ANI
Giriş Tarihi : 25-08-2022 05:29

Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda

Yazan: Hakkı Yıldıran - BERABER YÜRÜDÜK BİZ BU YOLARDA

Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda

BERABER YÜRÜDÜK BİZ BU YOLARDA

On iki yıl süren bir yolculuktu bu. Neler çekmedik ki bu yolculuğumuz sırasında!
Daha ilk yıllardan ihtibaren karşılaştığımız zorluklara; yılmadan, usanmadan ailecek hep birlikte göğüs gerip, katlanmıştık...

Birlikte ne oyunlar oynamamıştık aramızda... Ebeveynler olarak onların oynadıkları oyunların figüranı olmuştuk. Evde hiç Almanca konuşmadık mesela…Almancayı nasıl olsa öğreneceklerdi. Önemli olan ana dilleriydi ve ana dilini iyi bilen birisinin Almancayı da doğru öğreneceği kuşkusuzdu. 

Türk çocuklarının kendi aralarında ya da ebeveynlerinin yanında Almanca konuşmalarını oldum olası hiç sevmedim. Kendilerini Türkçe ifade edemiyor olmalarından kaynaklı bir kusurdur bu, bence…

Biz evde önce bunu başardık. Aramızda Almanca konuşmamayı...

Yeri geldi onlarla birlikte ders çalıştık, onlarla birlikte sınavlara girdik. Onlar bedenen okulda, sınavdalardı belki ama, bizlerin de ana baba olarak aklımız hep onların yanındaydı.

Ebeveynleri olarak ikimiz de gece işinde çalışıyorduk. Ben biraz daha erken geliyordum işten… Anne ise, çocuklar okula gittikten sonra…

Gece yarısı geldiğim işimden on iki  yıl boyunca, sabahlara kadar hiç uyumadan bekledim; evlatlarımı uyandırıp okullarına yetişmeleri için. 

Çantalarına bugün ne azık hazırlayıp koyacağımı düşündüğüm günler çok olmuştur. Allah’dan fırında çalışıyor olmam bu sorunumu bir nebze olsun hafifletiyordu.

Bazı yıllar, kızlarımın ikisini birden yurt dışına göndermek zorunda kaldığımız zamanlar oldu. Göndersen bir türlü, göndermesen bir türlü... Gönderdik. Oğlum da girerdi bazen işin içine…Üç evladımın aynı yıl içersinde yurt dışına gittiği zamanlar da oldu. Bu durumun maddi külfeti azımsanacak gibi değildi hani. İspanya’sı, İngiltere’si, İtalya’sı, İrlanda’sı, Macaristan’ı, Almanya’sı derken, bayağı bir zorlandığımız yıllar olmuştu. Öte yandan, önleri bir şekilde kesilmeye bile çalışılmıştı. Zaten biliyor, duyuyorduk bunları. Hazırlıklıydık. Bu durumlara maruz kalan hep yabancıların; özellikle de  Türklerin çocukları olmuştur. O da ayrı bir dertti…

Örneğin; Gymnasiumun önemli aşamasında yolu kesilen büyük kızım için başka bir okula boşu boşuna nakil ettirildiğimizi bilmeme rağmen, elimizden bir şey gelmiyordu. Üstelik bu sırada bir yılı da heba olmuştu göz göre göre.
Neyse ki; daha sonra bu yeni okulunu birincilikle bitirmesi,  onun gideceği akademiye girmesinde önemli bir avantaj sağladı. O da bizim teselli kaynağımız oldu.

Küçük kızım ilkokuldan sonra direkt Reel Gymnasium'un orta bölümüne başlamıştı. Daha okulun ilk günleriydi. Coğrafya öğretmeninin, yazılı yapacağı günün arifesinde kızıma: “Senin ne işin var burada?“ demesi beni çileden çıkarmıştı. Gerekli yolları sırasıyla hiç vavela etmeden takip etmiş, hakkımız olanı almış, öğretmen de yetkili makamlardan dersini almıştı. 

Çocuklarıma arkalarında olduğumuzu hissettirmekti bu aynı zamanda… Başkaları gibi; amaaan neme lazımcı olmadık hiç bir zaman. 

Küçük kızımın ayağını çelememişlerdi ve hiç kalmadan lise bire geldiğinde ablasıyla yolları yine kesişti. Bu sefer ablası aynı bahçe içindeki akademiye , kendisi de Reel Gymnasium'un lise bölümüne başlamıştı.

Büyük kızım ortaokuldan sonra beş yıllık akademiyi bitirmiş, maturasını aynı senenin sonunda yapmıştı. Beş yıllık zor bir dönemin, toplamda 13 öğrencilik yılının sonunda biraz dinlenmek, biraz da kendi harçlığını kazanmak  için, okulu bitirir bitmez kendi mesleğinden farklı, geçici bir işe girmişti. 

Beri taraftan küçük kızım da Reel Gymnasim’u bitirip maturasını yaptığında ikisi birden üniversite kapısına varıp, dayanmış oldular .
Onların okul yıllarındaki kaderi bir şekilde, bir yerlerde hep kesişmişti. Şimdi üniversitede de olguğu gibi…

Peki buraya nasıl gelindi, bu aradaki dört yıllık fark nasıl kapandı? Büyük kızım okulun dayatmasıyla bir yıl kaybetmişti. Bu dayatma neydi? 

Giymnasium'un dördüncü yılında, toplamda ilkokul ile birlikte sekizinci sınıfa geldiğinde, öğretmenleri kızım hakkında bir karar almışlar ve beni okula çağırmışlardı. “Kızınızın gelecek yıl sınıfta kalma ihtimalini görüyoruz... Şayet durum böyle olursa Avusturya’da mecburi okuma süresi olan dokuz yıl dolmuş oluyor ve başka hiç bir okula kaydınızı yapmayabilirler” deniyordu. Gerekçeleri buydu.Güya bize iyilik ediyorlardı. Çaresiz, ilin gerekli makamına gitmiştik. Gittiğimiz bu yerde, evimize yakın ve uygun bir okul bulunamamıştı.

Paralı bir okul vardı evimizin yakınımızda. Orada, ancak bir alt sınıfta yer bulunabilmişti. Kızım henüz küçüktü ve bunu kendisine bir şekilde kabullendirmiştik. Çok şükür! Sonradan, kızım yeni okulunu sevdi, öğretmeleri de onu... Bu karşılıklı özgüven sayesinde okul birincisi olmuştu. İşte buraya kadar üç yılını, hiç sınıfta kalmamış olmasına rağmen kaybetmiş oldu. 

Sonradan, küçük kızımın okulunun da olduğu aynı yerleşkedeki beş yıllık okulu bitirince ufak çaplı bir memuriyeti cebine koymuş oldu. Bu durum anne baba olarak bizim için yeterliydi ve fazlasıyla memnun olmuştuk. 

Öte yandan küçük kızım, Gynasisum dedikleri liseden sonra mecburen üniversiteye gitmek zorundaydı. Gymnasium; bir şekilde üniversiteye gidebilmenin en kestirme yoluydu. Dolayısıyla, Gynasium'u bitirenin cebinde bir meslek olmamış oluyordu ve bu nedenle devamında mutlaka bir üniversite bitirilmeliydi. Zaten Gymnasium’a gidenler sonunda illa üniversiteye gitmeleri gerektiğinin bilincindeydi. Aksi halde, senin, benim gibi vasıfsız birer işçi olacaklardı… 

Planlarımız öyle ya da böyle bir şekilde tutmuştu... Küçük kızım ablasıyla, yukarıda saydığım  nedenlerden dolayı oluşmuş aradaki dört yıllık farkı  kapatmış, ikisinin yolları üniversitenin ilk yılında çakışmıştı... 

Nihayetinde iki evladımın ikisi birden aynı üniversitenin, aynı bölümünde okuyorlardı.

Başta iyi bir Türkçe olmak üzere, (Burasını  gururla söylüyorum. Türkçeyi anne baba olarak ikimiz öğretmiştik, evde Almanca konuşmayarak...) Almanca, İngilizce, ve İspanyolca dillerini öğrenerek birden fazla niteliğe sahip oldular. Şükür, Elhamdulillah!

Bunları niye yazıyorum ki ben? Sanki kime ne?

Gel sen bir de elin memleketinde çocuk okutmak neymiş, o elin memleketindeki yabancılara, özellikle de Türklere bir sor bakalım!Onun için yazıyorum işte. 

Yurtdışındaki gençlerin yetişme tarzları belli…Yakalarını hafif bir bıraktın mı, Selamûnaleykûm! Hiç bir şey bekleme artık onlardan. 

Şu yaban ellerde, onca zorlukların arasından geldiğimiz bu noktada, çocuklarımıza yaptığımız yatırımın haklı gururunu  yaşamak da hakkımız değil mi yani?

İnanır mısınız bilmem? Ben kendimi çok zenginlerden sayıyorum. Hem de öyle cebimde çok param olmadan... Evet belki cebimde çok param yok ama pırlanta gibi üç evladım var, daha ne isteyeyim!

Rabbim gurbette hayırlı evlatlar yetiştirip güzel okullarda okutmayı tüm anne babalara nasip etsin inşallah.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi