ÖYKÜ YARIŞMASI
Giriş Tarihi : 23-06-2022 22:27

Şehir, Liman ve Ada

Yazan: Eser Erdost - ŞEHİR, LİMAN VE ADA - Truva Edebiyat Dergisi 5. Öykü Yarışmasına Katılan Öykü.

Şehir, Liman ve Ada

ŞEHİR, LİMAN VE ADA

Küçük şehrin sahilinde tıpkı kendisi gibi mini minnacık bir liman görürüm. Denizin büyük, babacan dalgaları, dalgakıranları aşıp tokatlayamaz kıyılarını. Daha çok terk edilmiş bir kale gibi gelir bana, hüzünlenirim.

Birkaç bezgin memur görürüm liman vinçlerinin çevresinde. Yıllardır, "Bir tanecik  olsun gemi yaklaşsa da tutup zorla getirsek." der gibi tetikte, gözleri ufukta, elleri çay bardaklarının ince belinde beklerler. Akşam eve yüzerek giderler, görürüm.

Limanın mahzun feneri umutla doludur: Terk edilmişliğine inat, uzun huzmeli, albenili, güçlü bir ışık saçar; uzaklardaki, çok uzaklardaki burnu büyük gemilere el sallar gibi de gece gündüz yanar. Öyle güzel de parlar ki namussuz, gözlerimi ondan alamam; ama dünyanın hiçbir gemisi bu büyüye kapılmaz nedense. Fırtınalı havalarda bile gelen giden olmaz. En fazla, uzaktan istemsiz bir selam gibi korkunç düdüklerini öttürürler, duyarım.

Limanın karşısında, akşamları şehrin gölgesinin düştüğü mini minnacık bir ada durur, akşamüstü yapılmış bir gecekondu misali, öylesine özensiz ve kaba... Beş-altı kulaçla ulaşılacakmış gibi görünür fakat gerçekte uzaktadır. Deniz, sert bir baba şefkatiyle kayalıklarını döver durur. Kayıp denizcilerin acı çeken ruhları orada sessizce dolanır. Zaten adadan çok, mezarlık gibidir. İnce bir tabaka mermer yatakları inceden görünür. Üstünde eğreti büyümüş bir-iki servi uzar. Servilerin tepesinde beş-altı martı... Martılar huzursuzdur, sezerim.

Canım sıkılır, şehrin, adanın ve limanın bu sessiz kimsesizliğinden. Benim gibi terk edilmiş gelir her şey. Bir başına kalmış, unutulmuştur herkes. Koca bir mezarlıkta tek başına yaşar gibi geçer zaman. Başımı alıp gidesim gelir ama nedense yapamaz, kalırım. 

Böyle böyle akar gider günler renksiz bir hüzünle. Kuytu köşelerde akşamlar sabaha döner. Sabahlarsa akşama. Hüzün, tüm şehrin sokaklarında kol gezer. Adaya karşı kadehler boşalır litrelerce. Silolarca tahıl yenir. Bir elimi ekmeğe bir elimi de şaraba koyar dua ederim, bir dal ararım tutunacak ya da bir kapı olsun isterim açılacak. 

Sonunda bir akşam, dualarım kabul olur. Belli belirsiz bir kapı açılır yüzüme. O günden bu yana, ta ki bu şehri terk edene kadar durmadan, şehir, liman ve ada arasında garip bir gidiş-gelişe şahit olurum.

***

İlk ne zaman başladı ya da başkaları da farkında mı bunun, bilinmez ama bir zamandır karşıdaki minik adadan, sessiz sedasız hareket eden bir sandalın salınışıyla minik bir ışık süzülür gecelere. 

Gece yarısını biraz geçe, sessiz kollar küreklere asılır. Suskunca kıyıya doğru hareket eder. Taşıdığı yük küçücük bir parça aydınlıktan fazlası değildir. Önce limandaki uzun huzmeli ışığı uzaktan büyük bir saygıyla, titreşerek selamlar. Bu haliyle kıçtan eritilerek sandalın burnuna kaynatılmış bir mum olduğunu anlamak zor olmaz. ama öylesine kutsal yanan bir ışıktır ki, hava ne kadar sert olursa olsun asla sönüp yok olmaz. Minik sandal, mütevazı ışığı büyük vakarla taşımayı, uzun huzmeli atasına ulaştırmayı kendine görev edinir; yoluna devam eder. 'Işıkcık' şimdi iç limandaki küçük deniz fenerlerinin önünde saygı seremonisindedir. Baba-oğul ilişkisine benzetirim biraz bunu. Aslında anlamsız bir hayaldir ama yine de düşlemek hoşuma gider. "İşte tüm varlığıyla şimdi sandal da, sandalcı da görünecek" derken, ışık fenere ulaşıp döngü tamamlanınca her şey aniden son bulur. Limanın küçük feneri bile söner bir süreliğine. Sandal sisli, sandalcının yüzü görünmezdir artık. Unutulmuş bir masal gibi birden her şey yok olur gider. Anlam veremez, sinirlenir, sonra da biraz üzülürüm doğrusu. Ne ki, bir şey anlayamam. Nedendir bu gidiş-geliş hiç bilemem ama sandalcı, ada ile liman arasındaki görevini eksiksiz yapar; bunu hissederim. Sonrası zifiri karanlıktır, göremem.

Aydınlığımı ve karanlığımı dolduran bir garip iştir bu artık benim için. Geceler boyu sandalcının küçücük ışığını limanın baba ışığına teslim edişini seyrederim. Bir müddet sonra tecrübemin de verdiği güvenle, sandalcının kıyıya yanaşırken ki neşeli ama bir yandan da mahzun yüz ifadesini sezerim; işini iyi yapmışların huzurlu ifadesini bulmaya çalışırım görünmeyen yüzünde. Kendimi sandalcının yerine koyarım. Ben geçerim küreklerin başına ve Yaradan'a sığınır küreklere asılırım. Cesurca 'Oğul'u 'Baba'sına teslim ederim, hayatımda eksik kalmış bir döngüyü tamamlar gibi mutlu mutlu yaparım bunu hem de. O kahraman benimdir şimdi; bundan şüphe duymam. Sessiz şehir, suskun liman ve kimsesiz ada tamamen ben olurum sonra. Artık gerçekte de bu durgun masalın bir parçası olmak hayalinden başka aklımda bir şey yoktur. 

Sonunda bunun için harekete geçer, her şeyi göze alırım. Annemin, babam öldükten sonraki hayata küskün, bayat bakışlarından kaçarak sahile inerim önce. Gün, henüz geceye dönmemiştir. Döküntü bir kayığın içine atlarım büyük bir hazla. İçinde gizlenirim bir süre. Hayallerim ve planlarım ceplerimdedir. Gece olunca içinden çıkar, iteklerim  denize döküntüyü. 

Kürekler avucumdadır şimdi. Çektikçe ağırlaşır, çektikçe ağırlaşır... Önce kayığa yön vermekte zorlanırım. Sanki iki kürekle değil de birbirinin aksi yöne gitmekte inat eden iki inatçı keçiyle  ilerliyormuşum gibi gelir bana, yılarım.

Ancak çok geçmeden dizginleri ele almayı başarırım. Kayığın burnu şimdi adayı gösterir. Kalbim yerinden çıkarcasına atmaya başlar. 'Işıkcık'ın çıkma zamanıdır bu, bilirim. İlerlerim, ilerlerim, ilerlerim... Bu muammayı çözmeye kararlıyımdır.

Sonra yolun yarısında su üstünde usulca kayan bir nesnenin sessiz çığlığını duyar, irkilirim.

Gelen sandalcı ile taşıdığı aziz yüktür. İyice yaklaştığını görünce, suda oynaşan küreklerim kendiliğinden durur. Yüreğim, çarpmanın ötesinde bir şeyler yapar, çırpınırım.

İyice yaklaştıkça sandalcının görünmez yüzü, mum alevi sayesinde görünür olur. Sivri ve sert yüz hatları vardır, tıpkı benim gibi. Ama saçları olabildiğince beyazlaşmıştır. Buna tezat olarak katran karası sivri bıyıkları taze ve canlıdır. 'Işıkçık' ise kenarda sakince oturmuş, ilk kez gördüğü yabancıya karşı ipileşip durur.Vaktinden önce söneceğini zanneder, korkarım

Sandalına sağlam oturmuştur sandalcı ve kürekleri rahatlıkla çeker. Yanımdan selamsız kayıp gider. Birine benzetirim, birine... Çok iyi tanıdığım birine. Bulamam bir türlü. Adı dilimin ucunda, gözleri kafamın tam içinde. Bir kez daha görmek için arkasından bağırırım:

"Hey, sandalcı!"

Büyük bir vakar ve lütufla ağır ağır arkasını döner. Anlamsız bir gülücük dudağının kenarını süsler. Şimdi gördüğüm yüzü hatırlarım biraz biraz. Bilinmezlik kapısı ardına kadar açılır sonra. Yüz: Babamın yüzüdür... Yıllarca evvel, ben daha çocukken denize açılıp haber alınamayan kaptan babamın yüzü...

 ***

Canım sıkılır bu sessiz şehre baktıkça; gidesim gelir.

Kayıklar kaçar limanın ebedi yalnızlığından; dalgalar iç limana vurmaktan imtina eder; memurlar bezgindir koskocaman hiçlikten ve ada küskündür umutsuzluktan. Martılar bile uçup gitmiştir masalar diyarına ama limanın 'baba' ışığı hala umutla yanar.

Hepsini görürüm, hepsini... Gözlerimi açmadığım sürece hepsini... 

Yüzerek eve giderim. Döküntü birkaç parça eşyamı alır, annemin kırgın gözlerine dimdik bakarım defa. Yıllardır kafamı kurcalayan kıvrık soru işareti çözülüp bir ünleme dönüşür.

Ve artık gidebilirim bilinmeze...

Haberin Videosu : Truva Edebiyat Dergisi 5. Öykü Yarışması sonuçları ve Jüri değerlendirmesi Truva Edebiyat Dergisi

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi