ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 09-01-2023 19:12   Güncelleme : 09-01-2023 19:33

Annemin Çocuğu Ölmüş /3

Yazan: Gülsüm Berk -ANNENİN ÇOCUĞU ÖLMÜŞ /3

Annemin Çocuğu Ölmüş /3

ANNEMİN ÇOCUĞU ÖLMÜŞ /3

Gözyaşlarım sel olup eve koşarak geldim. Kapıyı çaldım kimse açmayınca anahtarla içeri girdim. Gördüğüm manzara karşısında buz kesildim, annem yerde yatıyordu. Yanına koştum. Soğuktu, nabzı atmıyordu. O panikle sarıldım, kollarıma alıp silkeledim, kalp masajı yapmak geldi aklıma. 

Bir -iki, bir- iki olmuyordu. Çığlık sesime komşular da gelmiş bana yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Yan komşumuz doktordu. Nabza baktı sonra da bana,
 “Ölmüş" dedi. Yaklaşık iki saat geçmiş üzerine."Buz gibi de soğumuş" dediğini duyduğumda başım dönmüş gerisini hatırlamıyordum. 

Gözlerimi açtığım da yataktaydım. Kalktım.Kehribar annemi de son yolculuğuna uğurlayıp, evde okunan Mevlitten sonra Erzurum'a biletimi aldım. Evden fazla birşey almadan sadece annemden kalan mektup, dosyalar ile bir kaç elbise, kitap, tam kapıyı kapatmadan etrafa bakarken o gün Kehribar anneme verdiğim  o eski hali ile yıllardır yerinde duran çantayı da alıp yola koyuldum. Uzun bir yolculuk sonrasında okulumu bulup haftalardır beni bekleyen öğrencilerim ile tanışmak istiyordum.

Müdür odasından içeri girince benden başka dört öğretmen vardı içeride. “Hoşgeldin" faslından sonra sınıfıma çıkmadan kalacak yer sordum. Müdür bey okulun az ilerisinde küçük iki odalı bir evin kiralık olduğunu söyleyince hemen gidip işlemleri halledip, bir an önce okulumda ders yapmak ,çocuklarıma kavuşmak istiyordum.

Kağıtta yazan numarayı aradım ve kirada anlaşınca şansımın yaver gittiğini düsünerek yerleştim. Nereye el atsam Kehribar annemin öğütleri ile karşılaşıyordum."Öğretmen olursan soğuk memlekete de gidersin, sıcağa da, soba yakmayıda bileceksin mangal yakmayı da"derdi .Sobayı yakıp, eşyalarımı yerleştirip,uyuyakaldım.
Sabah soğuk bir güne uyanıp, heyecan içinde koşarak sınıfıma geldim.

Herkes yerine oturmuş beni bekliyordu.
En baştan başlayıp isimlerini sordum.
Ahmet, Enes, Engin, Eyüp, Ali; Ayşe, Efsun, Zeynep, yine Zeynep, yine Ali, Yusuf ve İclal. Herkes adını soyadını söyleyince... 
Ben de"Aysel"dedim.

Henüz yeni okuma yazma öğrenmis olan ikinci sınıf öğrencilerim bu kadardı. Derse başladık ve kapı çaldı, “Gel,"dedim.

Üzeri yalınkat, soğuktan üşüyen elleri gibi sesi de titrek bir vaziyette özrünü diledikten sonra yerine oturdu. Parmak kaldırıp, “Hoş gelmişsiniz öğretmenim". Deyince şaşkınlığımı gizleyemedim.
“Hoş buldum çocuğum, senin ismin ne bakalım?" deyince, "Aysun" dedi.

Küçük olmalarına rağmen kara kaşlı, kara gözlü yavrucaklar bilgiye açlardı. Ve içlerinden Aysun gibi çocuklar, sanki büyümüşte küçülmüş gibiydi. Saygılı ve beni de sevmişlerdi. 

Günler böyle geçerken beni büyüten, Kehribar annem de burnumda tütmeye  başlayınca, bana sürekli on sekiz yaşımda açmam gereken çantayı yirmi beş olduğumda da açmamıştım. Tam bunlar aklımdan geçerken Aysun yine parmak kaldırmış, "Öğretmenim! dersimiz ne?" dedi. Bu düşünceleri bir kenara bırakıp ders işlemeye başladım. Zil çaldı, herkes çıkıp giderken Aysun "Sana sarılabilir miyim öğretmenim?" dedi. Şaşkındım, aklıma Hacer Anne’den başka kimseye sarılmadığım, onun da sertçe kendine çekip sarıldığı aklıma gelince tereddüt etsem de önüne diz çöküp, kollarımı açtım. 

Minicik vücudu kollarımın arasındaydı. Sıkıca sarıldım, nefes alış verişi huzurluydu.
“Görüşürüz örtmenim" dedi, ve sınıftan çıkıp gitti. Biraz karmaşık duygularla okuldan çıkıp etrafta ne var ne yok, biraz alışveriş yapıp evime gittim. 

Günün yorgunluğunu atmak için müzik açıp, sobamı yakmış, elimde kahvemi tutuyorken kapım çaldı. Kimseyi beklemiyordum. Ayağıma küçüklüğümün de verdiği alışkanlık ile terliklerimi giyindim. Kapıyı açınca, karşımda o küçük kız Aysun ve yanında muhtemelen annesi olduğunu düşündüğüm kadın, elinde kocaman bir poşetle kapıda duruyorlardı. Ben de meraklı gözlerle, kafasına kadar atkı ile sarılmış orta yaşlı kadının gözlerine takıldı gözlerim, göz bebekleri kocaman kahverengi bana bakarken hiç bilmediğim bir heyecan sardı bedenimi.
“Hoş geldin yavrum, Aysun, seni anlata anlata bitiremedi, ben de hoş geldin demek için geldim. Gelirken kabul edersen de bir şeyler getirdim,” dedi.

Kapının önünde soğukta beklettiğim aklıma gelince biraz tereddüt etsemde içeri buyrun diyebildim.
İki odalık evimde salonum, mutfağım, bir yerdeydi. Sobanın kenarına oturması için sandalye verdim, oturdu. Yanında getirdiği poşetini açıp içindekileri masanın üzerine koymaya başladı. Her biri özenle sarılmıştı. En alttan tencere çıkınca şaşırdım. İçi sarma doluydu. Sobanın üzerine koyup “Isınsın biraz sonra yersin" dedi. İçim istemsizce kıpır kıpır, kalbim heyecanla atıyordu. Bana Hacer Anne'nin kocaman sarmalarından, Kehribar annemin de bol ekşili sarmalarından, okula da getiren bir kaç arkadaşımdan başka benim için ilk defaydı, benim için yapılan sarmayı yemek. 

Biraz utangaç tavırla ısınan sarmayı, “tabak getir bakalım evladım" dedi.
Kaynayan çayla beraber, kendi annem sıcaklığı hissederek sarmaları yemeye başladık. Aysun, annesinin dizinin dibinde ısınıyordu. Kendimizi tanıtarak, konuşuyorduk. Hiç yetimhaneden bahsetmedim. Sadece Kehribar annemi ve onun...

Başladı anlatmaya... 
Bundan otuz sene önce babam köyün imamı olarak bu şehre geldik.Yaşım da küçüktü daha okula babamı zar zor ikna edip başlamıştım. Ortaokula başlayınca okulum değişti ilçeye gidiyordum. Orada birini sevdim. Okul bitince kaçacaktık .Tek hayalimiz buydu.Okul bitmiş yaz tatili gelmiş ve ben hamileyim. Kaçmaya niyet edince babama yakalandım. Annem zor bela durumu söyleyince, öldüresiye dayak yedim. Babam beni evden dışarı attı.Tüm akrabalara da tembihledi ki kimse yardım etmeyecek, ya çocuktan kurtulacaktım ya da sokakta kalacaktım. Bir iki ay köyün yaşlı kadını Naciye anaya sığındım. O da  babamdan korkup eve almamaya başlayınca  ortada kalakaldım. Bir gün ağrılarım tutmuş Naciye teyzeye ulaşmaya çalışırken giriş katta asılı duran pembe battaniye ile bir iki çocuk elbisesi çarptı gözüme yavaş yavaş yaklaştım onları alıp kimsenin olmadığı  sokak köşesine yürüdüm. Sancılarım artmış dişlerimi sıkmaktan kanamıştı. Bebek doğmuş bulduğum cam parçasıyla bağdan kurtuldum. Çaldığım battaniyeye bebeği sardım. Bakkaldan bulduğum kağıt kalemle babama ve hiç yüzüne bile bakmadığım tek hatırımda kalan elinde küçük bir beni olan evladıma bir  şeyler yazıp babamın görev yaptığı caminin önüne koydum. Başka şehire gitmek için otobüse binmişken babam geldi eve getirdi:

-Ben seni değil karnındakini istemiyordum!Yüzüne soğuk bakarak sordum.
-Ne yaptınız?
-Devlete teslim ettik. dedi.
-Peki ya mektup onu okudun mu?
Şaşırdı:
-Mektup mu vardı?

Babamdan nefret etmiştim. Annem için eve geri geldim.Ve çok geçmeden de beni başkası ile evlendirdiler. Başka çocuklarım oldu, fakat caminin önüne koyduğumu hiç unutamadım. 
Mektup   koymuştum ya garip bir umut belki evladım beni bulur, diye yıllarca gelen arabanın yollarını gözler dururum Gelmeyince de hastanırım böyle, dedi.
Çok duygulandım. Ayse teyze de ağlıyordu.
-Peki buldun mu? deyince;
- Tek umudum mektuptu ama bana öldü, dediler. Hala umutla bekliyorum yaşasaydı senin yaşında olacaktı dedi.

Çok üzüldüm. Fakat aklımda kalan elindeki leke demesi ile istemsizce elime baktım benziyordu. Kafam karışmıştı. Bu kadın annem olabilir miydi?Zaten benim de çok eşyam yoktu ya bir battaniyem bir kaç zıbın, bir de mektuplar. 

Apar topar kalktım, "Daha fazla rahatsız etmek istemiyorum." deyip koşarak eve geldim.

O kahverengi çantada tüm geçmişim vardı. Acele ile mektupları açtım yazılar ha silindi ha silinecek okumaya başladım.

Doğduğum saat yazılıydı. Bir de, "Özür dilerim. Yaşarsan ben sana sahip çıkamadım. Sen bul beni demiş babamın adını yazmıştı." Kendi adı yoktu nerden bulacaktım. Saatlerce elimde tuttuğum mektupta, geçen derste Aysun annesinin "i" harflerini ters yaptığını söylemişti. Acele veli mektuplarına baktım. Evet Ayşe teyze "i" harflerinin noktasını yukarısına değilde alta yapıyordu;
-Aman Allah'ım! O kadın annem miydi?
Elimdeki mektup ile Veli mektuplarına baktığım da yazı benzerdi. Birde "i" harflerinin noktası tersti.

Koşup boynuna sarılarak ağlamak istedim.Fakat içinde anne sevgisine dair hiç bir duygu yoktu.
Emin olmalıydım.
Sonra aklıma saçlarını boyatmak istediği geldi. Saçından aldığım tel ile beraber hastanelerde birsürü sorunla karşılaşıp o testi yaptırmayı başarmıştım.

Sonucu elime ulaştığında heyecendan ölecek gibiydim. Bir iki saat sonuçtan korktuğum için açamadım. Ve yine kendimi Ayşe teyzenin yanında buldum. Çay ile beraber yine konu evladına gelmişti. Ağlayarak yine başladı anlatmaya.
Benim çocuğum öldü.

Daha fazla dayanamadım.
Lavaboya gidip zarfı açtığımda donakaldım. Ayşe Teyze annemdi.

Annemin çocuğu ölmemişti. O çocuk bendim. Fakat söyleyemedim...

Annemin çocuğu ölmüştü...

***

BİRİNCİ BÖLÜMÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN 

İKİNCİ BÖLÜMÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN 


  

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi