ANI
Giriş Tarihi : 21-09-2022 05:42

Zor Zamanlar

Yazan: Hakkı Yıldıran - ZOR ZAMANLAR

Zor Zamanlar

ZOR ZAMANLAR

Yaşadığı şehirdeki eski binaların çatılarında, dış yüzeylerinin oyuntularında, insanı ürperten irili ufaklı birçok heykeller doluydu. Tarihi binaların; çıplak insan figürlü; yıllarca yağan yağmurdan, kardan tam da olmadık yerlerine, göz çukurlarına, saçlarının uçlarına denk gelen yerleri yosun tutmuş, sanki yallardır traş olmamış, yıkanmamış evsiz insanları andırıyordu, bakmaya utanılası heykellerinin.

Buraya geldiği ilk yıllarda böyle bir binada oturmuştu. Oturduğu bu eski binanın giriş kapısının üstünde bir kadın heykeli vardı, bir göğsü açık. 

Binaların her katında birden fazla aile, katların uygun yerindeki tek lavaboyu ve tuvaleti birlikte kullanıyordu. İçinde banyosu, suyu olmayan toplam otuzar metrekarelik oda ve mutfaktan oluşan daracık evlerdi bunlar. Evlerin küçük oluşu, yalnız yaşayan Alman'lara göre sorun değildi belki…Onlara göre tek sorun, olsa, olsa; evlerinde suyun ve banyonun olmayışı olabilirdi. O sorunu da, şehrin hamamlarına yıkanmaya, çamaşırhanelerine çamaşır yıkamaya giderek çözüyorlardı. 

Bu duruma ilk geldiği yıllarda şaşırmış olsa da, şartların herkes için aynı olduğunu sonradan öğrenince, alışmak zorunda kalmıştı.

Üstelik kocası evin su sorununu karısını bu şehre getirmeden önce Polanya'lı bir su tesisatçısıyla anlaşarak gidermişti. Bu sayede eve çamaşır makinası almışlar, duş kabini taktırmışlardı…Bari bu iyiydi.

Sokakları âdeta zamanla yarışan, iş ile ev arasında mekik dokuyan, robotlaşmış insanlarla doluydu.  

Müslümanlara, özellikle Türk'lere tepeden bakan yerlilerin, buz gibi hava estirdiği kocaman bir şehirdi burası. Yabancıların kendilerine verilen haklarını savunamadığı her şeye boyun eğdiği, birilerinin, diğerlerinin üstüne binip gittiği bir şehir…

Reyhan'ın kocasından başka hiç bir yakını yoktu, hiç sevemediği ona soğuk gelen bu şehirde. 

Hamileydi. İlk bebeğini kucağına almasına sayılı günler kalmıştı. 
O gün, nihayet gelip çatmıştı. Kocasıyla birlikte gittiler hastaneye.
Vücuduna takılan kabloların ucundaki ekrandan, sancı yoğunluğunu birlikte izlemeye başladılar. Reyhanın sancıları arttıkça, elini sıkı sıkı tutan, başından hiç ayrılmayan kocası da doğuruyordu sanki bebeği…

Hemşirelerin odaya girip çıkmaları sıklaşmıştı…

Doğumhaneye alınmasının vakti gelmişti. Sancı ölçüm cihazının tellerini vücudundan ayırmışlardı. Hemşireler yataklı sedyeyi götürürken elini sıkıca tuttuğu kocasına dönerek:
“Ah! Keşke şimdi annem başımda olsaydı„ diye yakındı “Ben varım ya işte„! Dedi kocası. İnanmak istiyordu…”Sahiden olur musun yanımda„ diye sordu, umutsuzca…

Birlikte girdiler doğumhaneye. Kolay bir doğum olmamıştı. Koca oğlan, bayağı hırpalamıştı annesini.

Göbek bağını kocası kesmişti.

İlk kez baba olmanın heyecanıyla titrek elleri arasında tuttuğu bebeği, oradaki hemşirelerden birisinin yardımıyla yıkadılar. 

Hastaneye ait yumuşak bir beze sardıkları bebeği; iki elleri açık, heyecanla; bir an önce bebeğine kavuşmayı bekleyen karısının kucağına götürüp, usulca yatırdı.

Reyhan inanamıyor gibiydi hâlâ. Yüzündeki ifade de; bu bizim bebek mi şimdi, bunu ben mi doğurdum? der gibiydi. O'na ilk nasıl sarılınır, onu bile bilememişti. İlk annelik heyecanını tadıyordu…Bir yandan da hüngür hüngür ağlıyordu. Mutluluk gözyaşıydı bunlar…Bebeğine sarıldığı elini açtı, kocasına baktı. Hadi sen de gel, ikinizi birden sarılayım demekti bu. Uzandığı yatağında, birlikte bir sevinç yumağı oluşturdular. 

Odadaki doktor ve hemşireler onlara moral alkışı yapmış, sevinçlerine ortak olmuştu. 

Sonra bebeği diğer bebeklerin de olduğu steril odaya götürmüşlerdi. 

Reyhan, bir an yalnız kaldıkları odada kocasına sarılıp içini döktü; “ Kimsemizin olmadığı bu şehirde, en zor anımda beni yalnız bırakmadın ya…Bütün sülalem yanımda olsaydı bile bu kadar sevinemezdim inan.”

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi