ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 27-01-2024 01:31

Yabancı / Ahmet Keskin

Yazan: Ahmet Keskin -YABANCI

Yabancı / Ahmet Keskin

YABANCI

- Artık tanıyamıyorum seni
- Niye ki? 
- Bana saygın azaldı.
- Hiç bile değil.
- Sadece saygın olsa neyse sevgin de…
- Allah aşkına nereden çıkarıyorsun bunları?Saçmalama..

Erkek, öfkesinin allığı yüzüne vururken oradan uzaklaştı.

Kadın erkeğin arkasından bağırdı.

- Dur gitme konuşalım.

Bu, ilk atışmaları değil, aradan günler geçmeden kaç kere böylesi konuşmaları oldu.

Artık, birbirlerinin yüzüne katlanmak bile ruhlarına yorgunluk yükledi. Kadın alttan almak istese de, erkek oralı olmuyor. İlk fırsatta alttaki annesinin dairesine kaçıyor, kendini kapatıyor, gündüzü yetmemiş gibi gecesini de orada geçiriyordu. Ne zaman bir araya gelseler suratları yere düşüyordu.

Kadın emekli olmasına rağmen tekstil sektöründe çalışmasını sürdürüyor, cüzdanını kendine saklıyor, erkeğin her sızlanışında; "Sen yetir, ben biriktiriyorum." ile karşılık veriyordu.

İstanbul'da okuyan oğluna verdiği maaş kartı, emekli maaşından beş kuruş bile yarar vermiyor, kızının verdikleri ile masraflarını karşılamaya çalışıyordu.

- Baba, biliyorum ona bizim için katlanıyorsun, bunu görmüyor değilim.
- Kızım..

Yutkunuyor, cümleler gelip dilinin ucundan çıkacak gibi olsa da kendini zorluyor, tekrardan yutuyordu.

- Ben senin yanındayım daima. O, bizden her geçen gün kopuyor..
- Bunu ne kadar sürdürürüm bilemiyorum.
- Lütfen baba, kendinize başkalarını güldürtmeyin..
- İçimdeki ateşe engel olamıyorum.

Annesini kaybettiği günden bu yana tavrı değişmişti. “İş arkadaşlarım, ilkokul arkadaşlarım” diye eve gelip gidenler artmış, sofra kurmalar, sazlı sözlü gece yarılarını bulan eğlenceler, başkalarının fikirlerini öne alıp birikimleri ile araba almalar, "Ben şuna karar verdim." diye danışmadan yapılan fevri hareketler artmıştı.

Dört duvar arasında dışın görmediği fakat gün gün büyüyen yıkıntılar…

Yıkıntılar arttıkça yaşanan her heyelan dünden kalanların üstünü örtüyor, var olanı bitiriyordu.

Bunları konuşamamak, konuştuklarında kabul etmemek, tepeden bakmak, küçük görmek çekilmez bir hal alıyordu. Önceleri emrivakiler ile başlarında bulunmasını isterken, şimdilerde; "İstersen annenin dairesine inebilirsine" evrilmişti.

Altlı üstlü bu iki daire hayatlarına can katacağına yabancılaşmayı getirmişti. Yabancılık gittikçe büyüyor, dünlerin izleri siliniyor, ortada kala kala kızı ve oğlu kalıyordu. Kızı ve oğlunun kendisine hak vermeleri tek tesellisi idi. Onlar da olmasa, sırt dönse ne yapacağını bilemiyordu.

Önce ağabeyi, ardından annesi tek başına bırakıp gitmişler, toprağın koynuna sığınmışlardı. Onun sığınacağı bir liman sadece çocukları idi. Biri okul sebebiyle uzakta, kızı üst katta, yalnızlığın koynundaydı. Tek başınalık nereye kadar gider, buna daha ne kadar katlanır bilinmezi idi. Kendine mahallenin sahipsiz köpek ve kedilerinden bir dünya yaratmış, onlara bakmak, elleri ve ayaklarına sürünmelerini hissetmek, bakışlarında sıcaklık yakalamak tek avuntusu idi; "İyi ve kötü gününde" diye başlayan o dünün güzel sözleri yaralanmış, hırpalanmış, gelip sırtına yük olarak binmişti.

İşte yine bir akşam başlıyor. Mutfağa geçecek, ocağa tavasını sürecek, yağını katıp doğradığı soğanları içine katacak, tahta kaşığı ile karıştıracak... Boş bir tabağa boşaltıp, masasına koyacak, baharatlayıp açlığını yatıştıracak.

Yüreğinde gün gün büyüyen açlığı yatıştıracak ne bir ümidi, ne bir işareti var. Aynı çatı altında iki yabancı nefes alıp vermeye devam edecek.

Duvarlar soğuk, bakışlar donuk, ayak sesleri birbirini dinleyecek.

Akşam gecesine, gece sabahına, ömür geleceğine yuvarlanıp gidecek.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi