ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 28-12-2023 15:01   Güncelleme : 28-12-2023 15:08

Kapı Çaldı / Kenan Gül

Yazan: Kenan Gül -KAPI ÇALDI

Kapı Çaldı / Kenan Gül

KAPI ÇALDI

Gecenin uyumaya yakın bir vaktinde, isterik bir şekilde çalan kapı ziliyle kendilerine geldiler.

"Durun, ben açarım "dedi evin adamı ve bir türlü susmak bilmeyen kapıya yöneldi. Kendinden emin haraketlerle, sorgusuz açtı kapıyı.

Bir kadın, belinden kavradığı çocuğu çok fazla umursamadan; "Biraz da, siz bakın!” diyerek hızlıca, adamın kucağına verdi.

Adam, on bir yaşına gelmiş bu engelli kız çocuğunu, kucağından düşmesine ramak kala yakaladı.

Başka hiçbir şey söylemeden arkasını dönen kadın, motorunu bile durdurmadığı aracına binip, hızla hareket etti.

Adam, karanlığın içinde kaybolmakta olan aracın arkasından bir süre baktı.

Hava soğuktu. Kollarından kaymaya başlayan çocuğun tenindeki titremeyle kendine geldi ve içeriye bağırdı; “Hele bir gelin"

Hep birlikte içeriye taşıdılar çocuğu ve bir koltuğa oturttular. Kimse konuşmuyordu. Sanki, dışardaki ayazın kasveti, salonun tüm kırılganlığını tetiklemişti.

Şimdi ne olacaktı?

Salonun sessizliğini, çocuğun gülümsemeyle karışık cümlesi bozdu;  "Bezimin değişmesi gerek"

Bez!! İyi de, evde bez var mıydı ki? Doğrusu, bu yaştaki bir çocuğun bezini daha önce hiç değiştirmemişlerdi.

Birbirlerine bakmaktan başka çok da yapacak bir şey bulamadılar. Evin genç kızı, ilk şaşkınlıktan sonra kendini biraz toparlayarak babasına; "Yengem mi getirdi?” diye sordu.

Babası, başıyla onayladı.

"Peki, yanında kıyafet, çanta filan bırakmadı mı?” diye sordu bu kez de, genç kız.

Babası başını; “hayır” anlamında sessizce iki yana salladı.

Bir köşede oturup, olan biteni anlamaya çalışan evin ağabeyi, ellerini dizlerine vurup; "Yapacak bir şey yok. Nöbetçi eczane bakayım. Baba, sen de takılma artık, amcamın emaneti. Bu geceyi bir atlatalım; sabah ola, hayrola. Anne, sen de bir sor; çocuk aç mı?" diyerek kapıya yöneldi.

Gecenin en uzun konuşması, bu olmuştu. Adamın içi, çocuklarının tavrından sonra biraz rahatlamıştı. Yine de, eşinin söyleyeceği cümlelere kendini hazırlamaya çalışıyordu. Eşiyle göz göze geldiler; 
“Tamam” dedi içinden. “Fırtına öncesi sessizlik, böyle oluyormuş” düşüncesiyle biraz daha mahzunlaşırken, koluna yapışan eşine dönmek zorunda kaldı.

Olmadı. Beklediği fırtınayı bırak, bir yaprak bile kıpırdamadı.

"Adamım, sıkma canını. Böyle olması gerekir miydi, bilmiyorum ama çok işimiz var. Ben, çocuğa bir şeyler hazırlarken, sen de çık dışarıda biraz hava al.
Ha, fazla durup üşütme, sana çok ihtiyacımız var." deyince eşi, adam uzun bir süreden sonra ilk kez gülümsedi.

Dışarı çıkmadan önce, engelli yeğeninin ellerini yüzüne sürdü, sıcaklığını hissetti. Üzüntüyle harmanlanmış garip bir huzurla çıktı kapının önüne. Sigarasını yaktığında, üzerinde sadece atlet olduğunu farketti ama garip  bir şekilde, üşümüyordu.

Kardeşi geldi, gözlerinin önüne. Çocuğuna bakabilmek için, işinden bile vazgeçmişti. Evin her türlü işini sırtlamıştı. Eşinin çamaşırlarını bile yıkayıp ütülüyordu.

Eşi ise, iş dünyasındaki o garip şaşaa ile evindeki yaşamı eşleştiremiyordu. Zor bir kadındı ve hiçbir zaman yakın olmamıştı eşinin akrabalarına.

Kardeşinin kısa bir süre önce vefat etmesiyle, elini soğuk suya dahi değdirmeyen eşi, evinin içindeki yaşamla yüzleşince bocalamaya başlamıştı.

Normal hayatta kendine dahi bakamayan, kahvesini bile eşinden isteyen bir sosyete hanımefendisinin üstesinden geleceği bir şey değildi, engelli kızıyla barışık yaşamak. Ve o kısa süreç, bu gece kapısında bitmişti. "Yazık ya" diye geçirdi içinden.

Tam üşümeye başlamıştı ki, oğlu ellerinde paketlerle belirdi sokağın başında. Bekledi oğlunu, birlikte girdiler içeri. Yalnızlık, dışarda kalmıştı.

Hızla kullandığı aracının içinde, o karanlık yolda ilerlemekte olan kadın, gülümsüyordu. Çocuktan kurtulma sevinci, özgürlük hissiyle birleşince müziğin sesini biraz daha açmak geldi içinden. Çalmakta olan hareketli parçanın ritmiyle sağa sola sallanırken, ayağının altındaki gaz pedalına ne kadar yüklendiğinin farkında bile değildi.

Ve…

Soğuğun etkisiyle donmaya başlayan asfaltta, aşırı hızın da etkisiyle aracı yalpalamaya başlayınca, kadın aracının kontrolünü kaybederek yolun sağ tarafındaki yaşlı ceviz ağacına büyük bir hızla çarptı.

Arabanın ön kısmı tanınmaz halde olmasına rağmen, Sertap Erener’in “Sakin Ol!” parçasının; “Ölümlü dünya, ölümlü insan” şeklindeki nakarat kısmı, gecenin sessiz karanlığında yankılanmaya devam ediyordu…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi