SÖYLEŞİ
Giriş Tarihi : 01-05-2022 00:04   Güncelleme : 01-09-2022 17:54

Sami Çelik: Edebiyat Dünyasında Başarılı Olmak İçin Önce...

Röportaj: Nalan Engin: SAMİ ÇELİK: EDEBİYAT DÜNYASINDA BAŞARILI OLMAK İÇİN ÖNCE...

Sami Çelik: Edebiyat Dünyasında Başarılı Olmak İçin Önce...

SAMİ ÇELİK: EDEBİYAT DÜNYASINDA BAŞARILI OLMAK İÇİN ÖNCE DURUŞ... 

Facebook Truva Kitap Kulübü ve Truva Edebiyat Dergisi olarak, grubumuzun ve dergimizin, Truva Kitap Kulübü Youtube kanalımızın kurucusu, 40 yıl Edebiyat dünyamızın bilinen ismi ve Emre Yayınları ayrıca Truva Yayınları sahibi Sami Çelik bey ile röportaj yaptık.

40 yıllık edebiyat dünyamızda yaşadıklarını, gördüklerini ve bildiklerini bizimle çok samimi ve içten paylaştı.

Daha önce medyada çoğu yerde yaptığı röportajlarında bahsetmediği ve ilk defa Truva Edebiyat Dergisi için söyledikleri de bizim için çok önemliydi.

"Ben asla yazar değilim. Yazarlarımıza hadsizlik yapmam. Ben yayıncıyım. Yoksa, hiçbir yerde ve ortamda, röporyajlarımda asla yazar olduğumu söylemedim. Haddimi bilirim. Yazarım demem benim açımdan yazar arkadaşlara saygısızlıktır"  diyen Sami Çelik ile askerde yazdığı günlüğü olan "Bir Avuç Toprak Da Sen At Annem" isimli kitabını da konuştuk.

İşte tüm sorularımıza her zamanki içtenliğiyle ve alçakgönüllüğüyle verdiği o cevaplarla siz okıyucularımızı başbaşa bırakıyoruz.

-  Biz  Sami Çelik'i Truva Kitap Kulübünün kurucusu aynı zamanda Emre ve Truva yayınlarının sahibi olarak tanıyoruz.
Peki gerçekte  Sami Çelik kimdir diye sorsam bize kendinizi nasıl tanıtırsınız?

-  Sami Çelik kimdir sorusunun cevabını vermeden şunu belirtmem şart.

Sami Çelik, ömrü hayatında karakolluk dahi bir işi olmamış, 4 evladını alın teriyle büyütmüş  bir işçi çocuğudur.

Sami Çelik, böyle bir babanın, aykırı çocuğu olarak, kendini her türlü mücadelenin içinde bulmuş; vatanını, milletini ve devletini seven her Türk evladı gibi bu vatanın bir evladıdır. 

Hayata çok erken atılmış, 20 yaşında evlenmiş, 21 yaşında bir evlat sahibi olmuş, 22 yaşında oğlunun ismini verdiği Emre Yayınları'nı kurmuştur. 

Önünde akıl danışacağı, fikir soracağı, işleri ile ilgili tecrübelerinden faydalanabileceği, tökezlediğinde, başı dara düştüğünde kimsesi olmayan ve çok genç yaşına rağmen sıradışı yayınlar yapması sebebi ile Türkiye'de resmi yakın tarihi sorgulatan, hatta kökten sarsan kitaplar bastığı için bir başına mahkeme mahkeme dolaşmış bir yayıncı.

"Yaşadığım Hiçbir Zorluğa İsyan Etmedim, Diz Çökmedim."

Her türlü maddi ve manevi baskılara maruz kalmış ama asla pes etmemiş, hep dik durmuş...
Her türlü zorluk yaşatılmasına rağmen ve önüne maddi olarak büyük fırsatlar sunulmasına rağmen doğru bildiğinden en ufak bir sapma, yalpalama, " acaba" mı demeden zoru seçip mücadele etmiştir.

Bir çok, siyasi, askeri ve bürokrasi olarak imkanı ve çevresi olmasına rağmen asla, en zor gününde dahi şahsi çıkarı için hiçbir talepte bulunmamıştır

Ülkenin en büyük siyasi partisi dahil siyasete girmesi için evine gelen heyetlere...

Meclise çağırılıp yaşadığı bölge için Belediye Başkanlığı tekliflerine rağmen...
"Ben siyasete bulaşmam, girmem ve sevmem. Vatana, millete, devlete kim hizmet ederse ona destek veririm. Benim siyasetle ilgim ancak bu kadar olur" diyerek kendini bildi bileli içinde bulunduğu edebiyat dünyasında kalmayı tercih etmiştir.

Kimseye minnet borcu, vefa borcu olmadığı için eleştirilerini dahi, makam, rütbe, maddi güç vs demeden en üst perdeden yüzlerine söylemiş bir yayıncı. 

Her çektiği sıkıntıyı sıkıntı değil bir imtihan  olarak görmüş ve bu sebeple hep işi ile ilgilenmiş ve 19 yaşında girdiği edebiyat dünyasında Basın Yayın Birliği"nin en genç yayıncısı olarak girdiği bu çevreden hiç kopmamış ve halen de bu sektörde hayatını devam etmektedir.

Daha ne diyeyim. Sami Çelik bu. Kimseye minnet borcu olmayan, kimseye tabiri caizse dalkavukluk yapmayan ve bu günlere kimsenin desteği olmadan kan içerisinde ki tırnaklarıyla gelmiş bir insan.

Ukalayı ve ukalalığı asla sevmem ama bu konuda da kimse kusura bakmasın alçakgönüllülük yapamam.
Çünkü ömrüm bu şekilde geçti. 
İşte Sami Çelik böyle bir adam.

- Askerlik döneminizi anlattığınız bir kitabınız mevcut. Güneydoğu Anadolu bölgesinde  tehlike sınırları içerisinde  çok zor koşullarda bir askerlik dönemi geçirmişsiniz. Ölümle burun buruna olduğunuz bu üniforma içinden çıkıp sivil hayata adapte olabilme süreci sizin için nasıldı?

- 1997-98 yıllarında 18 ay olarak askerliğimi 30 yaşımda yaptım.
Çok zor şartlarda ve o dönemi bilen bilir çatışmaların yine en yoğun yaşandığı bir dönemde yaptım askerliğimi.
22 yaşında yayınevi kurmam, evlenmem, çocuğum vs. hayata erken atılmış olmam ve yüksek öğrenim dolayısıyla askerliğimi sürekli tecil ettirmem dolayısıyla o yaşa kadar beklettim askerliğimi.
Erken hayata atılıp, boyumu aşan sorumluluk ve mücadele dolu bir hayata girince uzadı da uzadı askere gitmem. 

Askerliğimi de 18 Ay ve Şerefimle 30 Yaşımda Yapıp, Şerefimle Geri Döndüm.

Sorunuza gelince...
Çok zor bir bölge ve çok zor şartlarda gururla, şerefimle tamamladım askerliğimi. Koyun koyuna yattığımız. birbirimize canlarımızı emanet ettiğimiz, günün 24 saatini birlikte geçirdiğimiz 5 kardeşimizi şehit verdik. Aynı dönemde önce annemi, hemen iki ay sonra da babaannemi kaybettim. Tüm acıları 98 yılında asker ocağındayken üst üste yaşadım.

Tüm üst düzey dostlarım, büyüklerim, "daha kolay bir bölgeye alalım, sen yapamazsın orada dediklerinde" hep onlara 'asla" dedim. "Burada görev yapan diğer kardeşlerim bu ülke ve vatan için buradaysa ben de bu vatan toprağında vazifemi tamamlayacağım" cevabını verdim.

Kimse yoğurdum kara demez ama ben ya belgeli veya şahitli söylerim bu sözlerimi.

Bölük komutanım odasına çağırdı birgün. Canı sıkılmış, elinde bir yazı var. "Bizden memnun değil misin de Sami merkeze isteniyorsun" dedi ve elindeki kağıdı uzattı.

Alay komutanı beni merkeze, o zor bölgeden, çatışma bölgesinden geri çağırıyor. Bölük komutanımıza yazı göndermiş.

"Böyle bir niyetim olsaydı hiç gelmezdim bu bölgeye komutanım. Ben buradan bir yere gitmiyorum" dedim.

Çok şaşırdı söylediklerime. Gülümsedi. "Tamam git pançona" dedi ve gittim.

Bugüne kadar bunu da bölük komutanım o zaman yüzbaşıydı Gökhan Gülçin komutanım ve ben biliyordum. İlk defa ifşa ediyorum bu sırrımı. Çünkü üzerinden çok geçti artık. Röportajı okuyan baıları da söylediklerimi farklı algılayıp boyuna. posuna. kilosuna bakmadan sözlerimden  klavye başında sallayacakları malzeme çıkarmasınlar dye bu olayı ve bölük komutanımın ismini veriyorum ilk defa.

Gökhan Gülçin Komutanımla çok yakın dost olduk ve halen görüşürüz. Facebook'tan da arkadaşız. O da okuyacak kesin bu olayı ama artık anlayış gösterir. Çok zaman geçti. 

O kitabın devamı vardı. Komutanlarım bu kitabı okuduktan sonra diğer kısmını da yazacağımı söyledim. Hatta hazırdı o bölümde. Çünkü o  yaşanmışlıkları sıcaklığıyla kaleme aldığım günlüktü.

Çünkü hep dik durdum, minnet etmedim ve diyeceğimi en üst perdeden makam ve mevkisine bakmadan kimsenin söylerim diye.

İşte devamında taburun en üst rütbelisi ile tüm taburun komuta kademesine kadar değişmesine neden olan tatsız bir olay yaşadım ve kendim için yapmadığım ne varsa o zor şartlarda o kişi için yaptım ve çok ağır bedel ödettim. Bunun da şahidi isimlerini verdiğim komutanlarım ve dönem arkadaşlarımdır.

Diğer bölükten hâlâ görüştüğümüz Murat Cihangir komutanıma dedim, "o bölümü de yayınlayacağım" diye. Albay rütbesiyle yeni emekli oldu ve Cihangir komutanım da hem Facebook sayfamda ve hem de Facebook Truva Kitap Kulübü sayfamızda..

"Yazma Sami. Zaten o bölüm komutanlar ve senin dönemin asker arkadaşların arasında efsane gibi anlatılıyor ve anlatılacak yıllarca. Bırak biz bilelim" dedi.

Sivil hayatta olsam da, askerliğim bitmiş olsa da "tamam komutanım" dedim ve o günlüğün devamını yayınlamayıp yırtıp attım.

Asker dönüşü bocaladım tabiki de. Askerdeyken yine bir hançer yedim. Emanet ettiğim iki şirketim döndüğümde  batırılmıştı.

"28 Şubat Döneminde, En Zor Şartlarda Askerliğimi Yaparken Evime, İş Yerime Polis Baskısı Yapıldı."

Sorunuza gelince...
Çok zor bir bölge ve çok zor şartlarda gururla, şerefimle tamamladım. 5 kardeşimizi şehit verdik. Aynı dönemde annemi kaybettim.
Tüm üst düzey dostlarım, büyüklerim daha kolay bir bölgeye alalım, sen yapamazsın orada dediklerinde "Asla!" dedim.
Bölük komutanım odasına çağırdı birgün. Canı sıkılmış, elinde bir yazı var. "Bizden memnun değil misin de Sami merkeze isteniyorsun" dedi ve elindeki kağıdı uzattı.
Alay komutanı beni merkeze, o zor bölgeden, çatışma bölgesinden geri çağırıyor. Bölük komutanımıza yazı göndermiş.
"Böyle bir niyetim olsaydı hiç gelmezdim bu bölgeye komutanım. Ben buradan bir yere gitmiyorum" dedim.
Çok şaşırdı söylediklerime. Gülümsedi. "Tamam git pançona" dedi ve gittim.
Bugüne kadar bunu da bölük komutanım o zaman yüzbaşıydı Gökhan Gülçin komutanım ve ben biliyordum. İlk defa ifşa ediyorum bu sırrımı. Çünkü üzerinden çok geçti artık.
Gökhan Gülçin Komutanım'la çok yakın dost olduk ve halen görüşürüz. Facebook'tan da arkadaşız. O da okuyacak kesin bu olayı ama artık anlayış gösterir. Çok zaman geçti. 
O kitabın devamı vardı. Komutanlarım bu kitabı okuduktan sonra diğer kısmını da yazacağımı söyledim. Hatta hazırdı o bölümde. Çünkü o  yaşanmışlıkları sıcaklığıyla kaleme aldığım günlüktü.
Diğer bölükten hâlâ görüştüğümüz Murat Cihangir Komutanı'ma dedim, o bölümü de yayınlayacağım diye.
"Yazma Sami. Zaten o bölüm komutanlar ve senin dönemin asker arkadaşların arasında efsane gibi anlatılıyor ve anlatılacak yıllarca. Bırak biz bilelim" dedi.
Sivil hayatta olsam da, askerliğim bitmiş olsa da "tamam komutanım" dedim ve o günlüğün devamını yayınlamayıp yırtıp attım.
Bocaladım tabii ki de. Askerdeyken yine bir hançer yedim. Emanet ettiğim iki şirketim döndüğümde  batırılmıştı.

"Ben Bilmesem de Oldukça Ünlüymüşüm."

Basın savcısı Nurten hanımın karşısına çıkarıldım. Beni görür görmez "o ünlü Sami Çelik sen misin?" diye sordu .

Yanımda avukatım ve kardeşim de var.

"Efendim, ünlü değilim ama Sami Çelik benim" dedim.

"Nasıl ünlü değilsin. Devletin koskoca paşası Çevik Bir hergün arayıp 'o adamı hala atmadınız mı içeri', Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin 'hala Sami Çelik' i mahkemeye çıkarmadınız mı?' diye aradı. Ben kimse için bu kadar baskı yaşamadım" deyince....

"Hıııı... Sayın savcım ben bayağı ünlüymüşüm. Size de böyle baskıya neden olduğum için kusura bakmayın ama ben kaçak, göçek, vatan haini miyim? Benim nerede olduğum, vatan borcumu ödemeye çalıştığım bilinmiyor muydu?" dediğimde...

"Neyse, sen de artık aşk kitapları bas. Memleketi sen mi kurtaracaksın. Bu baskı olmasa takipsizlik veririm ama seni mecbur mahkemeye çıkaracağım ama ceza alacağını sanmıyorum" diyerek mahkemeye sevketti.

Savcı hanım yanıldı. Baskı neticesinde madalya olarak ömrümün sonuna kadar taşıyacağım o madalyayı, o mahkumiyeti yedim.

Şunu da ilave edeyim sorunuza son cümle olarak.

Benim kendi isteğimle görev aldığım o bölge bana büyük tecrübe ve bilgi kattı hayatımda.

Ve şahitleri halen hayatta ve bu yazıyı muhakkak okuyacaklardır.

Orada bile en az Anadolu'dan gelmiş 15'e yakın, gariban, Anadolu evladının da ceza almasına, askerliğinin yanmasına ve zora düşmesine mevlam beni vesile etti engel oldum.

Daha çok yeni, bir kaç yıl önce Çorlu'ya imza gününe bir yazarımı götürdüm. Facebook sayfamdan duyurdum. Çok asker ve komutanım var şahsi sayfamda.

Elinde 9-10 yaşlarında bir kız çocuğuyla bir kişi karşımızda sürekli beni izliyor. Gittim yanına. Asker arkadaşım Mustafa. O kız da evladıymış. Sarıldık, sohbet bir kafeye geçip. 

Evladı yüzüme bakıp "babamın anlata anlata bitiremediği Sami Çelik amca siz misiniz?" deyince çok şaşırdım.

Mustafa Yurdakul'a döndüm. "Hayırdır Mustafa"..

"Abi sen unutmuşsun belli ama ben hiç unutmam. Askerliğim yanıyordu ama sen kurtardın" deyince...

Dedim ki kendi kendime, "demek ki, orada olmam da bir kaç kardeşime faydalı olmuş"

Neticede 23 yıl geçti ama hala Facebook'tan ya da telden sürekli komutanlarımla ve asker kardeşlerimizle irtibatım var.

- Sami Çelik, bugün bir yayınevi sahibi olmasaydı ne yapıyor olurdu ? Hiç "keşke" dediğiniz birşey var mı? 

- Kısa cevap vereyim hayatımda hiç keşkem olmadı.
Her ne yaşadıysam dolu dolu yaşadım.
Dağ başından bir kütük olarak sobaya girmedim.
Hep bir mücadele ve aşırı heyecan, adrenalin ve hep koşturmaca.

Bir Yazar Adayı İçin Kalem Muhakkak Önemli Ama Önce Duruş...

- Facebook Truva Kitap Kulübüne üye olan, kalemi güzel bir  çok kişinin kitap çıkarabilme hayallerine kapı aralıyor ve bu hayallerini gerçekleştirmelerine vesile oluyorsunuz. Peki bir yayınevi sahibi olarak  bir yazar da sizin aradığınız kriterler nelerdir?

- Ben grubumuzda da hep söyledim.
Kalem muhakkak önemli ama ben kalemden önce duruşa bakarım.

İki şakşak alınca dağılan, boyunu, posunu, kilosunu ölçüp tatmadan... 

Duruşu, omurgası olmayan insan benim için dünyanın en çok satan yazarı da olsa boş tenekedir.

Yakın döneme ve edebiyatçılarımıza bir bakın. Hepsi bu işin en zorunu yaşamış ve çoğu da hayatlarında alkış almadığı gibi dışlanmış ama sonra kıymeti anlaşılmış ve dilden dile dolaşır, elden ele okunur olmuşlardır.

Duruşu düz, omurgası sağlam, ileriye bakarken geriyi unutmayan...

Okumaya, araştırmaya, incelemeye ve yorumlamaya çalışan ve sürekli de yazıp hatalarının farkına vardıktan sonra o yazmasını daha ileriye taşıyan herkes iyi bir edebiyatçı olabilir.

Yeter ki azimli olsun, emek versin, duruşunu bozmasın ve akıllı olsun.

Tek edebiyatçı olamayacak kişi benim gözümde kıskanç, böbürlenen, geldiği yeri çabuk unutup daha yolun başında "Ben oldum artık. Kimseye ihtiyacım yok" hayallerine kapılan her kim olursa yolun başında bitmiştir.

Kendisi farkına vardığında zaten ona geçmiş olsun. 

- Truva Kitap Kulübünde ki etkinliklerin yanı sıra bir de  bu etkinlikleri aktarabildiğiniz dijital ortamda büyük bir kitleye ulaşmaya olanak sağlayan Truva ve Edebiyat Dergisi mevcut. Hergün onlarca yazı ,şiir ve kitap tanıtımları ile gün geçtikçe daha da artan bir üye sayısı var. YouTube kanalından Instagram'a kadar  takipçileriyle  hızlı  bir  büyüme söz konusu. Bu konu hakkında ki görüşlerinizi alabilir miyiz?

- Edebiyat emek ister, bilgi ister, uğraş ister.
Ama ülkemizdeki en büyük sorunlardan bir tanesi yeni kalemlere fırsat verilmemesi.

İsim yapmış, kitapları iyi satan bir elin parmaklarını geçmeyen yazarlar dışında bazı isimler arada öne çıkabiliyor ama devamını getiremiyorlar.

Kimse yeni, tanınmamış isme yatırım yapmıyor. Hoş yayıncılar da bir noktada bu konuda haklı.

Neticede onlarda kitapları satacak, firmalarını ayakta tutacaklar.

Bu sebeple ülkede çeviri kitap fırtınası var. En kolayı bu çünkü.

Niye...?

Kafaları rahat. Yeni bir kalemi öne çıkarsalar karşınızda "ağam, paşam" diyenler artık bacak bacak üstüne oturmaya, kendilerine isimleri az buçuk duyuldu ya gelen teklifleri söylemeye ve hatta "menajerimle görüşün demeye" kalkıyorlar.

Onu da beceremeyip menajer sıfatında birisinin karşınıza oturup size akıl vermeye çalışıyorlar. Çok yeni böyle bir durum yaşadım ve yapmadığım şeyi yapıp ikisini de ofisten kovdum.

Çeviri kitaplarda bu sorunlar yok. Ajansla anlaşıyorsunuz, kafanız rahat.

Pandemi döneminde evde mahsur kalınca sosyal medyaya yüklendim ve 40 yıla yakın bilgi birikimimi koydum ortaya.

Çok hızla büyüdü. 35 bin kişilik Facebook Truva Kitap Kulübü sayfamızda bir yönetim oluşturduk ve sonra hızla etkinlik ve çalışmalar başlattık.

Önce yakınıma aldığım yöneticileri epey bir uğraş sonrası netleştirip, onları hem yetiştirme ve hem de neler yapacaklarını, iş bölümlerini belirlendikten sonra dergi ve kanala yoğunlaştık. 

Dergide ülkemizin önde gelen edebiyatçı, sanatçı, yazar ve akademisyenlerine yazılar yazdırarak yeni ve gruptan kazanmaya çalıştığımız kardeşlerimize kendilerine güvenmelerini sağlamaya çalıştık.

Kitaplarından, TV'lerde, sahnelerden ulaşmaları çoğuna hayal olan isimlerle bir dergi bünyesinde olma şansını verdik.

Tabi bu şansı kullananlar olduğu gibi nimeti kendinde zanneden bazılarını da eleyip içimizden, çevremizde attık.

Dedik ya. Duruş. Omurga.

Dergimiz sayesinde, inandığımız, güvendiğimiz kalemleri sıradan bir Facebook grubunun dışında tüm dünyaya, Google üzerinden, Youtube üzerinden duyurmaya başladık.

Çünkü, kitabı yayınlananın da yayınlanmayanın da sorunu, yazdıklarını ve isimlerini duyuramamak.

Biz bunu başardık ve daha da ötesi gruba 2 tane köklü, 40 yıla yakın geçmişi olan yayınevi imkanını sunduk.

Ne yapacağını bilemeyen, yazdıklarını tozlu raflarda bırakan, abi, abla, kardeş, yakın dost haricinde yazdıklarını ve şiirlerini duyuramayanlar bir anda on gömlek yukarıya çıktı.

Bu,bizim ekip olarak ve 40 yıllık bir tecrübenin sırt sırta, kimsenin kolayca yapamayacağı, bulamayacağı bir fırsat sağladı herkese.

Tabiki hep dediğim, duruş, omurga ve geldiği yeri unutmayıp haddini aşmayan kişilere sunuldu bu fırsatlar.

Artık biz tamamen daha ileriye ve yapılmayan, hatta akledilemeyen her ne varsa onun peşindeyiz.

Ticari hayatımda hiç taklitçi olmadım. Ben taklit edilecek işler yapmayı sevdim. Taklit eden olmadım hiç. Yapılmayan ve birşeyler katan zor işlere talip oldum.

Şimdi bizim Facebook Truva Kitap Kulübü ve Youtube kanalımızda yaptıklarımızı yapmaya çalışanlar var.

Demek ki biz doğru yolda ve dosta da düşmana da örnek olacak, yol gösterecek işler yapıyoruz.

Bunun için de mutluyuz.

Derginin köşe yazısı kategorisinde kitap yazarlarının yanı sıra araştırmacı ve gazeteci kimliği olan ünlü isimler,uzman psikologlar ve sanatçılarımız mevcut. Bu ahenk içinde ki güzel insanlar nasıl bir araya geldiler?

- Bunun cevabı yukarıda söylediklerimin için de var.
Ne o...
Bu yolda, edebiyat dünyasında harcanmış bir ömür.
Ömür ömür.
Bu konuda kimse kusura bakmasın. Varsayın dünyadaki en alçak gönüllü kişiyim.

Bu konuda kimseyi dinlemem. Hadsizlik yapmaya kalkanı da ezer geçerim. Öyle üç kuruşa olmaz o işler. Beni eleştirmeye kalkan önce benim yaşadıklarımı yaşayacak. Gördüklerimi görecek, bildiklerimi bilecek.

Sonra da haddini bilecek öyle konuşacak.
Sosyal medya hayatımıza girdi ama kötü tarafı da bu. Bazı hadsiz, çapsız ve bilgisiz insanlar kendilerini çok farklı gösterme gayretine giriyor.
Hadi bir fırsat diyorsunuz.

Ama bir kabın içindeki neyse o çıkar zamanla deriz ya...
Bir bakıyorsunuz o kabın içinden de bişey çıkmıyor.
Boş boş.
Boş teneke olduğunu görüyorsunuz.

- Son olarak Truva kitap kulübü ailesine iletmek istediğiniz düşünce ve mesajlarınız var mı ?

- Samimi, dürüst, akıllı ve sağlam bir duruşu., omurga sahibi olan her kardeşimiz hem yönetim hem tarafımca yazdıklarıyla, yaptıkları yorumlarla hep takibimizde.

Kalemi çok iyi olmayabilir ama yetenek vardır.
Biz ona yardımcı oluruz. Elinden tutarız.
Yeterki duruşu, omurgası olsun.

Biz 35 bin üyeli Facebook Truva Kitap Kulübü için, "Büyük bir aileyiz" diyoruz. Kökleri dünyanın her bir yerine ulaşan bir aile.

Normal hayatımızda, görmeyeceğimiz, duymayacağımız, göremeyeceğimiz, en üstten en alta bir topluluk, bir aile ortamı kurduk.
Kıymetini bilelim.

Burada herkese yer var. Bu bir tren. Yola çıktı ve son sürat yoluna devam ediyor.
Bu tren içinde her kim varsa son durak neresi ise oraya gidecek. İçindekiler ise sen, ben değil...
"Biz" olan kim varsa el ele, gönül gönül yol alacak bu tren. 
Bu tren hepimizin, omuz veren, destek veren, gönül veren ve ben değil biz diyen herkesin.
 

 

 

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi