ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 16-06-2022 15:36

Kabımıza Sığamıyoruz

Yazan: Ümmügülsüm Hasyıldırım - KABIMIZA SIĞAMIYORUZ

Kabımıza Sığamıyoruz

KABIMIZA SIĞAMIYORUZ

Gökyüzü hüzünlü. Bulutlar yorgun. Güneş pırıltısına pusu eklemiş. Dudaklarındaki tebessüme saklanan isyan gibi, gözlerinde sönmeye yüz tutmuş ışıltı. Dokunsan ağlayacak modda duruşu. Gülümseyen suratına inat, süzülen yaşlar yasta gibi.

Patlamaya hazır bomba gibiydi yüreği. Yorgun, üzgün ve çaresiz. Ayakta durmaya çalışan bedeni, âsâsının üzerine daha bi çökmüştü. Doktorlar geliyor, gidiyor aralarında konuşuyor ama ona hiçbir bilgi vermiyorlardı.

Günlerdir ağrısı dinmeyen annesinin sabrı kalmamıştı. Hırçındı. O hırçınlığı Zeynep'in tahammülünü  zorluyordu. Ancak ağrı çekmek çok zordu. Oturamıyor, dönemiyor, uyuyamıyordu. Zeynep, annesini öyle görmeye dayanamıyor ama elinden de birşey gelmiyordu. Her gelen doktoru: 'Ağrısı çok!' diye uyarıyordu ama kulaklarını tıkamışlardı. Asistanlar sadece doktoru duyuyor, doktorlar da asistanları duyuyordu. Hastayı dinleyen, yakınını duyan yoktu. 

Zeynep, ilaç kontrollerini takip ederken asistanlar: "Bize sormadan hiçbir ilaç vermeyeceksiniz!" diye uyarıyordu. Yine kontrol saatinde şekeri çok yüksek çıkmıştı annesinin. Yemek saatiydi. "İnsülin vurayım mı?" dediğinde "Hayır, doktorla görüşelim haber veririz" dediler. Ancak haber gelmedi. Yemek gelince, Zeynep doktora tekrar sormak için odasının tam karşısındaki doktor odasının kapısını çaldı ve girdi içeriye. "Annemin insülinini vurayım mı, yemek geldi de" dedi. Altı yedi doktor garip garip yüzüne baktı. Kimse birşey demiyordu. Kadın doktorlardan biri bölümünü sordu. Cevap vermesiyle birlikte, sondan ikinci sırada oturan genç doktor yüksek sesle; "Kapıdaki yazıyı görmüyor musun, kör müsün hanım? Burası mı sizin doktor odanız?İyi baksana sen. Çık dışarı! Allah Allah, ne biçim insanlar bunlar, vs... " Sıraladı sözlerini birbiri ardına. Şok oldu Zeynep. Sadece "Özür dilerim" diyebildi. Bir başka doktor: "Birkaç oda ilerde sizin doktor odası" dese de beyninden vurulmuşa döndü, duymadı onu.  Sadece "İnsülin vuracak mıyım?" demişti. Azarlanmayı hak ettiğini sanmıyordu. Kabına sığamayan doktorun derdi neydi? Birilerine kızmıştı da Zeynep'ten mi çıkarmıştı. Ne hakla?

Zeynep üzgün. Zeynep şaşkın, Zeynep perişandı. Dolan gözlerini kontrol altına almaya çalışırken  "Olmadı be doktor, olmadı. Doktor olarak ukalalık eğreti duruyor üzerinizde" dedi kendi kendine. Kalbi çok kırılmıştı.

Zeynep, o doktorun annesi yaşındaydı. Acaba başka bir doktor arkadaşı, aynı şeyi onun annesine yapsa ne düşünürdü. Belki cahildi, belki dalgındı ya da az görüyordu. "Burası değil, birkaç oda ilerisi" demek bu kadar zor muydu? Kabı bu kadar çok mu dardı? Neydi bu şiddet, bu celal? Anlayamadı. 

Kırgın kalbi titrerken, dudaklarından boğuk boğuk çıktı nefesi. Odasına geldiğinde, ona da kabı dar geldi. Annesi acısını ondan çıkardı. Istırabtan durmadan inliyordu. Onun da kabı daralmıştı. Çektiği acılar, ağrılar sıkıntısını iyice artmıştı. Doktorların hastalara tıkalı olan kulakları, daha da biçare bıraktı.

Zeynep hastanedeki camın önüne oturduğunda, yağmur yağmaya başladı. Yağmurla birlikte onunda gözlerinden yaşlar boşandı. Kırılan kalbine titreyen dudakları eşlik etti. 

Gökyüzüne adeta kara duman çöktü. Sel suya karıştı. Zeynep'in kalp kırıklığına gökler dayanamadı. Bulutlar da sığamadı kabına. Dolu eşlik etti yağmurlara. Sel kapladı sokakları. Sular hayvanları sürüler halinde önüne katıp gitti. Ağaçlar devrildi fırtınadan. Arabalar sürüklendi. Seller önüne kattığı herşeyi alıp gidiyordu. Zeynep, kitapta okuduğu Nuh tufanını hatırladı. Afet oluyordu. Allah'ın merhameti, kırılan kalplere inciniyordu.

Kimi doktorlar, kaybettikleri haklarını, ellerinden giden imkanların sorumlusunu hastalar olarak görüyor olmalıydı. Bazıları da gücü gücüne yetene diye mi düşünüyordu, yoksa bana ne moduna mı girmişti? Paranın da geçmediği anlar mı, "Nasılsa muhtaç, ne yapabilir?" mantığı mı, çözemedi. Bildiği tek şey birkaç yıl önce doktorların gözlerindeki merhametin yok olduğuydu. Oysa çok değildi hastalara sevgiyle, merhametle, güleryüzle halini hatırını sordukları günler. Tatlı dilleri iyileştiriveriyordu insanı. Önce moralle iyileşiyordu hastalar. Oysa şimdi?! Yutkundu. Boğazı düğümlendi. Daldı gitti yolları dolduran yağmur sularına.

Kabına sığamayan yürekler, merhametten uzak yaşayamazdı. O kalbin gıdası merhametti. Sevgiydi. Hoşgörü ve empatiydi. Elbet bir gün hasta sen olacaksın  ya da hasta yakını. Huzuru tatmak için huzur vermek gerekti. Zeynep'in dalan gözlerinde kaybolan umudu, tutmak yine Zeynep'e kalmıştı.

                                         

Truva Edebiyat Dergisi

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi