ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 08-04-2023 22:31

Yaşamın Meylindeyim

Yazan: Gülçin Granit -YAŞAMIN MEYLİNDEYİM

Yaşamın Meylindeyim

YAŞAMIN MEYLİNDEYİM 

       “Üstümdeki gözler gibi ayrıntıları bir kenara itip mümkünlere odaklanmayı öğrendim. “             

Dünyanın önünde diz çöktüm. Ölümün kıyısında olmayı dilesem de gençliğimin baharındayım. Yaprak gibi uçup savrulmayı istesem de ben bir hazan mevsimiyim. Aslında ellerimle sürmek zorunda olduğum sandalyemden çok anneme bağımlıyım. Bana "Ayşe" derler, asıl adım; Ayşegül. Bacağım ve kollarım gibi ismim de kesik. "gülü" kesip atmışlar, geriye Ayşe kalmış. Hiç sormadım anneme, sorma gereği bile hissetmedim. Anlıyorum ki, bu bedene bu ismi fazla bulmuşlar. Kendimi asırlardır yaşıyor gibi hissediyorum, oysa henüz yirmi bir yaşındayım. Sanki koca bir çınar gibi yaş almış biriyim.

Yetmiş santimlik boyumla, yetmiş metre karelik bir evde kendimle bütünleşmişim. Aa! İlk kez duygularımı ve kendimi, eli ayağı olan insanlar gibi görüp tarif ederken buluyorum.  Kendime biri dedim.. Gerçekte o eli ayağı olan insanlardan biri değilim! Elim ayağım annem olmuş benim. Özenirim eli kalem tutan insanlara, nasıl kalem tutayım ki, hangi uzvumla?  Daha ben temel ihtiyaçlarımı bile karşılayamazken.Mesela ne zaman acıktığıma annem karar verir ve beni doyurur. Tuvalete beni annem götürür, ondan utanmam çünkü ben doğduğumdan beri başka türlüsünü görmedim. Yalnız, büyük tuvaletimi yapınca çok kokar, o zaman kendimden ben bile tiksinirim.

Bir de adet günlerim var tabi; her ay pedimi kendi koyar değiştirir. Yazın ne kötü kokar. Uzun tutmaz bu yüzden çabuk değiştirir. Ayda bir kere apış aramı ve kollarımın altını kıllarını temizler. Bana kendisiymişim gibi bakar. Sanki onun bir uzvuyum.

Allah’a her gün şükreden bir annem var. Kendisini unutmuş, ben olmuş gibi yaşar. Babam mı? Hiç sormayın. Bana bakıp Allah’ına  küfür eder. Aralarındaki ne büyük tezat… İşte o zaman kendimi evin içinde vızıldayan sinek gibi hissederim.

Annem bazen beni akşamları bahçeye çıkarır, yıldızları seyrederim. Allah bana yalnız seyretme yetisini vermiş. İşte bu sebeple ben her şeyi inceler dikkatle bakarım. Annemi, babamı, iyiyi, kötüyü, sokaktaki kediyi, ağaçları, taşları, gökyüzünü, bebekleri, gökkuşağını ve daha bir sürü şeyi izlerken kendimi unuturum.

İşte ben böyle mutlu olurum. Ben büyüdükçe annem de yaş aldı, aklım erdiğinden beri ekmek yemem çünkü kilo almak istemem.

Annem ise ekmek yemediğime bir türlü akıl sır erdiremez. Gözlerimin önünde her gün daha da yaşlanır, beni taşımaktan beli büküldükçe bükülür. Benden başka bir işi yok gibi, bütün işlerini bana göre ayarlar. Ben her sabah Müge Anlı’yla televizyona başlar, Esra Erol’la devam ederim, ta ki babam gelinceye kadar. Çok sıkılırım çoğu programdan, başka yapacak bir işim yok ki benim. Yataktan kalkınca, annemin ilk işi beni sandalyeme oturtmak olur, camdan dışarıyı izlerim. Bahçedeki salkım söğütlerin altında oynaşan kedileri gözlerimle severim. Annem o sıra evin işini yapar. 

Anneme çok acırım, büyüdükçe gözlerim daha bir dolar, ellerim olmadığı için gözyaşlarımı silemem; bu yüzden ağlamaktan da vazgeçeli epey zaman oldu diyebilirim. Kitap yapraklarını çeviremesem de kitap okumayı severim.

Okumak, ah okul... Hoyrat acımasız gözlerin içinde ilkokul üçüncü sınıfa kadar okuyabildim. Bana bir mahlûkmuşum gibi bakarlardı, hani insan değilmişim gibi. Annem okula gidebildiğim o kısacık zaman diliminde de elim oldu, bacağım oldu. Öğretmenim çok akıllı olduğumu söylerdi. Neyse o günleri hatırlamak istemiyorum. Gerçi öğretmenimi hâlâ çok severim. Ben okuldan ayrıldıktan sonra bir yıl gönüllü olarak evimize geldi gitti. Hakkını ödeyemeyeceğim bir öğretmenim vardı, ne yazık ki bir sonraki yıl tayini çıktı. Bana ondan miras kaldı okumak…  Okumayı bu kadar sevdiğim için, annem camın pervazına kitabımı yerleştirir, ben okudukça gelip sayfalarını çevirir. En çok öykü okumayı severim.

Şimdilerde yeni bir şey deniyorum, dilimle sayfa çevirmek üzerine çalışıyorum. Annem devamlı yanıma gelsin istemiyorum. Sanırım, hiç de fena değilim. Birkaç defa iki sayfa birden açtım ama artık dilimle tek sayfa açmayı başardım ve kendimle ilk defa o zaman gurur duydum. Biliyor musunuz bir gün kitap yazmayı bile istiyorum. Annem okuma yazma bilmez o yüzden bir gün gönüllü bir kul karşıma çıksa, ben söylesem o yazsa.. Bunun bir gün gerçek olacağına inanarak günlerimi geçiririm.

Babamın varlığı dışında beni en çok rahatsız eden olay, annemin beni her dışarı çıkarışında üzerimde gezinen gözler olur, üzerimde böcekmişim gibi gezinen gözler. Fıkır fıkır, kıpır kıpır.. Her seferinde beni ilk defa görüyorlarmış gibi bakmaları, eksik uzuvlarımı gözlerime sokar. Beni ilk görenleri saymıyorum bile. Neyse ki; üstümdeki gözler gibi ayrıntıları bir kenara itip mümkünlere odaklanmayı öğrendim. Aldırmamayı da… 

“Bu gece enteresan bir rüya gördüm anne. İnsan değil, büyük bir kuştum. Geniş mi geniş kanatlı bir kuş…” Dünyayı bir baştan bir başa dolaşarak süzülüyordum. Koca kanatlarımla dünyayı kaplıyordum.  Deniz kenarlarında aylak aylak gezen çığırtkan martılara sesleniyor,  karabataklara selam veriyordum. Havada diğer kuşlarla birlikte toplu pikeler yapıyordum. Yerden yüzlerce, binlerce fit yükseklere uçuyordum. Başka kuşlara önderlik ediyordum.

Dünyayı bir baştan bir başa kuşatıyordum. Kuşlara olan önderliğimle yalçın dağları aşıyordum. Kuş olarak yaşamak ne kadar güzel, ben böyle bir güzellik daha önce yaşamadım. Gerçekten yaşadığımı işte o an anladım. Kaf Dağı’nın ardına ulaştığımda seni gördüm, sen kuşların kraliçesiydin. Anka sendin anne!

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi