ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 05-10-2023 13:20   Güncelleme : 05-10-2023 13:31

Sevgisizliğe Alışamıyor İnsan / Kader Demir

Yazan: Kader Demir -SEVGİSİZLİĞE ALIŞAMIYOR İNSAN

Sevgisizliğe Alışamıyor İnsan / Kader Demir

SEVGİSİZLİĞE ALIŞAMIYOR İNSAN

Cahit Sıtkı Tarancı Anısına…

Çocukluğunun geçtiği sokakta ev bulmuştu yakınları orta yaştaki kadın için… Kendisi böyle istemişti; akrabalara ve tanıdıklara yakın oturursa eğer, yanlızlık çekmeyeceğini düşündüğü için. Hem güvende de hissedecekti kendini böyle olursa.

Daha oraya taşınmamıştı ve şu anda Avrupa yakasında oturuyordu. Çok güzel ve lüks bir sitedeki bir apartmanın sekizinci katında bulunan dairesinin penceresinden güneş eksik olmuyordu. En çok istediği şey güneş gören bir evde yaşamaktı ve hayali gerçek olmuştu bu eve taşındığından beri…

Kocaman salonunun yarısı çiçeklerle doluydu. Güneşi gören çiçekler coştukça coşuyordu sanki sürekli genişleyen bir aile gibi.

Beş yıla yakın oturdu o evde. Maddi ve manevi sıkıntıları vardı. Bir yakınının dairesiydi ve kira ödemiyordu belki ama sitenin aidatı kira kadar yüksekti. Bu yüzden mecbur kalmıştı evi boşaltmaya.

Şimdi yeni tutulan ev ise Anadolu yakasındaydı, hem de eski mahallesinde… Evi görmeye gitti. Anadolu yakasında yeni ev yok denecek kadar azdı. Üç katlı ve bahçesi olan bir binanın alt katındaydı  bu daire; daire denirse tabi…

Zor durumda ya da evsiz kalmadıkça oturulmayacak kadar kötü bakımsız bir daireydi. Çocukluk arkadaşının babasının evi idi burası. Evet, çocukluğu bu sokakta geçmişti; acı, tatlı ne çok anıları vardı burada yaşadığı ama en çok da acı anılardı hafızasında kalanlar...

Evi ilk gördüğünde morali bozuldu, canı sıkıldı. “Nereden nereye?” diye düşündü, bağıra bağıra ağlamak istiyordu ama boğazı düğümlenmiş, sesi kısılmıştı sanki. Bir yandan da kendi içinde gurur yapıyordu ve kimse görsün istemiyordu ağladığını.  Tutamadı göz yaşlarını; sicim gibi süzülüyordu yaşlar yanaklarından. Kendini banyoya zor attı, kapıyı kapatıp musluğu açtı; ağlama sesi duyulsun istemiyordu. Ne kadar kaldı banyoda, farkında değildi. Eve bakmaya beraber geldiği akrabalarından birisinin sesiyle kendine geldi.

Evin o kadar çok eksiği vardı ki, nereden başlayacağını bilemiyordu. Bu evde insanlar daha önce nasıl oturmuştu?

Hayatını sürdüreceği bu evi, düzgün bir ev haline getirene kadar epeyce  uğraşacak ve para harcaması gerekecekti. Ev sahibi, dairesi için hiç bir harcama yapmayı kabul etmemişti ama yine anlaşmayı yapıp evi tuttu ve kirayı da peşinen ödedi.

Sonra, eşyaları toplamak için oturduğu eve döndü.  Eşyalarını toplayacaktı ve koliye ihtiyacı vardı. Eve dönerken kolilerin çoğunu parayla satın aldı. Birazını önceki gün market sahiplerinden rica etmişti  boşa çıkan kolileri atmayıp ona vermelerini… Sitenin bahçıvanı ve kat görevlisi de koli bulmuşlardı onun için.

Gün içinde tuttuğu evi temizliyor, geceyse şu anda kaldığı evde eşyalarını kolilere koyuyordu. Yorucuydu, zorlanıyordu ama bir an önce yeni tuttuğu eve taşınmak istiyordu. Koli paketleme işlerini bitirmişti ve sıra nakliye arabası bulmaya gelmişti ki, sitede çok sevdiği ve tarih öğretmeni olan bir hanım vardı. Her zaman her koşulda yardımcı olmuş, her zor anında yetişmişti imdadına bu hanım. O da her duygusunu paylaşırdı bu hanımla. Tam bir kara gün dostuydu ve işte o gün de yetişmişti imdadına, Hızır gibi.

Nakliye arabasını ayarlamış, eşyaları taşımaları için adam da bulmuştu. Adamlar hemen işe koyuldular. Kimi gardolabı söküyor, kimi avizeleri çıkarıyordu. Ne de hızlı hareket ediyorlardı, anlamışlardı sanki onun orayı bir an önce terketmek istediğini.

Eşyaları taşıyacak olan kamyonet çok küçük değildi aslında ama eşyaların tamamını görünce kamyonetin sahibi; “Bu eşyalar benim kamyonete sığmaz.” dedi. O da biliyordu sığmayacağını, hangi eşyaları gözden çıkarmak zorunda kalacağını bile düşünmüştü hemen. İkili kanepeyi, sekiz kişilik yuvarlak masayı ve  birkaç parça eşyayı daha sitenin bahçıvanına hediye etti. Sıra çiçeklere gelmişti ve onlardan vazgeçmek evladından ayrılmak kadar zor geliyordu ona. Eşyalarından vazgeçerken bu kadar zorlanmamıştı ama çiçeklerinden vazgeçemedi ve hepsini bir şekilde kamyonete yerleştirdiler. Taşınma esnasında çiçeklerin kiminin dalı kırıldı, kiminin çiçeği. Yine yeşerirler ve çiçek açarlar  diye fazla önemsemiyordu ama sonuçta onunlaydılar. Bu çiçekler onun dert ortağıydı, çocuğuydu.

Yeni taşındığı ev çok küçüktü; ne eşyalar tam sığdı, ne de çiçekler… Küçük saksıda olan çiçekleri içeri aldı, büyük salon çiçekleri dışarda kaldı. Büyük çiçekler dışarda soğuktan öldü sonradan, küçüklerse içerde güneş görmedikleri için günden güne solup kurudular. Ne sevgisi, ne de verdiği su yetti  onları yaşatmaya, çünkü bu ev, diğer evin aksine hiç güneş görmüyordu .

“İnsan her zorluğa katlanıyor ve alışıyormuş.” diye düşündü. Bu ışıksız eve de, yaşadığı sürece her şart ve ortama da, çok kötü durumda olan dairesini yaşanılacak bir yere dönüştürdüğü ev sahibinin halden anlamayan kibirli tavrına da alışmıştı.

Ama herşey bir yana, pencereyi açtığında yüzüne gülümseyen güneşi ve onun içini ısıtan sıcaklığını çok özlüyordu. Güneşsizliğe alışamamıştı ama mecburen katlanıyordu kira uygun diye..

Bir de sevgisizliğe  alışamıyor insan…

Sevgiyle kalın, güneşiniz eksik olmasın. 

Editör: Serhan Poyraz 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi