ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 01-09-2022 01:33

Anne Olma Yolunda

Yazan: Merve Yurtsever - ANNE OLMA YOLUNDA

Anne Olma Yolunda

ANNE OLMA YOLUNDA

Henüz dört yaşındayken annesini toprağa vermişler. Nasıl bir durumun içinde olduğunu anlayamayan küçük kız çocuğu kalabalıktan bunalmış, daha on iki yaşında olan ablasının kucağına sığınmış. “ yalan söylüyorlar değil mi? Annem ölmedi. Hepsi şakacı demi abla. “ diye fısıldıyor kulağına. Ablasının titreyerek ağlamasının nedeni o anda saklı, bugünlere yankı… İki küçük yüreğin fısıltısında… Ne fırtınalar kopar sessiz fısıltılarda. Ne yürekler yanar da dumanında kaybolur, görünmez çocuklar. Oysa en çok onlar korkarlar…

Aradan geçen onca yıl küçük kız çocuğunu büyütüyor. Ankara’nın sokaklarında yürüyor düşe kalka. Hiç koşamıyor, yürümek onun hakkı. Ötesi yok. Lise yıllarında, okulunun karşısında, Keçiören şelalesi bilir ne kadar imrenilerek seyredildiğini. Hayatta akmak isteyip te dona kalan bir şelale gibi hissediyor kendini o yıllar. Zamanla türlü dönemeçlerde tek başına akıyor, biriken onca hikâye omuzlarında dolaşıyor ancak bugünün konusu bambaşka duygu karnavalı. 

Bugün bir Hasta hane odasında kolunda serumla, aklı dört yaşındaki kız çocuğunda. Dalıp gidiyor uzaklara, o annesiz… Ama artık anne olma yolunda… Yüzünü fotoğraflardan bildiği annesi yok yanında. Ankara’da değil artık. Bilindik her şey uzanamayacağı noktada. Ablaları uzakları yakın edememenin ıstırabında. Her şey girer yoluna, uzaktakilere kavuşulur bir zamanda da ulaşılmazlar çok acıtmakta. Aklında bin bir karmaşa, hatırlamıyorken annesine dair bir hatıra, nasıl bir anne olacağını düşleyemiyor… Hülyalarda… 

Eşi yanında. Yeni insanlarla sarmalansa da, yetmiyor o an solan benzinin soluklanmasına. Bir tıkırtıya çeviriyor başını. Açılan hastane odasının kapısı nefes oluyor, esen havasında huzuru salıyor ruhuna. Çektiği havanın karnında ki bebeğine ulaştığını da o an hissediyor. Burukluğu yaşayan yüreği teyze sarılışında huzura varıyor. Tüm acının halleri rüzgâra savruluyor. Yüzüne renk, canına can geliyor. Dışarıda kar taneleri dans ederek yağıyor…

Bir hemşire giriyor kapıdan vaktin geldiğinin müjdesiyle. Yatırıldığı sedyede yüzünde endişe merakla birlikte asılıyor. Acaba nasıl bir anne olacak sorusu hücumda. Ameliyathaneye girmeden son bakışında, gülümseyen anne yarısıyla gönlü sıcacık akmakta. Annesi yoksa da onlardan öğrendi sonuçta, teselli bulan yüzü aydınlanmakta.

Teyzekızı olmayan ablalarının yerine tutuyor sımsıkı elleriyle, o artık güvende. Hüznü dağılan yüzüyle bebeğine kavuşmaya gitmekte. Evet, anne nasıl olunur biliyor. Evet, başarabilir. O teyzesinden tanıyor anne sıcağını…

Sedyenin üzerinde bindiği asansör yükselmekte, heyecanıyla birlikte. Birileri varken düşünemiyor insan. Yalnızlık, endişe hücumu gibi üşüşüyor üzerine. Birazdan yatacak ameliyat masasına.

Uyumak istememesi dile getirdiği gibi bebeğinin ilk anını görebilmek için mi? O da muhakkak bir sebebi. Lakin uyanamama ihtimali aklından çıkmalı. Çıkmıyor, tüm korkular üşüşüyor üstüne. Anne olurken daha çok anlıyormuş insan. Anne olunca, ölüm korkusu kapında. Ya benimde yavrum yürürse benim gibi aynı yolda. Asansördeki kısacık zaman dilimi bu ağır düşünceleri üstüne yükleyecek kadar uzun olmamalıydı. Ama annelerin hayatı hep uzun olsa, çocuklarını büyütse de yetişkin kılsa. Veli toplantılarında o kadar büyük bedenlerin arasında küçük bir abla oturmasa, beslenmesinde ki patatesler anne elinde kızarsa, ablalar tuz atmayı çok unutmakta. Okul pikniklerinde herkesin annesiyle oturduğu masalarda çocuk yürekler öğretmenlere sığınmasa. Banyo suları bu kadar sıcak olmasa. Anne örgüsü nasıl olur acaba?

Korkularını anlatabilecekleri ablalar değil anneler olsa, ablalar ne yapacağını bilmiyor yoksa. Canının çektiğini söylemek zor olmasa. Evlilik kararına herkes karışmasa, düğününde yanında annesi otursa… O zaman görünmez olmazdı belki de herkes tarafınca. Bir aferin duymaya hasret yüreğiyle çırpınmazdı onca zaman. 

Ve sonra utanmasa… Annesinin olmamasından hiçbir çocuk utanmasa… Belki de adını bilmediği duygular utanma kılıfının altına saklanmıştırlar. O günün aklında, utandığı sanrısındalar. Bugünün anısında çok can yakıyorlar. 

Aklındaki bin bir ayrıntı, çıkmanın sırası mıydı? Sıyrılmak niyetinde açıyor gözünü. Ameliyat masasına ne zaman yatırıldığının farkında değil. Şaşırıyor, önünde yeşil örtüden yapılmış bir set görüyor önce. Örtüye bakarken gözaltlarına değen kirpiklerinin ıslaklığını hissediyor. Ağladığını da fark ettiren, bu hale nasıl geldiğini anlamlandıramayan.

Bir hemşire başucunda anestezinin yapıldığını söylüyor. Hiç hissetmedi oysa. Her şey yolundaymış birde, yaşlı gözlerini görünce ekliyor hemşire. Gözlerini tavana çevirdiğinde bir ayna yansıması olduğunu tahmin etmemişti. Tavandan yansıyan doktor hareketlerini görünce sanki hisseti kesilen karnındaki bıçağın varlığını. ” Ya fazla keserse?”

Kalbinin atışı yavrusuna endişeyle ulaşmamalı. Hayır, bunu yapmamalı. Ana dönüyor birazdan anne olacak. Bu gerçek mi olacak? Gülümsemeye çalışan dudakları titremekten yerine getiremiyor görevini. Üşüyor… Çok soğuk… Annesi de üşümüş müydü ölürken? Koşuşturuyor hemşireler… Üzerine kat kat battaniye serildi. Hayır, toprak atıldığını hissetmemeli… Bu daha ne kadar sürecek. Gücü olsa sorabilecek.  Bir şey sallanıyor gözünün önünde. Bulanık irisleri göremiyor. Bir ses geliyor uğultulu “bu senin bebeğin” diyor. Yoksa görmek bile nasip değil mi bu bedene, bebeğini. Kalp atışlarının hızlandığını hissediyor. O bu anı böyle hayal etmemişti. Evde düşlerken her şey çok romantikti. Göz kapaklarına taş asıldı sanki. Dili çözülse söyleyebilir belki. Kulağına bir fısıltı doluyor yine. Aynı ince ses “ korkma. Uyuyabilirsin. Sakinleştirici yaptık sana” diyor. İyi ki diyor. Uykuya giderken öldüğü sanrısından çıkıyor…

Gözlerini açtığında bir boşlukta sanki. İdraki yerine gelirken, aklına üşüşen ilk düşünce yaşıyorum oluyor. Nihayet, görüşü netleşmiş, yüreği dinginleşmişti. Ona gülümseyerek yaklaşan hemşirenin kucağında ki kendi oğlu muydu? Evet, kesinlikle o olmalı. Zira özene bezene aldığı, günlerce okşayıp sevdiği battaniyeyle sarılı, hemşirenin kucağındaki… Usulca kucağına veriliyor yavrusu. Bir huzur serinliği sarıyor içini. Tenine ilk dokunuşu, yüreğinde ki kopan fırtınaların sukutu.

Cennet kokusu doluyor içine, tüm korkularını örten. 
Hasta hane görevlisi sedyeyi hareket ettiriyor. Herkes merakla onları bekliyor. Bebeği kucağında. O ölmedi. Sedyenin üzerinde uçuyor hissediyor kendini. O yaşıyor… Bebeği kucağında… Uçmakla eş değerdi, onun lugatına. Odanın açık kapısından heyecan kokusu yayılıyor… Hissediyor… Kapıdan girişte gözleri herkesi tarıyor ancak kimseyle göz göze gelemiyor. O da nesi? Herkes bebeğin heveslisi. Yok, mu kimsenin sen nasılsın? Diyesi. Neyse avunmaya alışkın kendisi. Yaşıyor ya, bebeği yanında, yok ötesi. Bir süre sonra görülür elbet benliği. O da artık annelik makamında, olgun olmayı bilmeli…

Sonunda, yatağında uzanmış huzurla. Endişeler kesilip atılmış göbek kordonuyla. Koynunda bebeği, karşı camdan gözüken kuş sürüsünün dansını izliyor. Dışarı da kar yağıyor. Kuşlar bu soğukta nasılda neşeli gözüküyor. Bebeği gözlerini açmış gülümsüyor. Kuşlar karşıdan selam veriyor. Çok sayıda ağaç dizisi gözüküyor, bir tanesi dikkati üzerine topluyor. Göğe en çok o uzanıyor. Kuşlar etrafına üşüşüyor. Hep beraber kondukları ağaç dalından süzülen rüzgâr kulağına fısıldıyor. 
… Annen torununu izliyor…
Onlarca kuştan annesinin selamını alıyor.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi