SÖYLEŞİ
Giriş Tarihi : 23-02-2024 00:06

Devrialem / Kenan Gül

Yazan: Kenan Gül -DEVRİALEM

Devrialem / Kenan Gül

DEVRİALEM

Güneşin sakınmadan ışıttığı orman yolunda yürürken, başınızdan aşağı yağan kuş sesleri alır götürür sizi. Bu minik patikanın kenarında sizi selamlayan binlerce çiçek, rengarenk yeni farklı kapılar aralar. Başka bir dünyaya geçersiniz isteyerek. Adımlarınızdaki heyecan önünüzde beliren dereye yaklaştıkça artar.

Kenarına gelince soluklanmak, belki de tadına varmak için kendi halinde yeşillik içindeki yalnız kaya üzerine oturuverirsiniz.

İçinde, kendi yansımanızdan başka şeyleri de görmeye başlarsınız. Rengarenk çakıl taşları, oynaşan balıklar sanki suyun duruluğuna alkış tutuyorlardır. Tarifsiz bir sevinç kaplar benliğinizi. Biriken duygular tam dilinizden bir şarkı olarak dökülecekken, oturduğunuz kayanın üzerindeki çatlak dikkatinizi çeker. Küçük bir çiçek, o çatlakta tüm kıraçlığa inat yaşama tutunmuştur. İşte, şiir orada başlar.

Akşamüstü, kendinize kaçmak istersiniz. Alırsınız bütün olta takımlarınızı sahile inersiniz. Sizin gibi müdavimlerin arasında bulduğunuz yere kurarsınız sandalyelerinizi. Önce minik semaverinizi tutuşturup suyu çay demlemek üzere içine doldururken tanıdık selamlarını alıp, hal hatır sormayı ihmal etmezsiniz. Olta takımınıza yemi taktıktan sonra, rastgele diyerek fırlatırsınız deryanın böğrüne. Boşluğunu aldıktan sonra kamışın ucuna taktığınız minik bir zille hazırsınızdır. Bu arada, kaynayan suyla çarçabuk demlersiniz çayınızı. Şöyle sandalyenin üzerine kendinizi bıraktığınızda yüzünüze vuran ılık rüzgar okşamaya başlar bedeninizi. Denizin üzerindeki hoş ışık oyunları ünlü kabarelerin dans gösterisi gibi dökülür sahnenize. Bardağa doldurduğunuz çaydan yudum alırken, iyice salarsınız bedeninizi dalgaların şımarık sesine. Uzaktan geçen gemiler takılır gözlerinize. Huzura dair hikayeler yazmak istersiniz onların içindeki belirsizliğe.

Her şey tamam. Ve bir ses duyarsınız ardınızda. Dönüp baktığınızda, henüz tutamadığınız balıklardan payını isteyen minik kedinin açlık dolu çığlığıdır bu. İşte, şiir burada başlar.

Şehrin en can alıcı caddelerinden birine düşer yolunuz. Kalabalık sizi sıkmaya başladığında bir kafeye atarsınız kendinizi. Teklifsiz oturur, şöyle sade bir yorgunluk kahvesi istersiniz garsondan. Kahvenizi yudumlarken gelip geçenleri izlersiniz can sıkıntınızı avutmak için.

Aman Allah’ım o ne? Sarı saçlarını serbest bırakmış, okyanus mavisi gözleriyle sizi vurgun yemiş gibi yerinize mıhlar bakışları. Sanki tüm mevsimleri üzerine giymiş, yüksek topuklu ruganlarıyla beton kaldırıma işkence çektiren kadının adımları susturmuştur caddeyi. İçinde boğulmak, yeniden aşık olmak, akmak istersiniz. Elinizdeki kahve fincanında yarına dair bir fal var mı acaba sorusu askıda kalır.

Bir “off” çekersiniz.. Adımlar size yaklaşıp devleştikçe, siz sandalyenizde küçülürsünüz. Sahip olmadığınız yangın başlamıştır içinizde. İşte o anda; "Ağabey, çiçek ister misiniz?” diye soran sese dönersiniz istem dışı. Size çiçeği uzatan kızın gözlerinde, sokağı inleten dilberin yansıması vardır. İşte, şiir orada başlar.

Şiir, yaşlı bir teyzenin mahçup teşekküründe,
Toz üzerine bırakılmış sahipsiz gözyaşında,
Köşebaşında kağıt mendil satan çocuğun savaşında...
Unutulmuş, terk edilmiş mezar taşlarında
Görmekten utandığımız sokak aralarındaki
eskici dükkanlarında başlar.
Mevsimsizdir. 
Coğrafyasızdır. 
Renksizdir.
Şiir; dosttur, arkadaştır, kardeştir.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi