ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 04-10-2022 03:07   Güncelleme : 03-10-2023 23:07

Ruhumun İçi

Yazan: Hakkı Yıldıran - RUHUMUN İÇİ

Ruhumun İçi

RUHUMUN İÇİ

Gün neredeyse bitmek üzereydi. Biz eşimle birlikte her cumartesi olduğu gibi haftalık alışverişimizi yaptık, bitirdik. Şu an yine aynı saatler ve yine aynı tahta masa ve sandalyedeyim.

Yanında büyük bir okulun olduğu, tramvayların ve otobüslerin de kesiştiği tam köşede eski bir Viyana eviydi bu oturduğum yer. Evin altına kebapçı dükkanı açılınca, duraktaki inenlerin, okula giden öğrencilerin uğrak yeri oldu burası şimdilerde. Günün her saati müşteri kaynıyor mübarek. Ne zaman varsam; dükkanın önündeki kuyruk caddeye kadar uzanmış vaziyette olur. Elleri temiz, işleri temiz harıl harıl çalışan garsonlar, her daim ocakta kaynayan bakır çaydanlıktaki karanfil kokulu çay, sahibinin güler yüzü ve samimiyeti bizi her hafta buraya çekiyor işte…

Önündeki geniş kaldırımda yayaların gelip gitmelerine engel olmayacak şekilde üç tanesi iki kişilik üç tanesi dört kişilik masa ve sandalyelerden oluşan, etrafı mevsim çiçekleri dikilmiş, kocaman saksılarla çevrili bir yer.

Bazen yüzüm dükkana, bazen yola dönük oturuyorum. Yüzümün dükkana dönük olduğu zamanlarda kuyruktaki insanlara, içerdeki çalışanlara bakıyorum. Giyinişlerinden, hal ve hareketlerinden ve konuşmalarından nereli oldukları belli olan her milletten insanlar görüyorum.

Sırasıyla hepsine iç dünyamda yardım ediyorum.

Yaşlarının on beş ve on yedi olduğunu tahmin ettiğim, daha çocuk sayılabilecek Alman bir çift, az önce ellerinde bebek arabasıyla dükkanın önünde sıraya girdi. Bebekleriyle birlikte süt gibiydiler aynı. İleriki günlerde önlerine çıkabilecek en ufak bir engelde yuvalarının bozulmaması için oğlana karşıdaki bankada iş buluyorum hemen. Seviniyorum.

Alının ortasında kırmızı bir nokta bulunan, dudakları vişne renginde, ellerinden bileklerine kadar ejderha desenli kına yakılmış bir kadının yanında beyaz uzun gömleğinin altında ve yine beyaz, ayak bileklerine kadar uzun donuyla, terliğiyle bir erkek. Hintli oldukları çok belli olan bir aile bu. Muhtemelen işlek caddelerde ya da metro duraklarında gazete satan bu adamı aldım, Hint konsolosluğunda diplomat ettim. Çekiverdim adamın altına Toyota bir cip, sürerken yan camından eşininin dışarı savrulan şalını görür gibiyim… Seviniyorum.

Karşıdaki bankaya girip çıkan insanların kimisinin hesaplarına para yatırıyorum, kimisinin makbuzlarını ödüyorum. Hiç birinin bankadan üzgün ayrılmasına müsaade etmiyorum... Seviniyorum.

Yan tarafımda dört kişilik masada oturan Türk ailenin durumu iyi gibi görünüyordu, onlara da bu hallerinin devam etmesi için dua ediyorum içimden. Seviniyorum.

Oturduğum yerde sıra nihayet benim çocuklara geldi. Oğlanı evlendirdim. Torunlarım bile oldu. Geçen sene salgın nedeniyle yüz yüze eğitim sekteye uğradığı için bu sene üniversitenin bir bölümünden diğer bölümüne geçiş yapan kızlarımın bu sefer üniversiteyi bitirdiğini hayal ediyorum... Seviniyorum.

Kebapçının önündeki kırmızı ışıkta bekleyen arabalardan birisinin ara gazıyla iç dünyamdan kurtuldum sonunda. Yeşil ışığın yanmasıyla ve o güçlü motor sesiyle birlikte ilk önce o araba fırladı öne.

İki yüz metre ilerideki diğer kırmızı ışıkta acı acı fren sesiyle zar zor durabildi. Yine ara gazı yine ilk çıkış ondan. Lüks bir arabaydı bu. Muhtemelen oğlanın babasının. "Gençlere araba vermeyeceksin aslında.” diyorum içimden.

Sonra internetten arabanın aynısının görselini açıp, eşime gösteriyorum içini.

“Bu ön koltukta sen oturacaksın, nasıl, iyi mi?" diye soruyorum ona...

“Kırk bin Euro haa!!! Otur oturduğun yerde! Ne varmış bizim arabada, suyu mu çıkmış, yemeğini bitir de bir an önce eve gidelim, bâri namazlarımızı, bile bile kaçırmayalım." diyor.

Bir anda yelkenlerim suya düşüyor ve on dakikadır gezdiğim bulutların üstünden sert bir iniş yapıyorum aşağıya. Neyse ki bir tarafıma hiç bir şey olmuyor.

İç dünyamda yaptığım bütün bu iyiliklerin sevabını kendi arabama doldurup eve gidiyorum şimdi…Seviniyorum.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi