DENEME
Giriş Tarihi : 16-10-2022 16:07

Mektup

Yazan: Hakkı Yıldıran - MEKTUP

Mektup

MEKTUP

Eskiden ne güzeldi, mektuplaşmak vardı.
Birimiz uzak bir yere gitti miydi dört gözle mektup beklenirdi ondan.

Mektupla tanışmam yetmiş dokuz senesinde abim askere gittiğinde olmuştu. Mektup Afyon Emirdağ Acemi Birliğinden gelmişti.

İlk defa ailemizden birisi gurbette, üstelik askerdeydi. Asker mektubu olunca bu, ben okudukça ilk anam ağladı. Babam daha çok ağladı ama için, içindi onunkisi… Hiç belli etmeden. 
O zamanlar her evde telefon da yok ki özlediğinde hemen konuşasın.

İşte! Tam o sıralar başlamıştım mektup yazmaya. Daha on ikisinde ya var ya yoktum. Bu durum, abim askerden gelinceye kadar devam etmişti.
Sonra iki yaş daha almış, on dört, on beşin içlerindeydim. Ergenlik başlangıcı… Abayı yakma zamanları…

Çok geçmedi bir sevdiğim, sevenim olmuştu o yaşımda. 
Hafta sonları ovaya inek gütmeye gittiğimde dahi yanımda kalem defter olurdu, mektup yazmak için. 
Evet! Yeni, yeni abayı yaktığımız bu günler; ovaya inek gütmeye gittiğim zamanlara denk geliyordu. Gariban çocuklardık… Diyeceklerimizi utanarak söylerdik sevdiğimize. Yarısını da unuturduk heyecandan. İşte bu yüzden, yazmak kolayıma geliyor, böylece kendimi daha doğru ifade edebiliyordum.

Çok güzel mektuplar yazıyordum,  yaza yaza…
Zarfını kapatmadan önce kontrol amaçlı son bir okuduğumda: ”Şu yazdığım mektubu okuyup da bana âşık olmayacak kız daha anasından doğmadı.” derdim kendi kendime. Sonra tekrar, tekrar okur, gerekli yerlerini allar, pullardım güzel sözlerle.
Ovada bulduğum rengarenk, minicik çiçekleri mektubun kenarlarına yapıştırır, güzelce  katlardım mektubumu. 

Mektuptan bahsediyorum ya… Onunla ilgili bir anım aklıma geldi. Acaba anlatsam konunun dışına çıkmış olur muyum bilemedim ki şimdi? Çıkarsa çıksın yavvv! Hazır konu mektuptan açılmışken…
Lise yıllarımda bir gün nöbetçiydim.

O gün nöbetçi masasına başka yerlerden okuldaki öğrencilere gelen mektuplar, okul idaresi tarafından açılıp okunduktan sonra nöbetçi masasına bırakılmıştı. Ders aralarındaki teneffüslerde mektupları sahiplerine veriyordum.
Bazı mektup bekleyen öğrenciler de gelip mektupları karıştırıyordu.

Benim cebimde de o gün sevdiğime verilmek üzere bir mektup hazırda duruyordu. Öğretmenlere, hele de okul müdürümüze yakalanmadan nasıl, kiminle versem diye düşünüp dururdum. Aklıma bir muziplik gelmişti.

Sevdiğim başka sınıftaydı.
Onun sınıfından mektup getirip götüren kızlar, bizden iyice bezmişlerdi. Artık kolasına, gazozuna, çayına, soğuk oreletine götürtüp, getirtiyorduk mektuplarımızı. O da işin güzel yanıydı ya... Naz etmeler…

Mektubu cebimden çıkarmış masanın üzerindeki diğer mektupların arasına karıştırmıştım. Akabinde hemen haber yollamıştım sevdiğime, bir yerden mektubu var, gelsin alsın diye. 

Nöbetçiydim ya o gün… O da biliyor tabii mektubun benden olduğunu. Kendi getirsin demiş. Bahaneyle beni görecek. Sanki hiç görüşmüyormuşuz gibi. Neyse, sınıflarına vardım, ismini çağırıp mektubun var dedim. Güya başkalarına belli etmeyeceğiz. Yerler mi hiç! Bize yok mu diyenler… Bugün koladan, gazozdan yırttı bizim enişte diyenler olmadı değildi hani, o gün sınıfta.  
Ah o mektupların dili olsa da konuşsa. Hele içinde fotoğraflı olanları. 
Dört gözle yollarını beklediğimiz mektuplar tarih oldu, yazık. 
Keşke üşenmesek, yine yazsak… Şaşırtsak sevdiklerimizi. Hem bu sayede telefon hastalığından hem de sahte arkadaşlardan kurtulsak. 
Çünkü mektup dediğin, öyle herkese yazılmıyor ki…

Truva Edebiyat Dergisi Truva Edebiyat Dergisi