ÖYKÜ
Giriş Tarihi : 11-12-2022 22:22

Saçlarında Mavi Boncuk İzleri

Yazan: Aysun Eliş -SAÇLARINDA MAVİ BONCUK İZLERİ

Saçlarında Mavi Boncuk İzleri

SAÇLARINDA MAVİ BONCUK İZLERİ

Küçük bir kız çocuğu, dört yaşında var yok. Elleriyle kavramakta güçlük çektiği plastik bir topu sımsıkı tutmuş. Güzel bir yüzü var. Yanakları yazın güneşten yanmış, kışın ayazdan çatlamış gibi kıpkırmızı. Sağlık belirtisi olan bir kızıllık değil, daha çok fakirliğin tene yansıması. Üstünde ki kıyafet sahip olduklarının en iyisi, belki de sahip olduğu tek giysi.

Kirli, biraz küçük, kolları iyice kısalmış... Bedeni yinede bu kumaşa sığıyor. Çoktandır taranmadığı belli olan sarımsı kirli saçlarında, ince örgüler var. Yüzüne boynuna dağılan örgülerin her birine çeşitli büyüklükte boncuklar takılarak örülmüş. Mavi boncuklar belli ki bu güzel meleği nazardan, kazadan, beladan koruyacak. Ailesi tarafından çok sevildiğinin bir işareti.

Ayağa kalkıyor kaldırımda oturan hırpani kıyafetli kadının etrafında dönüyor, gülücükler saçıyor. Kadın belli ki çok yorgun, çocuğa neredeyse hiç tepki vermiyor. Gebeliğin ortasında olduğunu gösteren şişkin karnı ve kucağında uyuyan iki yaşlarında bir bebekle yorgun olmaması zaten mümkün değil. Herşeyi bırakıp neden bu üç kişiyi izlediğimi bilmiyorum. Bir bahçe duvarına yaslanıp oyalanıyorum. Onları izlediğimi kimse farketmiyor. Bana bunu yaptıran gücün nedenini bilmeden olduğum yerde kalıyorum.

Küçük kız kaldırımda topuyla oynamaya başlıyor. Top zıpladıkça çocuk da onunla beraber zıplıyor. Öyle heyecanlı, öyle mutlu... İlk kez bir oyuncağı olmuş gibi neşeli. Böyle basit birşeyle mutlu olmayı nasıl başarıyor? Çocuk için bütün dünyada sadece topu ve kendisi var. Arada bir göz ucuyla annesine bakıyor. Her baktığında korkan bir ifade oturuyor yüzüne. Belli ki oyunun bitmesini istemiyor. Endişesinin yersizliğini hissettikçe bu kaçamak bakışlar da azalarak yok oluyor. Gerçek bir mutluluk ve huzur. Evet diyorum, bunu görmeye değer.

Derken top yola fırlayıp, akan trafiğin ortasına düşüyor. Dakikada yüzlerce aracın geçtiği bir yol burası. Korkuyla yerimden kalkmaya çalışıyorum. Bedenim felç olmuş gibi donup kalıyor, bağırmaya yelteniyorum: Hayır! Bırak gitsin! diyecek oluyorum. Sesim çıkmıyor. Keskin bir fren sesi...

Evet zihnimde bir fren sesi duyuyorum. Oysa hiç ses yok, en ufak bir ses bile yok... Hayat en sessiz haliyle akmaya devam ediyor. Küçük kız topun peşinden yola atlıyor. Ağaçların arasında dolaşan biri gibi, sakin umursamaz bir şekilde topunu alıp sarılıyor. Onun iyi olduğunu anlayınca tekrar düşmesinden korkarak daha sıkı kavrıyor. Bir kaç araç yavaşlıyor ancak hiç birinin durmasına gerek kalmıyor. Çocuk hiç birşey olmamış gibi sakince kaldırıma ulaşıp annesinin yanına oturuyor. Kadının anlamadığım bir dilde söylediği öfkeli cümleleri duyuyorum, sonra diğer sesler kulağıma ulaşıyor. Belli ki kadın da anın dehşetinden donup kalmış. Bir köy dolmuşuna bindikleri ana kadar olduğum yerde bekliyorum.

Fren sesi belki de bana durmamı hatırlatmak içindi. Trafikte akışa kapılıp giden bir araçtan farkım yoktu. Hayatı kaçırdığımı bilmeden son hızla ilerliyordum.

Ne etrafımda olan şeyleri görecek vaktim vardı ne durup dinlenecek. O küçük kız benim için acı bir fren sesiydi. Durup kendime bakmamı sağlayan. En son ne zaman her hangi birşeyi bu kadar tutkuyla sevdiğimi düşündüm. Hatırlamıyordum! Üstelik en son ne zaman mutlu olduğumu ya da mutlu hissettiğimi bile hatırlamıyordum. Canım pahasına peşinden gideceğim bir hayalim olmadığını düşündüm. O zaman neden yaşıyordum? Yirmi dakika durup izlediğim, bir kez bile göz göze gelmediğim küçük kız; tutkuyla sevmeyi, tutkuyla istemeyi, tutkuyla var olmayı öğrettiğini, tutkuyla yaşanacak bir hayatın ateşini yaktığını bilmeden çekip gitti.

Sarı saçlarımda mavi boncuk izleri bırakarak...

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi