ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 12-07-2023 19:43   Güncelleme : 12-07-2023 19:53

İstifli Hayatın Ortasındaki Mutluluk / Hikmet Şimşek

Hikmet Şimşek -İSTİFLİ HAYATIN ORTASINDAKİ MUTLULUK

İstifli Hayatın Ortasındaki Mutluluk / Hikmet Şimşek

İSTİFLİ HAYATIN ORTASINDAKİ MUTLULUK

Telefondaki mesajı görür görmez kendini dışarı attı. Güneş bütün bulutları somurmuş parlıyordu. Duvar dibindeki konteynır “Artık yeter doldum.” diyememiş ne koydularsa kabul etmişti. Kabul etmişti etmesine de taştıkça meramını kokusuyla da dile getirmişti. İçindeki endişenin yuvarlanmasıyla ayaklarına verebildiği kadar gaz vermeye çalışıyordu.

Yirmilik bir delikanlı gibiydi. Yarım saat zamanı vardı.
Hızla geçen arabaların camlarından fırlattıkları soda şişeleri, meyve kabukları, kâğıt mendiller kaldırıma savrulmuştu. Kaldırımların yükleri yetmezmiş gibi bir de çöplerin altında eziliyorlardı. Neleri sırtlanmıştı bu kaldırımlar neleri biriktirmişti: Telaşları, korkuları, hüzünleri, sevinçli bir kalbin mutluluğunu, yalnızlık elbisesi giyen yürekleri, kanı deli deli akanları taşıdığı yetmezmiş gibi otopark niyetine kullananlar da yükünün üstüne yük olarak binmişti.

Günlerdir hatta yıllardır beynine apartman katı gibi çıkılan problemlere bir yenisi daha eklenmişti. Ömrünü işine, çocuklarına ayırmış, ilk kez kendisi için bir şey yapmıştı. Sırtındaki yükleri bir nebze olsun kenara bırakmıştı. Anılarını derlediği dosyasını yayınevi basmıştı. Kitabı kargoda kaybolmuş, eline ulaşamamıştı. Mutlaka halletmek zorundaydı. Nasıl bulunmazdı. Gelen mesaja göre adı yoktu, evi, adresi yoktu. Buhar olup uçmuştu sanki. Yok olmuştu. Günlerdir beklediği kitap hâlâ eline geçememişti. Kargo çalışanı böyle adres, isim yok diyerek paketi şirkete götürmüş şirkette İstanbul’a gönderecekti. Nasıl olabilirdi bu? Yok gibi yaşadığı hayatta şimdi gerçekten yokluğu tescillenmişti.

Yanaklarına güneşin ışıkları hiç bu kadar gelip oturmamıştı. Bedeni baştan aşağı yandıkça yandı. Kış gelmekte çok gecikmiş selamı sabahı çoktan kesmişti. Halbuki her sene erkenden gelir evi, barkı, yakacağı olanı tıransit geçer olmayanı da tir tir titretirdi.
Telaşlar koşturmalar peş peşe sıralanmış birbirini kovalıyordu caddede.

Tarladan dönen insanlar, okuldan çıkan öğrenciler, dükkân kapısına oturmuş giderayak akşama doğru bir müşteri umuduyla etraflarını dikizleyen esnaf, tamircilerde boyundan büyük yükü sırtlamış elleri kömür çanağına dönmüş çocuklar. Saatler günler ömür mahzenine atılmış günü devirme çabasında alınan nefesler. An da olup anı yaşayarak bir yaşam çarkında dönüyordu ömürler. Geçmiş ve gelecek köprüsünde atan kalpler. Kestirmeden aşağıdaki ana caddeye geçmeyi düşündü.

Beşten önce kargo şirketinde olmalıydı. Sırt sırta vermiş birbirinden güç almaya çalışan evlerin bulunduğu ara sokakta çocuklar yolda kendilerinden geçercesine oynuyordu. Ne güzeldi çocuk olmak. Yeni alınmış boş bir defter değil miydi? İçini çekti. Evlerin bahçelerine gözlerinin yanıyla baktı. Avuç kadar yerlere neler ekilmemişti. İnsan kalbi de bir avuç toprak değil miydi? İnsan isteyince neler ekerdi yüreğine.

Ayaklarına olanca güç vererek hızını arttırdı. Yetişemezse çok üzülecekti. Gömleği suyun içinde kalmış, tenine yapışmıştı. Kalbi, düğününde yüreği çarpan damat gibi çarpıyordu. Bir sokak sonra kargo şirketine ulaşacaktı. Oğlu geldi birden aklına. Sabah işe giderken kargo şirketine bırakmak istemeyen oğlu. 'Yaş ilerleyince yük de olunurmuş, fazlalık da' diye geçirdi içinden.

Nefes nefese kargo şirketine vardı. Meramını anlatmak için derin derin soluklandı. Bit pazarı gibi olan yerde birden başı döndü. Sendeledi. Sağ eliyle duvardan destek aldı. Duvar boyunda üst üstte yığılmış paketli eşyalar öksüz çocuklar gibi bekleşiyorlardı. Üzerinde zeytinyağı yazılı bidonlar yan yana dizilmiş yolculuk saatlerini bekliyorlardı. Kendini toparlayıp adını söyleyerek kitaplarını sordu. Beklemesi gerektiğini söyleyen görevlinin yüzüne yalvarırcasına baktı. Gelişi güzel istiflenmiş paketler kiminin sürprizi kiminin umuduydu.
“Adınıza bir paket görünmüyor.” dedi görevli.
“Nasıl olur telefonuma mesaj geldi, burada benim paketim. İyi bakın.”
Adamların kendileri bile kaybolabilirdi dağ gibi paketlerin içinden. Sinirden yüzü kasıldı, çizgileri obruk gibi çukurlaştı;
“İyi bakın, Mehmet Alkara.”
“Abi bir paket var Memed Alkar, o olmasın.”
“Kitapsa benimdir çıkar bakayım sen onu.”

Görevli paketi uzun uğraşlardan sonra çıkardı. Adama uzatır uzatmaz adam paketi açtı, yüzünde bir tebessüm dolandı. Göğsüne bastırdı, derin bir şükür çekti. Fişi imzalayıp kargo şirketinden çıkarken yine sendeledi, başı döndü. Bir elinde kitap varken diğer eliyle binanın duvarını sıvazladı. Soğuk soğuk terler bedenini terk ediyordu. İki dudağını arasından su diyecekti ki kendini yerde sırt üstü buldu. Avucunun biri açık ana yola bakarken diğer eliyle kitabını sıkıca tutmuş sanki “benim kitabım” diyordu.

Ambulans yarım saat sonra acil bölümüne yanaştığında acilin kapısı ana baba günüydü. Korkulu bakışlarla birbirlerinin yüzlerine bakanlar, ağlayanlar, uzun kuyrukta ter içinde sabırsızlananlar acili doldurmuştu. Çift yönlü sedyede hastalar acıyla kıvranıyorlar, bazıları kendilerinden geçmiş kaskatı duruyordu. Hızla içeri giren sedye acil müdahale odasının kapısında sıraya girmişti. Görevli üzerinde kimlik aradı, yoktu. Adını bilen, ambulansta yanında gelen yoktu. Adamın göğsünde bir kitap, refakatçisi gibi yanı başındaydı. Yaşlısı, genci, kadını, erkeği balık istifi gibi sıralanmış kader çizgilerinin akışını bekliyorlardı. Hepsi hikayelerinin virajındaydı.
Her viraj irkilme, yenilenme ya da toprağa sarılma demekti.

Hastane girişi soğuk teniyle, gelen insanların yüreğine korku, endişe ve acı çiseliyordu. Sedyenin üzerinde başka bir kimliğe bürünmüş adam, evlat gibi kitabına sarılmıştı. Bekledi bekledi. Onlarca hastanın arasında beklerken kolları sedyeden iki yana sallandı. Kitap yere düştü. Ayrılmışlar, lakin kitabı kadar şanslı olamamıştı.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi