ANI
Giriş Tarihi : 17-02-2024 00:01

Sarı Ayakkabılarım / Hamdiye Özer Okudan

Yazan: Hamdiye Özer Okudan -SARI AYAKKABILARIM

Sarı Ayakkabılarım / Hamdiye Özer Okudan

SARI AYAKKABILARIM

Bir zamanların Sahrayıcedit, Merdivenköy. Çamlıca etekleri, Göztepe Kayışdağı Caddesi, Erenköy’ü…

Çocukluğumun bir kısmı ve çocukluktan çıkmaya çalıştığım yıllarımda, bende iz bırakan yerler ve yıllar…

Bu yerlerin o zamanki halini biraz tanıtmalıyım. Şimdiki halinden çok farklıydı. O sıralar, bir yakınımın yanında yaşadığım yıllarda; Sahrayıcedit semti doğallığı ağır basan birbirine uzak evleri, çeşmeli sokakları, betonsuz yollarıyla sessiz, sakin bir semtti. Kimi evler kırsaldan göçmüş olanların, bütçelerine göre uzun birikimleriyle aldıkları arsanın bir kenarında inşa ediverdikleri müştemilat türünden; kimisi de ağaçlı bahçeler içinde mütevazı köşkler, iki katlı ya da tek katlı evlerdi. İkinci tip evlerde ise görgülü, ince, eski İstanbul dil ve kültürünü taşıyan duruş ve tavırlı insanlar yaşardı.

Kırsaldan gelenler de onlara uymaya çalışır; gürültüsüz, patırtısız yaşarlardı. Kavga gürültü olmazdı hiç. Bitişik semtin adı Merdivenköy olup biraz daha adına benzerdi. Kuzeyi Çamlıca eteklerine bağlanırdı. Buraları bomboştu. O zamanlar kendi özünü ve doğallığını korumaktaydı. İnsanlar buralara mantar toplamaya gelirlerdi. Ve benim ablam çok güzel mantar yemeği yapardı. Leziz olurdu, yemeğe doyamazdık. Bugün hâlâ sade ya da kuzu sote etli, bol domatesli, çok az pirinçlisini yapar severek yerim.

Bir de Hindibağ dedikleri bir yeşillik vardı ki acı, kekremsi tadıyla çok güzel salatası olurdu. Buralardan toplayıp yediğimiz o Hindibağ salatasının tadını da hiçbir salatada bulamadım.

Göztepe, şimdinin minibüs caddesi o zaman çok tenha idi. Seyrek birkaç belediye otobüsü çalışır, insanlar daha çok yaya giderlerdi çok uzak olmayan yerlere...

Erenköy çok farklıydı. Ağaçlıklı, geniş bahçeli, pembe, beyaz köşkleriyle çok soylu ve romantik bir görünüşü ve havası vardı. Bahçelerdeki çeşit çeşit süs bitkilerinden misler gibi kokular yayılırdı caddelere, sokaklara.

Köşklerin çevrelerine, bahçe duvarlarının süslü kapılarının üstüne; hanımelleri, yaseminler, filbahriler ve diğer sarmaşıklar, mor salkımlar sarılır, sarkardı.. Erenköy sokaklarında yürümek başlıbaşına bir zevk ve ayrıcalıktı..

Bu güzelliğin daha sonraları, okuduğum aşk romanlarına yansıtıldığını gördüm kitaplarda..

Yaşım küçüktü ama on üç yaşıma basınca, birden gelişmeye başladım. Bu gelişmeyle, duygu dünyamda da bir değişiklik, farklı bir heyecan hissetmeye başladığımı farkettim. Giysilerimle, ayakkabılarımla, saçlarımla ilgilenmeye başladım. Aynaları farkettim. Sık sık önüne geçip kendimi seyretmeye başladım. İşte o günlerde, bana bir çift sarı ayakkabı almışlardı. İlk defa o kadar büyük bir sevinç ve heyecan yaşamıştım.

Yine o zamanlar ablam beni, eli kırılsın diye, terzi yanına göndermeye başladı. Okula gitmiyordum. Nedenini o gün anlamadım. Kimse de benim okul olayımla ilgilenmedi. Sonra kendim bir şekilde hallettim.

Gelelim sarı ayakkabılarıma:

Herkese bir şeyler alınırken bana da ayakkabı alınmıştı o gün. Çok sevinmiştim. Duygularım sevinmenin ötesindeydi.. İlk defa giydiğim o gün, gözlerimi ayaklarımdan alamadım. Hatta o gün yürürken, seyredeceğim diye iki üç kere tökezledim. Göztepe istasyonu görününce heyecanım çok artmıştı. Kızlar görecekti ayaklarımı. Ayhan, Nurten, Kalyopi, Rümeysa Abla. Bunlar terzi Sıdıka Hanım’ın yanında çalışan kızlardı. Uzun zamandır burada çalışıyorlarmış. Patron aramızda olmadığı zaman erkek arkadaşlarıyla ilgili anılarını anlatırlardı. Özenirdim onlara. Çok güzel giyinirler, makyaj yaparlardı. Hepsi de çok güzellerdi. Fıkır fıkır gülüşerek erkek arkadaşlarıyla nereye gittiklerini, ne yaptıklarını anlatırken çok mutluydular. Ben de onları ilgiyle izler, onlar gibi olmak isterdim.

Yolda gelirken herkes benim ayaklarıma bakıyor sanıyordum. Gururla edalı edalı yürüyordum. Düşünüyorum da bugün, o ne mutluluk o ne sevinçli bir gündü. İçimde bambaşka tatlı bir heyecan, bambaşka bir mutluluk vardı. Sarı rengi bundan sonra hep sevecektim. Sonraları farkettim, sarı renk giysilerde bana çok yakışıyordu. Herkes söylüyordu bunu. Bir de yeşil yakışırdı çok. İşte hanımeli ve yasemin kokulu otantik havalı, ahşap köşkün bahçesine girerken heyecanım son sınıra ulaşmıştı.

Köşk eskiydi ama tarihi ihtişamlı bir duruşu vardı. Bir zamanlar içinde iyi yetişmiş ince İstanbul insanlarının mutlu yaşayışlarının izlerini taşıyordu. O gün ilk defa ince, ten rengi naylon çorap da giymiştim. Bir güzel görünüyordu ki bacaklarım. Kendimi birden büyümüş gibi hissetmiştim. Bir ara ablamla eltisi konuşurken duymuştum. Bu kız nasıl da serpildi. Bu sene versen evlenecek. Şunun şurasında birkaç yılı var. Şaşırmıştım, bu nereden çıkmıştı..

Ve işte büyük, eski ama bir zamanların sanat eseri olan boyasız haliyle, eski güzelliğini koruyan beyaz mermer merdivenlerin üstündeki kapıya geldim. Girişte kimse yoktu. Görmediler ayakkabılarımı, üzülmüştüm. Ama ilerleyen saatlerde sarı yeni ayakkabı aldığımızı anlatmıştım onlara. Akşam üzeri eve dönerken hepsine gösterdim ve çok beğenmişlerdi. Eve dönüşte de caddeyi aynı havalı ve edalı bir yürüyüşle heyecan içinde geçmiştim.

Bugün aldığım sarı yıldızlı tişört bana çocuklukla, gençlik arasındaki bu heyecan ve mutluluğumu hatırlatmıştı. Bir an o günleri tekrar yaşamıştım. Ama heyecan ve mutluluğum o günle sınırlıydı. O günkü tatlı heyecan ve mutluluğun aynını bir daha hiç yaşamadım sanki… Renkler, zevkler, mekanlar değişti de, o hep aynı tatlı kıpırtısıyla içimde yaşadı.

O yaşlarda nasıl da küçücük sebeplerle mutlu olurduk… Yaş ilerledikçe istekler çoğaldı, mutluluklar pahalandı. Umutlar uzaklaştı, acılar derinleşti… Artık küçücük şeylerden mutlu olmayı unuttuk.

Editör: Ümmügülsüm Hasyıldırım 


 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi