DENEME
Giriş Tarihi : 28-08-2022 11:25

Hayat Bilgisi

Yazan: Nezihat Keret - HAYAT BİLGİSİ

Hayat Bilgisi

HAYAT BİLGİSİ 

Önce bir selamla geldiler. Tanımadıklarımdı, bir merhaba ile karşıladım onları. Gölgeli yüzleriyle, derilerinin kalınlığını seçemesem de ön yargısızdım çünkü hiç ihtiyacım olmazdı. Güvenirdim, severdim kolaylıkla. Gönül evime davet ettim, konuştuk, dertleştik. En sevdiğim küçük mutluluklarla ağırladım onları. Sevinçleri ve kederleri farklı frekanslarda olsa da, hikâyeleri kalbimin derinliklerindeki tınılara dokunuyor sandım.

Ruhumun hassaslığı ile inanmıştım, ısınmıştım. Sevgi bahçemin çitlerinde, pembe ve mor renkli ortancalar açmıştı irili ufaklı. Umut perileri batan güneşleri toplayıp, yeniden doğuşa hazırlıyordu her sabah cıvıldaşarak. Yüreğimin en ücra köşesinde dizi dizi sıradağlar ardında, vahşi dünyanın pençelerinden, iki yüzlü hainlerin tuzağından münezzeh bir bahçeydi orası. Öyle bir bahçeydi ki içinde kevser gibi duygular akmakta, riyasız cümleler özgürce gezinmekteydi. Yine bir sabah, gönül kapılarımı sonuna kadar açtım, bilmem kaçıncı sohbetin ardıydı. Biraz soluklandılar, biraz gezindiler bahçede; artık tanıdık onlar dediklerim.

Hatta etrafı zehirli sarmaşıklardan ve kuruyan otlardan arındırmama yardım ettiler. Keyifliydik, şendik. Sonra azar azar gittiler. En kısa zamanda görüşmek üzere diyerek vedalaşmıştık. 
Bekledim. Zaten hep beklerdim ve özlerdim. Arardım da. Yelkovanın acımasızca kamçıladığı zaman, bazısının siluetini silikleştirse de, net hatırladıklarım olurdu ara ara. Kalın kalın çizgiler. İçimdeki çocuk seslenirdi arada; “Ciltlerinin kalınlığı, düşüncelerinin derinliğindendir,” diye. Özlemlerimi gidermek için meşguliyetlere sarılır, unutmaya çalışırdım. Arama, arama işte! Tam gelmeyeceklerine kanaat getirmişken, yine uzaklardan bir selam sesiyle titrerdim. Narin, kırılgan bu defa… Böylece, yıllar yılları kovaladı…

Bir gün, gün batımında öyle çok geldiler ki! Ne güzel dedim, arayışlarımın çığlığını sonunda duydular. Emin olmuştum onlar da sevmişlerdi, Sevgi Bahçemi. Ne yazık ki dillerinin ucunda birikmiş kara cümle izleriyle istilaya hazır bir akıncı olduklarını görememiştim. Ağzımdan çıkan saf heceler ve halis niyetle başlattığım eylemler mermisi oluyordu pusuda yatanların. Gölgeler üstüme düşmüş, yüzleri aleni seçilir olmuştu. Başkalaşmışlardı. Acaba ne yapmıştım da, bu denli değişmişlerdi? Bana görünen, maskeler miydi yoksa? Bin bir çeşit maskeler! Kâh kendimi suçlamış kâh ufak tefek avuntulara sığınmıştım. Tanıdığımı sandığım ama yanıldığım o kişiler, bu defa kırmaya ve dökmeye gelmişti. Darmadağın oldum, neden dedim. Neden? Hiç hak etmemiştim oysaki incitilmeyi. Niyetim sadece ve sadece içimizdeki çocuklarla birlikte kırlarda koşup eğlenmekti. Boy boy açan ortancaları koklayıp, biraz soluklanmaktı. O kadar…

Yine yıllar yılları kovaladı. Önce barajları deviren inançlarımı kuruttular. Güvensizlikler peydahladı, yüreğimin iklimlerinde. Ön yargıları onlar öğretti. Affetsem de unutmamayı. Hiç bitmedi onların selam verişleri. Onlar selamladı bozkırlara dönüşen ovalarımı, ben unuttum derilerinin ne denli kalın olduğunu. Yoksa maskelerinin mi desem! 
Hayatın acımasız örüntülerinde, yamaçların üstünde çitlerle çevrili ve korkulu kaçışlarımın tek sığınağı zamanla yıprandı, yıprandı. Aşındı yıkıcı saldırılardan. Aşınan dallarımı yenilemek ve yıpranan bahçemi onarmak için sabırla ve umutla içimdeki sınırsız gücü aramaya koyuldum. Heceler kâfi değildi ama yine de yılmadım, direndim. Sözün bittiği yer artık burası derken;  

Tek başınaysan bilinmezmişsin! 
Bilip de inkâr edenler
Bilip de kıymet vermeyenler
Bilip de dilediği yöne çekenler
Bilip de bilmezlikten gelenler...
O halde şerefine yalnızlığın!

cümlesi dökülüverdi yalnızlığın tükenmez kaleminden…
Sonrası malum. Dökülen mısraları var gücümle toparladım ve gönül evimin girişindeki kara tahtanın üzerine bembeyaz bir tebeşirle yazdım. Bizimkisi bitmeyen bir ders işte, konusu insanlık olan…

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi