DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Advert
Deniz İmre
Deniz İmre
Giriş Tarihi : 21-03-2025 17:34

Çocukluğumun Sırlı Yollarında

Yaz sabahları, güneş henüz tam olarak yükselmeden kahvaltımızı erkenden yapar, evden kaçarak sokağın o bizi çığlık çığlığa çağıran renkli atmosferine dalardık. Ne de olsa, özgürlüğün en güzel hali sokaklarda yaşanırdı. Günün ilk ışıkları bizim için doğan yeni bir günün, yeni bir oyun serüveninin başlangıcıydı. Akşam saat dokuza kadar sokaklardaydık ve evimize ancak annemizin zoruyla ve “Yeter artık, hadi eve gelin!” demesiyle girebilirdik. O zamanlar teknoloji yoktu; bilgisayarlar, playstationlar, tabletler, telefonlar… Hiçbir şey bizi sokağın o büyüsünden alıkoyamazdı.

Futbol oynamak, misketlerle yarışmak, bilyeli, tekerli tahta arabalarla yokuşları hızla inmek en büyük eğlencemizdi. O zamanlar sokak sadece bir oyun alanı değil, aynı zamanda her köşe bir başka maceranın, her duvar bir başka keşfin peşinden gitmeye davet eden bir dünyaydı. Mahalledeki kedilere ve köpeklere oyun arkadaşı olur, onlarla dostluk kurardık. Yakan top ve sek sek gibi oyunlar birbirimizle yarış yapma şansı verirdi; her kazandığımızda kendimizi yenilmez bir kahraman gibi hissettiğimiz... O sokaklardaki gülüşmeler, sesler, çığlıklar… Hâlâ kulaklarımda çınlar, bana o zamanların neşesini hatırlatır.

Cebimizde renkli sakızlar taşırdık, tıpkı renkli hayatlarımız gibi… Mahalle bakkallarında alınmayı bekleyen leblebi tozları ve sokak dondurmacılarının enfes dondurmaları vardı. O dondurmacılar, sabahın erken saatlerinde bile sokakların neşesiydi. O dondurmayı almak, küçük bir ödül gibiydi; paranın kıymetini çok bilmeden, o anın keyfini çıkararak… Ayrıca, hemen her hafta en az bir-iki kez mahalleden geçen bir ayı oynatıcısı vardı. Çocuklar için dünyadaki en garip şeyse, oynatıcı tarafından zinciri sağa sola çekilen ayının sallanarak yaptığı o dansıydı. Bunlar mahallemizin vazgeçilmezlerinden olmuştu; ayının burnundaki demir halkaya bakar, ayıya acırdık; çektiği o acıyı tahmin etmeye çalışarak...

Mahalledeki bazı çocukları, anneleri bahçelerinde büyük leğende yıkayıp banyo ettirirdi. O eski tarz banyolar, bize farklı bir eğlence gibi gelir, leğenin içindeki arkadaşımız su sıçratırken o ânı bir kutlama gibi yaşardık. Sonra, mahalledeki komşuların bahçelerine ektikleri domatesleri, salatalıkları izin isteyip alır, bir şekilde bu sebzelerle kendi minik pikniklerimizi yapardık. İzinsiz meyve-sebzeye dalmak kesinlikle yasaktı mahallemizde ve bu, kesin uyulan bir kuraldı. Çoğu zaman taze meyveleri toplayıp yemeye doyamazdık. Erik, şeftali, incir, elma ve ayva gibi meyveler, sanki her biri ayrı bir hazineymişcesine, elimize geçtiğinde büyük bir mutluluk yaşardık. O meyvelerin tadı, sanki doğayla daha yakın bir bağ kurduğumuzun göstergesiydi.

Kibrit kutularından oyun kartı yapmak vardı. Oynaması gerçekten zevkliydi. Bir de çivi saplamaca oynardık. Çiviyi, suyla ıslatılıp yumuşatılmış toprağa saplamak, bir nevi kendini sınama gibiydi. O kadar çok eğlenirdik ki kazandığımızda yenecek bir çikolatadan bile daha büyük bir zafer hissi duyardık.
O zamanlar, mahallemiz gerçekten bir köy gibiydi. Herkesin birbirini tanıdığı, herkesin birbirine güvendiği, komşuluk ilişkilerinin hâlâ güçlü olduğu zamanlardı.

Sokakta tanımadığınız birini görseydiniz, o bile mahalleye aitti. O kadar doğal ve içtendik ki sokakta karşılaştığınız insanlarla ânında dost olabilirdiniz. Kimse “tanımıyoruz” diye çekinmez, her yeni kişiyle paylaşacak bir şeylerimiz mutlaka olurdu. Hatta mahalledeki en yaşlı kadının bile çocuklarla olan ilişkisinde bir sıcaklık, bir dostane hal vardı. Hepimiz birlikte büyüdük, her yaştan insan bir araya geldiğinde mahalle, adeta büyük bir aileye dönüşürdü.

Gerçekten de o sokak oyunları, o anlar bize şimdiki dünyada biraz eksik gibi geliyor. Bugün çocuklar bilgisayar oyunlarıyla zaman geçiriyor, sosyal medyada birbirlerine mesaj atıyorlar, bir tuşla birbirleriyle görüntülü konuşabiliyorlar. Halbuki biz, sokaklarda birbirimize bağırarak, koşarak, oyunlar oynayarak eğlenirdik. O sokaklar bize sadece eğlence değil, hayatı, arkadaşlığı, paylaşmayı, mücadeleyi, kaybetmeyi ve kazanmaktan daha önemli olan dostluğu öğretmişti.

Zamanla o mahalleyi terk etsek de orada yaşadığımız her bir an, bir hatıra olarak kalmaya devam etti. Eski sokaklarda her ağacın, her taşın altında bir anı vardı. Her adım bir öyküydü; kaybolan topun peşinden koşarken, ellerimizdeki misketlerle hedefi vururken ya da bir elma ağacına tırmanıp o meyveye ulaşırken… O zamanlar her şey daha basitti ama belki de en değerli şeyler basit olanlardır.

Şimdi geriye dönüp baktığımda, teknoloji bu kadar hayatımızın içinde olmadan, sokaklarda oynadığımız o saf ve doğal oyunlar, bana zamanın ne kadar hızlı geçtiğini hatırlatıyor. Bugün çocuklarımız sokaklardan uzak, ekranların içine gömülmüşken bizler o eski günleri hatırladıkça, gülümsemekten kendimizi alamıyoruz. Bir yandan da onlar adına bir hüzün kaplıyor içimizi; yaşadıklarımızı yaşayamadıkları için…

Sokakta oynadığımız oyunların, paylaştığımız anların değeri, her geçen yıl biraz daha artıyor. Şimdikilerin kaybolan o sokak oyunlarını bilmemesi, bir yandan da geleceğin nesli için bir kayıpmış gibi geliyor bana. Her şeyin hızla dijitalleştiği bu dünyada, gerçek bir “çocukluk” yaşamanın kıymetini anlamak, ancak geçmişe bakarak mümkün. Çünkü biz, zamanın dışında, ânın tadını çıkararak büyüdük. Ve o zamanlar, belki de hiç fark etmeden, gerçek mutluluğu sokaklarda bulduk.

Ama belki de en büyük kaybımız, o çocukluktan geriye kalan tek şeyin, her geçen gün daha fazla unutuluyor olması. O özgürlüğü, o dostluğu, o sokakları ve o gülüşleri bir daha asla yeniden bulamayacağız. O günlerin hatırası, bizimle birlikte yaşlanacak. Çünkü sokaklar bir zamanlar bizimdi ama artık sadece hafızamızda, hatırlamakla kalacağımız bir masal gibi kaldılar.

Bir çocuğun gülüşü, sokakta koşarken bulduğu o özgürlük duygusu, her birimizde hep bir iz bırakır. Belki de bu yüzden hâlâ o günleri hatırladıkça içimi bir huzur, bir nostalji sarar. İşte, sokakların büyüsüdür bu: yıllar geçse de, o çocukluk anılarını, o sokakların sesini, gülüşlerini hep hatırlatan...


 

NELER SÖYLENDİ?
@
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
Advert
Yol Durumu
ARŞİV ARAMA