.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi