ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 20-08-2023 20:38

Dışarıda Yabancı Türkiye'de Alamancı / Yusuf Sarıkaya

Yazan: Yusuf Sarıkaya -DIŞARIDA YABANCI TÜRKİYE’DE ALAMANCI

Dışarıda Yabancı Türkiye'de Alamancı / Yusuf Sarıkaya

DIŞARIDA YABANCI TÜRKİYE’DE ALAMANC

1960’lı yıllar. Almanya’ya gitmek için can atıyordu. Bir yolunu bulup Almanya’ya gitsem her şey yoluna girecek diye düşünüyordu. İlk işi İş ve İşçi Bulma Kurumu’na kaydolmak oldu. Bekledi uzun süre. Sonunda sırası geldi ve çağrıldı. Çok sevindi.

Çevresindeki yakınları da kendisi kadar seviniyorlardı. Çünkü oraya yerleşince ailesini ve yakınlarını da istek yapıp yanına alacaktı. Öyle anlaşmışlardı.

İstanbul’da sağlık kurulunda muayene edildi. Çünkü sağlıklı olmasını istiyordu Almanlar. Dişlerine kadar baktılar. Kurbanlıkların dişlerine bakıldığı gibi! Bu biraz onur kırıcıydı ama olsun. Ne yapalım önemli olan rahata kavuşmak değil miydi?

Katlanacaktı her şeye. Neyse ki, dişindeki tek eksiği fark edememişlerdi. “Yırttık be!1 dedi kendi kendine. Çünkü kendinden önceki kişiyi dişlerinden birkaçı dökülmüş diye elemişlerdi. Çok korkmuştu bu durumdan. Neyse ki kendisi sağlıklı bulundu.

Pasaport çıkarma ve diğer hazırlıklar için köye döndü. Herkes merak içinde bekliyordu. O günlerde şimdiki gibi ne telefon ne de başka iletişim aracı vardı köylerde. Mektuplaşma vardı ama bir mektup kaybolmadan gelirse en az bir ayda gelirdi uzaklardan. Bu nedenle mektup yazmayı gerekli görmedi. Kendisi yola koyuldu. Nihayet köyün yakınından geçen toprak yolda indi. Elinde tahta bavulu ile yarım saat sonra evine ulaştı. Hemen herkes merakla sonucu bekliyordu. Eşi Döndü, “ya olumsuz durum varsa?” diye meraklanıyordu. O endişesiyle sordu:
“- Bey, ne yaptın? Sonuç iyidir inşallah!” dedi. Gözlerinden sevinç parıltıları saçılan Ömer eşine mutlu sonucu direkt söyledi.
“-Hanımım merak etme tamamdır inşallah. Kurtulduk elhamdülillah.” Dedi.

Sevinç gözyaşları hale-hale her taraf yayıldı. Komşuları akrabaları da aynı sevince ortak oldular. Derken ayrılık faslı başladı. Hayaller kuruldu. En yakın zamanda ayrılık son bulsun dualarıyla yola çıktı ve Sirkeci’den kalkan tren uzun yollar geçtikten sonra Almanya’ya ulaştı. Artık Türkçe konuşan yok. Birkaç arkadaşı ile de vardıkları yerden başka yerlere gönderildi.

Almanya’ya ilk giden Türklerdendi çünkü. İşe başladı ağır mı ağır. Kömür ocağında çalışmaya başlamıştı. Katlanmak zorundaydı. İşin ağırlığı değil de gurbet ve dil bilememe daha da ağır geliyordu Ömer’e. Mektuplar yazıyor. Mektuplar alıyordu hasret kokan. Artık mark da göndermeye başlamıştı memleketine. Ömer’in hayali bir traktör almaktı. Bu nedenle babası Ali Dayı’ya,
“-Babacığım inşallah para biriktirip bir traktör alalım. Sen köyde tarlalarımızı sürersin. Ben burada çalışırım. Sonra ailemi buraya getiririm. Kardeşlerimi yanıma alırım. Güzel bir hayat süreriz.” Diyordu hep.

Aradan on yıl geçmişti. Traktör alınmış. Ekonomik yönden düze çıkmış sayılırdı. Hatta bu arada birkaç defa da izine gelmişti. Yanda kuş tüyü takılı bir fötr şapka da giymeye başlamıştı. Kasetçalar teyp getirmiş yanık gurbet türküleri çalıyordu hep. “Çamlığın başında tüter bir tütün.” Gibi bozlak havalar, Neşet Ertaş’tan acıklı deyişler dinliyorlardı hep birlikte.

Böyle tatlı günlerin peşinden bir yürek sızısı hissetti Ömer’in eşi Döndü. Yüreğinin tam ortasında acılar hissediyordu. “Hayırdır inşallah” dedi kendi kendine. Kimseye açmadı ama acı haber tez duyulur derler. Fazla uzun sürmedi acı haber geldi. Ömer’in çalıştığı ocakta patlama olmuş ve ölenler olmuştu. Maalesef Ömer de ağır yaralananlardan biriydi. Ama o da hayata tutunamamıştı.

Hasret acıyla sonlanmış, hevesler kursakta kalmıştı tabiri caiz ise. Döndü dul kalmış, henüz küçük yaşta sayılacak çocukları yetim. Tüm hayaller suya düşmüştü. Tıpkı diğer köydeki Hasan’ın hayali, Veli’nin hayali gibi acı sonlanmıştı hayaller.

&

Yusuf genç bir öğretmendi. Çocukları ile ilçeye gelmiş alış veriş yapıyordu. Kolundan biri yapıştı ve kendine doğru çekti. Yusuf öğretmeni ütülü elbise, kravatlı ve temiz giyimli görünce Almancı zannetmişti.

“-Oğul!” dedi. “Gitme şu gâvur memleketine. İçinizi boşaltıp postalıyorlar sizi. Ya cenazeniz geliyor ya da sakat dönüyorsunuz. Çocuklarınızı burada bıraksanız da, yanınıza götürseniz de yok oluyor. Gitmeyin şu gâvur memleketine.” Diye gözü yaşlı sarsıp duruyordu Yusuf Öğretmeni. Yusuf Öğretmen bu acılı adamı çok iyi anlamıştı. Dinledi sadece bu dertli adamı. Bu bağrı yanık adam Ömer’in babası Ali Dayı’dan başkası değildi…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi