ANI
Giriş Tarihi : 05-10-2022 01:23   Güncelleme : 05-10-2022 01:28

Bilal

Yazan: Hakkı Yıldıran - BİLAL

Bilal

BİLAL

Bilal,büyük umutlarla dağ  köylerinden birinden Gölhisar’a, akrabalarının yanına gelmiş, henüz o zamanlar çocuk sayılabilecek yaşta ama yüreği ve umutları koskocaman. 

Bilal’in akrabaları zamanın değirmenlerinden birisini işletiyor ve aynı zamanda köyün sığırlarına  çobanlık ediyorlardı. Öyleyse Bilal ya ovaya sığır gütmeye gidecek, ya da değirmen bekleyecekti. 

Bilal; orman köyünden geldiği, ona göre imkanların daha çok olduğunu umduğu bu yeni yerde, daha ne olduğunu anlamadan kendisini köyün sığırlarının arkasında buluverdi. Bilal'i değirmen beklerken de görmüşlüğüm oldu benim. 

Bilal’in ıssız bir derede değirmen beklemesi, ovada mahşeri sıcaklarda sığır gütmesi, köyde kalmasından iyiydi belki, kim bilir? Elbet kendine göre bir bahanesi  vardır.

O yıllarda; bana sanki işkence gibi gelen, ancak mecburen gittiğim sığır gütmelerinde,  Bilal’le ovada  her gün karşılaşırdık.

Öğleye kadar çayırlarda otlattığımız ineklerimizi, bizim koca çay dediğimiz, asıl adı Dalaman çayı olarak bilinen yere sulamaya götürdüğümüzde, Bilalgil de köyün sığırıyla aynı amaçla hep oraya gelirdi. Koca çaydan sularını doya doya içen İneklerimiz kendiliğinden suyun her iki yanındaki söğüt ağaçlarının gölgelerine dinlenmeye çekilir uzun süre yattıkları yerden geviş getirirlerdi. 

Gevişlene-gevişlene, gölgede yatan ineklerimiz, kuyruklarıyla sinek kovalayadursun, tam da o sırada, ineklerin yatıp dinlenmelerini fırsat bilen biz küçük sığır çobanları,  hemen Dalaman çayının serin sularına bırakırdık kendimizi, yüzer, eğlenirdik.  

Her gün bizimle birlikte Bilal’da yüzerdi, eğlenirdi. Yüzerken suyun içinden yüzeyine kadar şişen pijamasına bizler dalga geçerken o buna hiç aldırış etmez, ânın tadını çıkarmaya bakardı. Çok matrak, çok da neşeli biriydi o.

Pijamalarımızın paçalarının ucunu söğüt çubuklarının  kabuklarıyla bağlar, pijamanın belimize denk gelen kısmını suya  bırakır, suyun içine dolmasıyla balon gibi şişen pijamanın üstüne yüzükoyun yatar, yüzmeye çalışırdık akkın dalaman çayında. Sıklıkla ters yüz olduğumuz pijamalarımızın üstünde yüzdüğümüzü sanırdık.

Kim bilir kaç kez boğulma tehlikesi atlattık da haberimiz bile olmadı ve bunu eğlence saydık.

“Hasan hocanın bükü” dediğimiz bu sığ yerde, Bilal hep bizimleydi. Hep bizimle birlikte yüzerdi. Başka arkadaşı da yoktu ki Bilal’in. 

Yaz aylarımız hep böyle, ineklerimizi otlatmayla geçerdi. 

Aradan bir iki yıl geçti, ben orta okullu oldum, o yıllarda bana arkadaşlık eden, benimle birlikte ovaya kendi ineklerini otlatmaya giden Özcan da sıvacı ustasının yanına çırak girdi, Bilal ise çobanlığa hâlâ devam ediyordu. 

Bizlerin yokluğunda Bilal kendisine yeni arkadaşlar edinmiş diye duydum. Hem de öyle böyle değil, dünyanın her yerinden arkadaşlar bunlar...Evet, evet dünyanın her yerinden...Fakat Bilal’in bu arkadaşları, köy içinde anlaşılır, ovaya indikçe sesleri anlaşılmaz olurmuş. Hele köyün dışındaki ova yolu üzerindeki mezarlığının alt taraflarındaki  “kara göz kuyusu” denilen yere doğru varıldığında Bilal’in arkadaşlarının sesleri hiç anlaşılmaz, sadece hışırtı sesi kaplarmış ortalığı. 

Evet Bilal’in çok arkadaşı olmuş bizlerin yokluğunda. Kimisi saat başı haber verir, kimisi hava durumunu sunar, kimisi de şarkı, türkü söylermiş. 

Bilal’in arkadaşları çok olmuş olmasına da... Dedik ya işte; mezarlığın alt tarafları yok mu? O mezarlığın alt tarafları...İşte tam oralarda sus pus olurlarmış hepsi. 

Bir gün Bilal; arkadaşlarından birisinin söylediği habere mi olacak, hava durumuna mı olacak yoksa güzel bir türküye, şarkıya mı olacak, mezarlıktan sonraki yerde de  devamını dinlemek istemiş. Sığırlar ovaya doğru ilerlerken o geriye, arkadaşlarının sesinin net olduğu, hışırtının az olduğu yere dönememiş. Başlarında olmadan kendiliğinden bir kaç dakikalığına da olsa gidecek sığırların bir zarara gireceklerini biliyor Bilal. 

Öyle bir an ki... 
Bilal’in o an için hem sığırlar kontrölünde olacak ve yolun kenarındaki havuç tarlalarına zarar vermeyecekler, hem de o an  arkadaşlarının sesini net duyabileceği, hışırtıyı bertaraf edecebileceği bir yer bulacak... 

Aklına bir fikir gelmiş. Keşke gelmez olaydı.

Mezarlığın altındaki benim de bildiğim bir yerde demirden bir elektrik direği vardı, merdiveni andıran. İstese herkes direğin ortasına kadar olan yerdeki, kenarlarına yanlamasına sabitlenmiş ucu sivri demirlerin yanına kadar çıkabilirdi. Tam orada dikdörtgen tenekeye basılı iskelet kafası vardı. Buradan sonrası ölüm tehlikesidir diye. Bilal o anki havadis neyse işte; direğin tepesinden daha net duyarım hesabı, o ucu sivri gergileri aşmış direğin tepesine doğru hızla çıkmış. Direğin tepesine çıktıkça netleşen arkadaşlarının sesleri Bilal’in keyfi yerine gelmiş. 

Biraz daha, biraz daha derken, bir sürü arkadaşının da içinde bulunduğu radyonun anteni  Bilal’den önce varmış ceryan tellerine. Bilal güpedek aşağıya...Kömür gibi...

Onlarca metreden düşen Bilal’in , bir çok arkadaşının da içinde bulunduğu küçük radyosu da telef olmuş.

Selâlar verildi. Kim olduğunu selâlardan öğrendiğim Bilal’in kaldığı, Süleyman emmisinin evine koştum vardım hemen.

Dut ve ceviz ağaçlarıyla çevrili evin bahçesinin iç tarafına kazanlar hurulmuş, teneşir tahtası hazırlanmış, son yolculuğunda içine konulacağı “sal” da oralarda bir yerde işte...Kerpiç duvara dayanık. 

Koca “sal”; o henüz ondördündeki bir çocuk için orada bir yerde kerpiç duvara dayanıktı da, benim yüreğim hiç bir yere dayanık değildi, dayanamadım, bakamadım...

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi