ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 04-10-2022 03:28   Güncelleme : 06-10-2022 13:59

Anahtarlar

Yazan: Aysun Eliş - ANAHTARLAR

Anahtarlar

ANAHTARLAR

Hayat bir deste anahtardan oluşabilir mi? diye sordu, gevşekçe tuttuğu anahtar yığınına. Bir çan gibi öten yığın kendine has bir dilde, anlaşılmaz bir ezgiyle cevap vermişti. Anahtarları avucunda döndürüp durdu, uzun uzun baktı. Bir hayatın dününe ait, çeşitli kapıların anahtarları. Bir tane sadece bir tanesi geleceğe açılan bir kapıya ait olsaydı, yaşamaya dair bir umut besleyebilirdi. Umut etmek hastalıklı bir beklenti olmasaydı, anahtarsız da umut edebilirdi. İki avucuyla tuttuğu anahtarlar sessizce akan göz yaşlarıyla ıslandı. Önce belli belirsiz, sonra sızlanmayı andıran sesler döküldü boğazından. Bir barajın kapaklarının açılması gibi gırtlağında ki düğüm çözülüverdi. Sessiz bir çığlıkla, sözsüz bir ağıtla ağladı. Anahtarları masanın üstüne savurup, bir süre belli belirsiz mırıldanmalarla konuştu. İki eliyle yüzünü alnına doğru sıvazladı, saçlarını kavrayıp başını dikleştirdi. ‘Neden?’ Bir sorudan çok, cevabı içinde olan bilinen bir şeyin isyanını yansıtır gibi yineledi: ‘Neden?’

Yavaşça eline bir anahtar aldı. Evinin anahtarıydı bu. Gözlerinin önünde geçmişin hayaletleri canlanıverdi. Daha evin yüksek giriş kapısından girerken gülümsemeye başlamıştı. Geniş salonda bir an durup etrafına bakmış perdesiz açık pencereden masmavi denizi görmüştü. Gözlerinde denizin yansımasıyla burada yaşlanabilirim diye düşünmüş; Eşine gülümseyip tutkuyla sarılmış burada sonsuza kadar yaşayabiliriz demişti. O an fark etmese de heyecanı, kimseyi heyecanlandırmıyordu. Belki borç senetleri belki sonsuza kadar sürecekmiş gibi görünen ödemeler, yaşanabilecek güzel bir hayattan daha önemli gelmişti ona. O evde geçirdiği süre boyunca, estetik kaygıya önem veren her hangi bir insan kadar özenmişti evinde oluşturacağı yaşam alanına.

Balkonundan duvarlarına, en küçük eşyasından, en detay aksesuarına kadar özenle seçmişti. Antreye üç büyük biblo koymuştu. Üç maymun karşılıyordu misafirlerini. Görmeyen duymayan bilmeyen üç maymun. Evinde görülenler duyulanlar konuşulanlar burada kalsın istiyordu.  Çok değil beş yıl sonra bir daha girmemek üzere evinden ayrılacağını bilseydi, denize öyle sevgiyle bakar mıydı? Bir şeyin ilk ve sonu arasında ki mesafeye hayat dendiğini bilseydi, burada geçen sürenin beş yıllık kalkınma planları gibi geçici ve tükenecek bir şey olduğunu bilseydi, tüm sevgisini bu duvarların arasında bu insana verir miydi? Verirdi evet biliyordu bunun sonsuz olmadığını bilmese de sevgisiz olmayacağını bilirdi.

Koskoca bir yaşanmışlıktan onca güzel anıdan geriye bir anahtarı kalmıştı elinde. İlk gün olduğu gibi son günde salonun ortasında durmuş denize bakmıştı. Her detayına dokunduğu eviyle vedalaşma isteği duymuştu içinde. Bir şeyler nefesini kesmiş bir şeyler buna engel olmuştu.

Salonun tam ortasında oğluna sarılmıştı, son bir kez yüzüne bakmış bir daha göremeyeceği bu yüzün bir kaç yıl sonra nasıl olacağını hayal etmeye çalışmıştı. Oğlu hiç büyümeyecekti oğlu hep öyle kalacaktı. Çocuklar fotoğraflarda büyüyemezdi.

Bunu henüz bilmiyordu. Evden ayrılmadan önce son bir kez üç maymuna baktı. Sessiz tembihlerini duymuş gibi, görmeyen, bilmeyen duymayan biri gibi anılarını sessizce onlara bıraktı. Kapıyı çekip çıktı. Kapının kapanırken çıkardığı tok ses. Bitti diyordu, buraya kadardı. Yine yüzlerce kez açılıp kapanacak bu kapı; ancak sadece senin için açılmayacak. Anahtarı vardı, ancak geçmişten bir evin kapısını artık açamazlardı. Göz yaşları bu düşüncelerle daha fazla taştı. Bedeninde ki bütün sıvı, hatta kanı bile göz yaşı olup aksa buna bir son veremeyecekti.

Bir anahtar daha aldı eline. Bilmem hangi tatil beldesinden alınan gösterişli ancak ucuz bir anahtarlığa takılı bir çok irili ufaklı anahtar çınlayarak rahatsız edilmek istemediklerini haykırdılar. Her sabah yedi de açtığı dükkanın  anahtarlarıydı bunlar. Ana giriş kapısının, yan ve arka kapıların ofislerin kapı anahtarları. Bir kez daha salladı. Çıkan sesi sevdiği bir şarkının hüzünlü ezgisiymiş gibi dinledi. Her sabah tam vaktinde dükkana çıkan dört basamaklı küçük merdiveni sakin adımlarla geçip kapıyı açardı. Sabahın loş serinliğinde kahvesini hazırlar en sevdiği dostu yalnızlığıyla sessizce kahvesini içerdi. Denizin üstünde yükselmekte olan güneşi izlemekten aldığı keyfin ucuz bir yansımasını hissetti yüreğinde. Bir an ofisine geçip günü planladığı ve mesaisine başlamak üzere gelen personelinin dostane selamlamalarını duyduğunu sandı. Oğluyla okul çıkışı dükkanda oynadığı oyunları düşündü.

Arkadaşlarıyla da sık sık dükkanda görüştüklerini fark etti. Dükkanı bir iş, bir ekmek kapısından çok bir yaşam alanıydı. Çok sevdiği işiyle, sosyal çevresinin, hatta aile yaşantısının bir birinden ayrılmaz şekilde bütünleştiğini açık bir şekilde görebiliyordu. Artık kimse arayıp sana kahve içmeye geliyorum dükkanda mısın? diyemezdi. Elinde  ki anahtar bir daha asla o dükkanın kapısını açamazdı.

Hiç arkasına bakmamıştı dükkandan çıkarken, bakarsa ayrılamamaktan korkmuştu. Her detayı emek, her yeri güzel anılarla dolu bir geçmiş, duvarların ardında kalmaya, dünün karanlığında boğulmaya mahkumdu. Evinin anahtarını dükkanın anahtarlığına ekledi. İstemsizce derin bir nefes aldı. 

Masaya uzanıp arabasının anahtarını aldı eline. İnsanların nesnelerle eşyalarla duygusal bağ kurması, ona göre mantıklı değildi. Oysa arabasının bir adı vardı. İlk arabasıydı kıymeti fiyatından çok, kendi emeğiyle almış olmasından ileri geliyordu. Hiç sorulmadan fikri alınmadan satılmıştı. Ondan geriye bir anahtar bir de otoparkta ki boş yeri kalmıştı. Onu da evin anahtarının yanına ekledi. Artık göz yaşlarını silmeye çalışmıyordu. Neyi değiştirebilirdi?

Bir anahtar daha aldı masadan. Bu çalışma odasının anahtarıydı. Mabedi saydığı bu oda, hepsini okuduğu iki binin  üstünde kitabını sakladığı bir sığınaktı. Kitaplarını korunmaya muhtaç bulurdu. Isıdan, nemden, güvelerden, değerini anlayamayacak her hangi birinden korunmalıydılar. Korunmaya muhtaç bulurdu onları; çünkü hepsini bir bebeği sever gibi severdi. Altı çizili cümlelerini sayfa kenarlarına alınmış notlarını hak etmeyen gözlerden uzak tutmak isterdi. Şimdi iyiler mi diye düşündü bir canlıdan bahseder gibi bahsettiği halde kendisini yadırgamadı. Ya sevdiğim her şey gibi kitaplarım da yok olursa? dedi. Bilemezdi bilemeyeceği bir şey için üzülse de artık elinden hiçbir şey gelmezdi. Çalışma odasının anahtarını da aynı anahtarlığa ekledi.

Küçük siyah başlıklı bir anahtarı aldı eline bir bisiklet kilidine aitti bu anahtar önce avucuna aldı sonra yüreğine bastırdı. Oğlunun bisikletinin anahtarıydı bu. Sorumluluk almayı öğrensin diye biri oğlunda dururdu. Ya kaybolursa diye, yedek anahtarını da kendi yanında taşırdı. Göğsüne bastırdığı anahtar kalbinin acısını yatıştır mıyordu.

Bisiklet kilidinin küçük anahtarını da diğerlerinin yanına ekledi. Kadın ve erkeğin sadece çocuk sevgisinde eşit olduğunu anlamıştı. Her olguya farklı tepki verebilirlerdi ancak çocuğundan vazgeçen tarafın, kadın ya da erkek olması acının türünü, miktarını, hissedilişini, değiştirmiyordu.

Bir ömürden, bir ömrün beş yıllık kesitinden elinde kalan anahtar yığınını, tek bir anahtarlığa toplamıştı. Geçmişin kapılarına ait, gelecekten habersiz hayaletlerin anahtarları. Ne yapacaktı onları? Baktıkça ağlayıp kaybolan dünlere mı yanacaktı? Hiç gelmeyeceğine inandığı güzel günlerin kapılarını bu anahtarlarla mı açacaktı? Bilinmez bir şehrin, yarım kalmış, yitik ruhlarından biriydi artık. Yerinden kalktı ağır aksak adımlarla kendi etrafında dolaştı.

Sonsuzluğu görmek isteyen bakışlarını gök yüzüne çevirdi. Aradığı şey her neyse ne etrafındaydı ne gökyüzünde... Gözlerini kapatıp birkaç derin nefes aldı. Deniz kokusunu hissetmek isterdi. Ne deniz vardı, ne yosun kokusu. Her iki yanı yüksek ağaçlarla çevirili dar toprak yoldan gün batımına doğru yürümeye başladı. Yapılacak önemli işleri olan insanların kararlılığıyla uzun süre yürüdü.

Akşamın kızıllığında, yolun kıvrılan noktasına ulaşmıştı. Artık mezarlığın beyaz mermer taşlarıyla renklendirilmiş yeşil silüetini görebiliyordu. Bir canlı öldüğünde, bir insan öldüğünde, bir geçmiş öldüğünde gömülmeliydi. Yorgun adımlarını sürükleyerek mezarların arasında dolaştı. Geçmişinin kıyamete kadar dinlenebileceği bir yer aradı. Geçmişine yakışan, yaşanmışlığına yakışan bir ağacın altına oturdu. Manzarayı izledi, evet istediği tam olarak burasıydı, bu manzaraydı.

Yorgun başını dizlerine yasladı. Kefensiz anahtar yığınını hala ellerinde tutuyordu. Günün son ışıklarıyla küçük bir mezar kazmaya başladı. Uzun ince parmaklarıyla toprağı kazdı, tırnakları toprağın sertliğiyle baş edemeyip kırılıncaya  kadar, parmak uçları kanayıncaya kadar, kazmaya devam etti.

Anahtarları bu kan ve göz  yaşıyla ıslanan acemi mezara özenle yerleştirdi. Her biri aynı anahtarlığa takılı, her biri farklı yönlere yatırılan anahtarları son kez düzeltti. Önce parmak uçlarıyla toprak attı, sonra avuçlarıyla, ta ki mezar dolup anahtarlar görünmez oluncaya kadar, ta ki bir mezar tümseği oluşuncaya kadar devam etti. Avuç içleriyle toprağı düzeltti. Geçmişin mezarını izledi. Düne ait hiçbir şey kalmamış, geleceğe dair bir işaret almamıştı. Sahi kaç veda kaldırabilirdi insan?

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi