ANI
Giriş Tarihi : 24-12-2023 18:37   Güncelleme : 25-12-2023 01:57

Annem Bir Ressammış / Zeynep Aksu

Yazan: Zeynep Aksu -ANNEM BİR RESSAMMIŞ

Annem Bir Ressammış / Zeynep Aksu

ANNEM BİR RESSAMMIŞ

Bunu sonradan anladım, hem de çok sonra anladım ki, benim annem bir ressammış, bir sanatçıymış...

Sabah çok erken kalkardı... Özellikle, ekmeklik hamur yoğurup, mayalayacağı gün. Ben de beraberinde kalkar bütün uyguladığı aşamaları ardısıra izlerdim.

Önce ocağı yakar, hamuru mayalayacağı suyu büyük kara kazanın içine koyar, kazanı da üç ayağın üzerine yerleştirirdi. Geven dikenini, kara kazanın altına yerleştirir ve ilk ateşi yaktığı kibrit ile verirdi.

Geven, ateşi alır almaz kendine has müthiş bir aroma kokusuyla çıtır çıtır yanarken; bir kaç çırpı atardı üzerine.

Alevin yüzüme vurduğu sıcaklık, o kadar mutlu ederdi ki...

O ilk alevden sonra, ateşin harı yavaş yavaş sönerdi. Sonrasındaki ateş, usul usul suyun ılınmasına yetecek kadardı.

Hava soğuk olduğundan, akşamdan çeşmeden getirilen sular bakraçlarda üzeri buz tutmuş olurdu.
O nedenle suyu ılıtmak gerekliydi mayalamaya hazırlanan hamur için.

Sonra, ahşaptan teknesini yere serdiği cecimin üzerine bırakırdı.

Değirmende öğütülmüş koca koca un çuvallarından tecrübe edindiğinden, ölçülü miktarda alır, bu teknenin üzerinde eleyerek inceltirdi unu.
Kaç kere denediysem beceremedim, annem gibi elemeyi.

Her eleyişte ahenkli bir ses çıkartırdı.
Ne hoşuma giderdi o ses...

Bir önceki hamurdan ayırdığı hamur mayayı, iri kaya tuzunu teknenin diğer yanına bırakırdı.
İşte ondan sonra, benim görevim başlardı.
Ocaktan birlikte indirdiğimiz kara kazandan ılınmış suyu, usul usul bakırdan çukur tas ile hamur teknesinin bir kısmında beklemekte olan maya ve tuzun üzerine dökerdim. Annem bu iki kardeşi bulamaç haline getirinceye kadar eli ile ezerek karıştırırdı.

Sonra, teknenin diğer ucundaki elenmiş undan azar azar alarak yoğurma işlemini başlatırdı.
Arada hamurdaki yeterli yumuşaklığı görmeyince; "dök" derdi.
Ne sabırlıydı bu işlemi yaparken.
Sonunda en sevdiğim bölüm gelirdi...
İyice özdeşleşmiş olan hamur muhteşem sesler çıkarıyordu. Annemin eli her hamura daldığında, kabaran hamur kamçı sesi gibi, ağızda patlayan sakız gibi; "şak, şak, şak" diye sesler çıkarıyordu..

Dakikalar sonra, ilk halinden eser kalmayan bu hamurdan ufak bir parça alır, tahtadan teknenin ağzına yakın bir noktaya yapıştırırdı...

Eğer, hamur o noktaya kadar kabarırsa mayalanmış demekti. Üstünü el yapımı hayvan yünlerinden yapılmış cecimlerle örter mayalamaya bırakırdı...

"Bu mu sanatçılığı?" dediğinizi duyar gibiyim. 

Elbette ki değil. Hamur yoğurma işleminden sonra, gün henüz yeni ağarmakta iken, odasına geçerdi.
Odasının tek penceresi vardı. Pencerenin önündeki sedire otururdu. Derinlerden derinlerden gelen baykuş sesi, ahırdan gelen hayvan sesleri günün fecire yakın kısmında geceye yatan hayatın uyanmakta olduğunu gösteriyordu. Özelikle atın olduğu yerde toynakları ile çıkardığı ses, yeni günün habercisiydi.

Bu hareketlilikle birlikte pencereden sızan günün ilk ışığında, dedemin ıslatıldığında ispirto rengi aldığı kurşun kalemi ile kanaviçesine çizdiği "Şahmeran" resmini renk renk iplerle işlemeye başlardı.

Arada kendinden uzaklaştırır, nasıl göründüğüne bakardı… Renkleri kullanırken iki ipi yan yana getirir, hangi ipin hangi iple uyumlu olduğunada bakardı.
Evin işinden gücünden fırsat buldukça büyük bir zevkle kanaviçedeki "Şahmeran’ı” işlerdi.

Kaşını, gözünü işlerken sanki ruhunu verirdi.
İnce kaşlı, uzun kiprikli, iri gözlü, kırmızı dudaklı.
Öyle ya, o bir kraliçeydi...
Güzel olmalıydı...
Hem taçsız olur muydu kraliçe.? 
Tacı'nın kenarlarından siyah saçları zülüf zülüf dökülmeliydi.
Beyaz gerdanı açık, gerdanında renkli boncuklardan takısı olmalıydı.
Bakışları sevgi dolu olmalıydı.
Asıldığı yerden bakışları insanın içini okşamalıydı. Sevdiği insanoğlu aşkına ihanet etse de, o merhametini ve sevgisini, dik tuttuğu başında saklamalıydı...

Belki o nedenledir ki, ”Şahmeran" Anadolu'daki her kızın çeyizinde vardır...

Sevgilerini, içine gömdükleri aşklarını, ulaşamayacaklarını bildikleri halde içinden içinden sevdiceklerini hissettirdiğinden midir acaba?....

O nedenle;
Şahmeran işlemeli elbise örtüsü, yastık kılıfı, çıta ile çerçevelenmiş, duvara asılmış panodan her evde mutlaka bir tane olurdu. Daha doğrusu, her genç kızın çeyizinde mutlaka olurdu...

İşte, annem de  bunlardan biriydi...
Şahmeranı ya da başka nakışları işlemekten zevk aldığını çocukluğumda hissetmiştim ama ruhunu kattığını çok sonradan anlamıştım...

O nedenle;  "Annem bir sanatçıymış..."

Editör: Dilek Tuna Memişoğlu 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi