ANI
Giriş Tarihi : 31-12-2022 19:42

Gölyazı

Yazan: Dilek Tuna Memişoğlu -GÖLYAZI

Gölyazı

GÖLYAZI

Gölyazı’yı fotoğraflardan görür, ne güzel bir ada, diye düşünürdüm. 
Sıcak, sevimli, korunaklı, resimde çizilmiş gibi güzel…

Bursa’nın Nilüfer İlçesine bağlı Uluabat Gölü kıyısında yer alan küçük bir balıkçı köyünü, rotamıza koyduğumuz gibi yollara düşüyoruz.

Gece Balıkesir-Bursa yolunda “Gölyazı” tabelasını görüp, bir hayli de yorgun olunca, köprüyü geçip göle hâkim bir noktada uykuya dalıveriyoruz.
Sabahın ilk ışıklarıyla kuş seslerine uyanıyorum. Pencereyi araladığımda Uluabat Gölü’nün tatlı suyuna “Günaydın” diyorum. 
Kayığına binmiş balığa çıkan yaşlı çift, yanıbaşımızda bizi gölgeleyen ulu çınar, fırından çıkan taze ekmek kokusu Gölyazı’nın bana ilk merhabaları oluyor…

Göl kenarında masamızı kuruyor, kahvaltımızı yapıyoruz. 
Kahvaltının ardından çocuklar bisikletle ada turuna çıkıyorlar. 

Ben ağaç altı göl manzaramla kahve keyfi yapmak istiyorum. 
Tatlı bir serinlik var havada.
Adayı sabah sakinliğinde adımlamaya başlıyoruz.

Gölyazı küçük, mütevazi bir Anadolu kasabası kıvamında. 
Oldukça gerilerden gelen bir tarihi var. 
İnsanları güleç, yardımsever, candan…
Adayı karaya bağlayan köprünün yanındaki asırlık “Ağlayan Çınar” ve çevresi göl manzaralı çay bahçeleriyle çevrili.
Köy kahvesi, küçük bir fırını, bakkalı, manavı…

Tezgâhını güne hazırlayan balıkçılarla, açık havada çay bahçesinde oturan amcalarla selamlaşıyoruz.
Yıllardır orada küçük bir karavanda yaşayıp, bisiklet kiralama işinden ekmeğini kazanan ablayla…

Anlatmaya başlıyor, “Burası eskiden Rum köyüymüş, mübadeleyle bizler Makedonya’dan buralara geldik, yerleştik, yıllardır da çalışıp duruyoruz işte… “
“Gölyazımız çok güzeldir, her yerini gezin yavrum…”
Flamingolar görüyoruz gölde, tatlı tatlı geziniyorlar. 

Leylekler yuva yapsın, diye özellikle bırakılan direklerin çoğunun tepesinde leylek yuvası ve leylekler var. 
Burasının çeşitli kuşların, ördeklerin uğrak yeri olduğunu öğreniyoruz.

Eski Rum evlerinin bir kısmı hâlâ ayakta. Yer yer Arnavut kaldırımlı dar sokakları adımlıyoruz. 

Plastik kutularında çiçek ekili, fesleğen kokulu minicik evinin önünde ağ ören teyzeyle sohbete duruyoruz biraz.
”Biz manavız” diyor. 
Manav ne ola ki? diye soruyoruz. 
“Manav buranın yerlisine, ovalılara denir, burada  muhacirler de  
var, işte hepimiz kaynaştık yaşıyoruz.”
“Can durmuyor yavrum” diyor.
“Böyle ağları örüveriyorum, amcanla balığa da çıkıyoruz.”  
“Aman yüzden çekme, istemem diyor”
Peki teyzem çekmem, şöyle siz çalışırken arkadan fotoğrafınızı alsam olur mu?
“Olur, olur diye başını sallıyor” 
Çekip gösteriyorum, rızanız var mı?
Gülüyor hafiften...
Biraz daha dolaşıyoruz. Evlerinin önünde oturup sohbet eden küçük çocuklar görüyoruz. 

Samimi ve içtenlikle bizimle konuşuyor, tombul yanaklı, sevimli bir oğlan,
“Karavancılar ilerideki tepeye çıkarlar, manzara çok güzeldir, şöyle ilerleyin, bakkalı görünce ona tekrar sorun, size yolu gösterecektir” diyor tatlı tatlı gülümseyerek.
Tombik elleri bir o yana bir bu yana bize yol tarifi yapıyor.
Teşekkür edip yürüyoruz. 

Ağlayan çınarı geçince dondurmacılar, küçük balık lokantaları, hediyelik eşya satanlar, yol boyu devam ediyor.
Açık hava çiçekçisi bile var. Boy boy kaktüsler, skulentler, neler neler.

Bir küçük saksı arapsaçına, "Gel benimle" diyorum.  
Kucağımda 
arapsaçımın minik yapraklarını seve seve şimdi kültür evi olan eski kiliseyi geziyorum.

Gölyazı avuç içi kadar bir yer gibi görülse de her bir sokağı gezilip, görülmelik…

Seviyoruz bu kartpostal güzelliğindeki adacığı, insanlarını…
Heybemizde bir dolu anı, güzel insan, güler yüzle yola devam ediyoruz…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi