ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 03-10-2022 11:22

Muzaffergil /1

Yazan: Hakkı Yıldıran - MUZAFFERGİL / 1

Muzaffergil /1

MUZAFFERGİL / 1

Manarlan Muzafer'le arkadaşlık ediyordum o sıralar. Muzafer benden üç dört yaş büyüktü. Zaten kendi yaşıtlarımla pek ardaşlık etmiyordum.

Muzafer; maşallahı var, iyi insandı. Çok çalışkandı. Becerikliydi ve elinden de her iş gelirdi. Yanında dura dura beni de kendi gibi etmişti ya…Sağolsun. 

Öğle arasında okuldan direkt onların evine gelir, tereyağına iki yumurta kırar, iki dakikada yiyip dönüverirdik okula, gerisin geri...

Muzafer’le yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor, hemen hemen her gün görüşüyorduk o zamanlar. 

Anasına Ezime hala derdim ben. Ezime halam bir yemek yapardı!!! Tıpkı anamın yemekleri gibiydi. Sanki parmaklamı yerdim âdeta, Ezime halamın yemekleni yerken…Yemek seçmediğim tek yer, onların evidir  diyebilirim. 

Muzafergilin işi gücü, ekilisi dikilisi çok olurdu. Ben de çok yardıma giderdim, Muzafergilin ova ve dağ işlerine. 

Muzafer'le birlikte ovaya; çay başına sondoj kurmaya, sondajın su borulanın yerleni değiştirmeye, hazır çaybaşına gitmişken oldu olmadı balık tutmaya geçiverirdik…

Muzafergilin dağda, kaypak denilen yerdeki tarlalarında da işleri çok olur, bitmek bilmezdi hiç. Oralara da çok gitmişliğimiz vardır, ikimizin. 

Benim bir tihniyetim vardır… Elin işi bana daha tatlı gelir, kendi işimizden de kaçar dururdum öyle... Nedendir? Ben de bilmiyorum. 

Üzüm toplama zamanı geldiğinde; Muzaffer, Muzaffer’in babası Hüseyin dayı, Ezime halam, ben, bir de onların son kestisi Fatmana'ları vardı; hepimiz, seleyi, sepeti at arabasına yükler doğruca kendilerinin üzüm bağlarına giderdik, belen mevkiine. 

Karaağaçların, selvilerin en uç dallarına kadar sarmalanan üzüm dallarından ne üzümler toplardık, ne üzümler… 

Uzunca bir ipin bir ucunu belimize bağlar, diğer ucunu üzüm sepetine,  sonra da üzümlerin olduğu ağaçlara tırmanır akşam geç  vakfa kadar üzüm toplardık. Topladığımız üzümleri sonra selelere doldurur at arabasına yükler ve doğruca Muzafergilin evlenin arkasındaki pekmez kaynatılan yere getirirdik. 

Tabii, yüklü at arabasını okulun yanından tepe aşağı indirmek her adamın harcı değildi. At arabasının arka tekerlerine çarık takmalarımız, çarığın toprak zemine sürtünmesi sonucu aralardaki taşlardan ve çarıktan geler gacırtılar…Çarığın zinciri ha kırıldı, ha kırılacak…

Muzaferle ikimiz ellerimizde birer kocaman taş; araba yokuştan aşağıya ininceye kadar, arabanın bir yanında o, öteki yanında ben…Olur da arabanın çarığı kırılır ya da yüklü araba, yükünden dolayı bayır aşağıya atları kovar diye tedarikti bizimkisi.

Hüseyin dayı sırtı yola, yüzü atlara dönük önden giderken; atların yularlarını, yukarı yukarı kasıyordur ve o sırada atların anladığı dilden sesler çıkartarak…Atlar hızlanmasınlar, araba devrilmesindir maksat…

Bu arada, Hüsen dayının ayakları da fren yayıp durur, ayağındaki lastik pabuçlarla…Tabii onun bu haraketleri, yokuş aşağıya, at arabasını indirmenin ne derece  zor olduğunun bir resmiydi açıkçası. 

O cımıcık tepeden yüklü at arabasını kazasız indirmek bize bir işkence gibi gelirdi. Tepenin sonunda dere ve üzerinde tahta bir köprü…Zorla indirdiğimiz at arabasının atları körpüye yarım metre kala sola, Muzafergilin evlenin altına, öncesinden Fatmana'nın açtığı kapıdan içeri Hüseyin dayı tarafından döndürüldü müydü, o gün mutlu sonlanmıştır artık.

Olur da arabayı hızından dolayı sola doğru  Fatmana’nın açtığı kapıdan içeri döndüremezse Hüseyin dayım, yandık! Dereden akan buz gibi sudan birer cumbat alıp çıkmak, sırılsıklam olmak demektir o zaman. 

Mübarek derelerimiz de ne akardı o zamanlar, gürül gürül…

Muzafergilin evlenin altından, bahçe içine pekmez kaynatılan yere, nihayet varılırdı böylece... 

Burası baya kalabalık olurdu. Mahalleli burada kaynatırdı pekmezlerini. 

Sabaha kadar kazanların ateşi hiç sönmez, pekmez savururduk öylece; delik su kabaklarıyla… 

Yanda ceviz ağacının dibindeki havuzun içinde, çizmelerle üzüm çiğneyenler... Havuzun oluğundan akan üzüm sularının bakır kaplara doldurulması, kaynatılmak için doğruca kara gazanlara aktarılması... 

Çizmelerle çiğnenen üzüm posasının, havuzun dibindeki yaşlı ceviz ağacındaki mengene düzeneğinden sıkılması ve bir damla bile üzüm suyunun heder olmaması…Ahhh o günler!

Özel toprakla birlikte kaynatılan pekmezin kazanlardan diğer kaplara alınması, kazanın dibinde kalan killi pekmezin günün şartlarında kıl çuvaldan altına konan leğene süzülmesi, pekmez denen ganimete ulaşılması ne kadar da zahmetliydi bir bilseniz…Öte yandan bir o kadar da bereketli günlerdi… 

***

Birinci bölüm sonu

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi