ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 25-08-2023 00:41   Güncelleme : 25-08-2023 02:09

Akıllı ile Süslü / Mehmet Şahan

Yazan: Mehmet Şahan -AKILLI İLE SÜSLÜ

Akıllı ile Süslü / Mehmet Şahan

AKILLI İLE SÜSLÜ

Bir zamanlar bahçemizde uzun kuyruklu, siyah beyaz renkli tüyleriyle oldukça güzel görünümlü bir çift saksağan yaşardı.

İlkbaharın ilk günlerinde gelirler, sonbaharın sonuna kadar kalır, kış başlamadan da geldikleri yere geri dönerlerdi. Kendi hallerinde, normal bir hayatları vardı. Her zaman olduğu gibi yuvalarını bahçenin en kuytu köşesindeki sık çalılıklar arasına yaparlar, yavrularını büyütünceye kadar onları kimse rahatsız etmezdi. Ayrıca burası kar, yağmur, dolu gibi yağışlara ve rüzgâra karşı da oldukça korunaklı sayılırdı. Bu kuytu köşedeki yuvalarında, yavruları ile birlikte oldukça güvende, mutlu ve mesut yaşarlardı. Onlara iyice alışmıştık sanki.

Bu yıl saksağan ailemizde yine sevimli mi sevimli iki yavrumuz oldu. Ben, minnacık olan bu yavru saksağanları çok sevdim. İkisinin de henüz tüylenmemiş hali çok hoşuma gitmişti. Günler geçtikçe yavaş yavaş tüylenmeye başladılar. İlk zamanlar çok açık, beyaza yakın gri olan tüyleri giderek koyulaşmaya başladı. Tüylerinin siyah beyaz olacağı zamanı çok merak ediyordum. Bu yüzden de her sabah ilk işim onları kontrol etmekti. O kadar çok gidip gelmişim ki, artık onlarda bana alışmıştı sanki. Ayak seslerimi duyunca yerlerinde duramıyor, adeta benim gelişimi anlıyorlardı.

Günler birbirini kovalıyor, vakit çabuk geçiyordu. Her geçen gün yavruların biraz daha büyüdüğünü hissediyordum. Ancak yavrulardan bir tanesinin diğerine göre daha hareketli, daha gürültücü olduğunu fark ettim. Her gelişimde ilk o uyanıyor, tuhaf sesler çıkararak ilk karşılamayı o yapıyordu. Bana hoş geldin demek istiyordu sanki! Bütün ilgiyi üzerine çekmek için tuhaf tuhaf sesler çıkarıp, garip hareketler yapıyordu. Kendini sevdirmeye çalıştığını düşünerek ben de onu sevmeye başlamıştım.

Anne babasının getirdiği yiyeceği almak için kardeşinden önce davranıyor, kendisi doyuncaya kadar ona fırsat vermiyordu. Anne ve babası da “henüz çok küçüktür, şimdilik aklı ermiyor, büyüdükçe daha anlayışlı olur” diyerek ona karşı hep hoşgörülü oluyorlardı.
Onun bu aşırılıkları giderek artıyordu. Yine de ona hep şefkatle yaklaşılıyor ya da göz yumuluyordu. Sanki hayat onun etrafında dönüyordu. Bu yüzden de her zaman keyfi yerindeydi.

Ama günler geçtikçe bizim saksağan yavrumuzun aşırı tuhaf davranışları huysuzluğa dönüşmeye başladı. Her haliyle sürekli ön planda olma isteği, onu sinirli hale getiriyordu. Aşırı derecede iştahlı olması da çok hızlı gelişip, kardeşine göre daha iri olmasına neden olmuştu.

Kardeşiyle yan yana geldiğinde; onu, yuvanın kenarına kadar iteleyip  tüylerini kabartarak kanat çırpışını, bir kardeşine bir kendine bakarak naralar atışını, bu yaptıklarından nasıl da keyif aldığını anlatamam!

Aslında kardeşi de kendisi gibi aynı anne babadan olan bir saksağan yavrusuydu. Renkleri aynı, isimleri aynı, yuvaları ve yaşadıkları ortam aynıydı. Bunu bilmesine rağmen kendisinin; kardeşine göre daha güçlü, daha becerikli, daha kurnaz, daha akıllı, daha üstün ve daha güzel olduğunu düşünüyordu.

Henüz bir ismi yoktu. Ona isim koymak için epeyce düşündüm ama isminin ne olacağına bir türlü karar veremedim. “Yaramaz” mı desem, “Haylaz” mı desem, “Alaca” mı desem hiç birini yakıştıramadım. Derken hareketli, gürültücü, kurnaz ve becerikli oluşunu düşünerek “Akıllı” demeyi uygun buldum.

Günler geçtikçe bizim Akıllı hem çevreyi geziyor hem de diğer bahçelerdeki saksağanları tanımaya çalışıyordu.

Bir gün hemen yan bahçede tıpkı kendisine benzeyen saksağan yavrusunu görünce sevincinden yere göğe sığmadı. Başladı daldan dala zıplamaya, değişik tonda sesler çıkarmaya. İlk defa gördüğü komşusunun ilgisini çekmeye çalışıyordu. Bir anlamda sanki ona arkadaş olmak için kur yapıyordu. Bir iki gün içinde birbirlerine alıştılar ve çok iyi arkadaş oldular. Bizim Akıllı’ın arkadaşına benim de içim ısınmıştı. Ona da bir isim vermem gerekiyordu. Şöyle uzaktan uzağa biraz izledim. Sürekli kendi kendini temizleyip, süslenmeye çalıştığını görünce ona da “Süslü” adını verdim.

Aylar çok çabuk geçti. Havalar da iyice soğumaya başlamıştı. Annesi, babası ve diğer komşuları ile birlikte kışı geçirecekleri yere göçmeleri gerekiyordu. Akıllı ile Süslü, ilkbaharda tekrar aynı yerde buluşmak üzere birbirlerine söz vererek aileleri ile birlikte uçup gittiler.

Kış biter bitmez ilkbaharın gelişiyle bütün göçmen kuşlar gibi saksağan aileleri de geri döndüler. Hiç zaman kaybetmeden kışın etkisiyle tahrip olan eski yuvalarını yeniden kurmaya başladılar. Öyle güzel yaptılar ki, eskisinden hiç bir eser kalmamıştı.

Akıllı ve arkadaşı Süslü yeni bir aile olacak, birlikte yuva kuracak yaşa gelmişlerdi. Kendi aralarında konuşarak yuva kurabilecekleri bir yer aradılar. Süslü, anne babalarının yuva kurduğu yerleri önerse de Akıllı kabul etmiyordu. Akıllı’nın anne babası da her türlü olumsuzluğa ve tehlikelere karşı kuracakları yeni yuvanın kendilerine yakın yerde olmasını istediler. Bütün ısrarlara rağmen Akıllı, onu da kabul etmedi. Çünkü doğup büyüdüğü yuva ona çok basit ve gösterişsiz geliyordu. Buradaki tek düze yaşamaktan sıkılmıştı. Daha değişik, daha renkli ve daha heyecanlı bir yaşam şekli düşlüyordu. Ayrıca çevrelerindeki diğer kuşların çoğu yuvalarını yüksek ağaçlara kurmuşlardı. Akıllı da kendileri için şöyle havalı, gösterişli ve oldukça yüksekte bir yuvanın hayalini kurmuştu.

Bütün kurnazlığı ile arkadaşı Süslü’yü ikna ederek, yuvayı bahçedeki en yüksek ağaca kurmaya karar verdiler. Bir yandan da yeni kurulacak yuvayla ilgili hayaller kurmaya başladılar:
 - Annemiz, babamız olmadan kendi yuvamızda özgürce yaşayacağız!  
 - Kendi kararlarımızı hep kendimiz alacağız!
 - Herkesten daha yüksekte olacağız! 
 - Herkes bizi kıskanacak!
 - Hiç kimse bizi rahatsız edemeyecek!
 - Hayatımız daha heyecanlı olacak!
 - Yeni yuvamızdan her tarafı seyredebileceğiz!
 İşte bu gibi daha bir çok düşüncelerle belirlenen o yüksek ağaca çabucak bir yuva kurdular. Her ikisi de yeni bir yuva ve yeni bir aile olmanın sevinciyle havalara uçuyorlardı. Verdikleri kararın ne kadar doğru olduğunu, bundan sonra hep böyle çok mutlu olacaklarını düşünüyorlardı. Çok geçmeden Süslü, yuvaya iki adet yumurta bıraktı. Yumurtaları görür görmez Süslü anne olmanın, Akıllı da baba olmanın sevincini şimdiden yaşamaya başladır. Ancak daha da önemlisi aileye iki yeni üyenin katılacak olması mutluluklarını sanki ikiye, üçe katlıyordu.

Vakit kaybetmeden Süslü kuluçkaya yattı. Kuluçka süresince heyecanları bir an olsun dinmedi. Bir dakika bile geçmeden değişik, değişik hayaller kuruyorlardı.
 -Acaba yavrular ne zaman doğacak?
 -Doğduklarında tüyleri ne renk olacak?
 -Sesleri bizim sesimize benzeyecek mi?
 -Renkleri bizlere benzeyecek mi acaba?
Kafalarında buna benzer sorular hiç bitmiyordu.
Derken beklenen gün geldi. Yumurtaların içinde tık, tık sesler gelmeye başladı. İçeriden dışarıya çıkmak için sabırsızlanan minicik yavrular gagalarını kullanarak yumurtaların kabuğunu kırmayı başardılar. Anne ve babalarının sevgi, şefkat ve şaşkınlık dolu bakışları altında çok sevimli görünümleri ve incecik sesleriyle sanki hayata merhaba diyorlardı!

Akıllı ile Süslü’nün sevinçlerini ve o an yaşadıkları mutluluğu anlatmak neredeyse imkansız gibiydi. Yaşadıkları sevinç ve mutluluğu çevreye ilan etmek, tescilletmek  istercesine yerlerinde duramıyor; değişik, değişik sesler çıkararak yeri göğü inletiyorlardı. Böyle mutlu bir hayata sahip oldukları için duydukları gururun da tarifi yoktu! Yeni ailenin mutluluğu ve huzurlu günleri çok sürmedi.

Yağmurla birlikte rüzgârlı bir gün onların mutluluğunu kâbusa çevirdi! Yuvalarının bulunduğu o yüksek ağaç yağmura ve rüzgâra karşı korunaklı değildi. Üstelik, rüzgârda çok sallanıyordu. Akıllı ve eşi Süslü bir anda her şeyi kaybetme korkusu yaşamaya başladılar. Anne baba olarak yavrularını korumak adına onların üzerine kapanıp gagalarıyla ağacın dallarına sıkıca tutundular. Rüzgâr duruncaya kadar sanki akla karayı seçtiler. Yağmurlu ve rüzgârlı hava çok uzun sürmese de bu korku onlara yetmişti.

Tekrar normal yaşamlarına devam ettiler. Ancak kendilerini bekleyen korkunç tehlikenin henüz farkında değillerdi. Göç zamanına kadar yavrularının uçabilecek olgunluğa erişeceklerini düşünüyorlardı. Bu düşünceyle yavruların beslenmesine daha önem veriyorlardı.

Yaz mevsiminin ortaları, sıcakların kavurucu olmaya başladığı günlerdi. Anne baba yiyecek bulmak için sürekli yuvadan ayrılmak zorundaydı. Yine yiyecek bulmak için uzakta oldukları bir gün, güneş yükseldikçe yavrular sıcaktan bunalmaya başladılar. Anne Süslü yuvaya geldiğinde her iki yavrusunun da baygın halde yattıklarını gördü. Yavrularını ölmüş zannetti. Öyle bir çığlık atıp yaygara koparmaya başladı ki, çevrede ne kadar kuş varsa ürkerek oradan uzaklaştılar.

Akıllı, yuvasının olduğu taraftan gelen bağrışmaları duyunca hemen yuvaya döndü. Bu sırada Süslü’ün feryat ve figanı dinecek gibi değildi! Akıllı, bir anlık şaşkınlıktan sonra hemen yavruları kontrol etti. Onların ölmediğini, aşırı sıcaktan dolayı bayılmış olduklarını anladı. Durumu Süslü’ye anlatarak sakinleşmesini sağladı.

Anne baba olarak yavrularını yuvada yalnız bırakmanın ne kadar sakıncalı olduğuna karar verdiler. İlk defa bulundukları ağacın yuva kurmak için doğru seçim olmadığını düşündüler. İlk defa anne ve babalarını dinlememekle ne kadar çok büyük bir yanlış yaptıklarını anladılar. Belki de yuvalarını anne babalarının dediği yere kursalar bunları yaşamayacaklardı.

Bundan sonra birisi yuvada kalacak diğeri yiyecek aramaya gidecekti. Yavruların yanında kim kalırsa kanatları ile onlara gölge olmaya çalışıyordu. Ancak, ikisinin de hesap edemedikleri bir durum ortaya çıktı. İkisi birden yiyecek aramaya çıktıklarında buldukları yiyecekler hepsine de çok rahat yetiyordu. Şimdi ise bir kişinin bulup getirdiği yiyecek tüm aileye yeterli gelmiyordu. Bu yüzden önce yavrularını doyuruyorlar geri kalanını kendilerine ayırıyorlardı.

Bu şekilde yetersiz beslendikleri için anne ve baba her ikisi de zayıf düşmeye başladı. Daha sonraları iyice aç kalmaya başladılar. Hatta yiyecek bulmaya gitmek için uçmaya bile takatleri kalmamıştı. Yavrular da yavaş yavaş zayıflamaya başladılar.

Bu sıkıntılı günler çok fazla sürmedi. Önce Akıllı açlıktan hayatını kaybetti. Zaman zaman çevredeki komşu kuşlar yiyecek getirmiş olsalar da düzenli ve devamlı olmadığı için yaşadıkları sıkıntılara çözüm olmadı. Akıllı’dan bir hafta sonra da Süslü hayatını kaybetti.

Yavru saksağanlar, anne ve babaları öldükten sonra bir hafta kadar çevredeki komşuların yardımlarıyla beslendiler. Bir yandan anne babalarını kaybetmenin üzüntüsü, değer yandan yardım getirenlerin acıyan bakışları, kendi aralarında fısıldayarak konuşmaları yavru saksağanları daha çok üzüyordu.İşte tüm bunlar, onlar için ağır gelmeye başladı. Son bir çırpınışla uçup, gözlerden kayboldular. Nereye gittikleri, ne yaptıkları, yaşayıp yaşamadıkları bilinmiyor.

Bir daha da onlardan haber alınamadı.

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi